YAZARLAR

Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün…

Dünyanın en zengin insanı olmakla kalmayıp dünyanın en büyük gücünü de ele geçirmek üzere olan Elon Musk gibi patronların; elinde testereyle poz veren ve dünyanın tüm günahlarını kamuya yazan Javier Milei gibi, devlet başkanı kılıklı şovmenlerin ve nihayet Trump gibi insanların acılarında, örneğin Gazze’de bile bir iş imkânı, bir pazar gören tuhaf başkanların bizi götürmek istediği dünya Gazap Üzümleri ve Diriliş’in dünyası… 

1.

Tolstoy’un Diriliş’ini okuyorum. 

Roman, yeni bir yüzyılı dönerken, 1899’da yayımlanmış. Birçok şey olup bitmeden hemen önce… Bolşevik Devrimi yok, büyük savaşlar yok, yıkılan ve yeniden kurulan dünya yok. 

Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün… - Resim : 1
Diriliş, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Çeviren: Ergin Altay, 553 syf.,İletişim Yayınları, 2014

Ne var peki? Kesif bir yoksulluk var. Çalışan didinen ama ne kendilerini ne çocuklarını besleyebilen köylüler, işçiler var. İtilen kakılan, insan yerine konmayan, mahkemelerde aşağılanan, en önemsiz suçlar için cezaevlerine tıkılıp aylarca yatırılan, bazen orada unutulan, hatırlatıldığında “ama onlar da ne kurnaz, ne yalancı, ne tembeldir; sizi de kandırmışlardır” denilen halk kitleleri, milyonlar var.  

Başka ne var? Kendileri çalışmayan; bu köylülerin, işçilerin emekleri üzerinden geçinen; onların sürdüğü topraklardan, akıttıkları terden paylarını alanlar var. Bunlar soylu kişiler. Zenginler. İlla çalışmaları gerektiğinde subaylar, komutanlar… Valiler ve tabii en tepede çarlar… Bunlar, toprakları süren köylüyü; sabana koşulu öküzden, hatta sabanın kendisinden ayırmayanlar. Hepsini, her şeyi mal kategorisine koyanlar…

Peki başka ne var Diriliş’te? Ailesinden kalan geniş toprakları işleten, kafası ve vicdanı karışık Prens Nehlüdof’un ruhsal uyanışa giden yolda adım adım ilerlemesi var. Derin eşitsizliği bilen ama çeşitli şekillerde vicdanını rahatlatıp keyfine bakan, yine de günü geldiğinde vicdanından kaçamayan bir prensin dünyayı yeni gözlerle, yeni bir bakışla kavraması var. 

Roman, bir mahkeme salonunda başlıyor sayılır. Ne büyük bir isabet. Tolstoy, kendisi de dahil herkes için bir mahkeme kurmuş, herkesi vicdani bir hesaplaşmaya çağırmış… “Neyiz ve nerelerdeyiz” demiş…

Diriliş işte bu sorunun romanı: Neyiz ve nerelerdeyiz?

Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün… - Resim : 2
Tolstoy

2.

Bu soruyu şimdi bizlerin de hiç sağa sola bakmadan cevaplaması gerek. Ama önce Prens Nehlüdof’un cevabına bakalım. İzninizle biraz uzunca bir alıntı yapıyorum:

“ (...) [Nehlüdof] Böylesine açık olanı insanların göremediklerine, onun da şimdiye dek göremediğine şaşıyordu. “Halk can çekişiyor, alıştırmış kendini bu yaşama, yadırgamıyor; çocuklarının ölmesi, kadınların güçlerinin yetmeyeceği işler yapmak zorunda bırakılmaları, herkesin özellikle yaşlıların kötü beslenmeleri olağan geliyor onlara. Halk yavaş yavaş öylesine alışmış, benimsemiş ki bunu; yaşayışının korkunçluğunu göremiyor, yakınmıyor. Bu yüzden biz de bu durumun olağan olduğunu sanıyoruz.”

Halkın kendisinin de farkında olduğu yoksulluğunun en önemli nedeninin tek beslenebilme kaynağı toprağının, toprak sahiplerince elinden alınması olduğunu açıkça görüyordu şimdi. Öte yandan çocukların ve yaşlıların süt içemedikleri için öldükleri de yeterince açıktı. Sütün olmamasının nedeni hayvanlarını otlatabilecekleri, saman, ot alabilecekleri topraklarının olmamasıydı. Halkın sürünmesi, onu besleyen toprağın onun elinde değil de başkalarının, toprak üzerindeki bu hakkından yararlanarak onun emeğini sömüren insanların elinde bulunmasındandı. Hiç değilse başlıca nedeni buydu halkın sürünmesinin. Ona öylesine gerekli olan, çocuklarını ölümden kurtarabilecek bu toprak, verdiği buğday yurtdışına satılsın, sahipleri kendilerine şapkalar, güzel bastonlar, kupa arabaları, süs eşyaları vb alabilsinler diye yoksulluğun son kertesine getirilmiş bu insanlarca işleniyordu. Çitle çevrili bir yere kapatılmış atların, oradaki otu yedikten sonra karınlarını doyurabilecek yere çıkmalarına izin verilmedikçe, eriyip bitecekleri, ölecekleri açık olduğu kadar, köylülerin bu durumu da açık seçikti şimdi onun için. Olmaması gereken korkunç bir şeydi. Buna engel olmak için bir yol bulmalı, hiç değilse kendi bu konuda elinden geleni yapmalıydı.” [Diriliş, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Çeviren: Ergin Altay, İletişim Yayınları, 2014]

3.

Tolstoy’un, bu son büyük romanını 1899’da yayımladığını söylemiştim. Nehlüdof’un hikâyesi, kendinden de izler taşıyordu. Romanın yayımından sekiz yıl önce o da topraklarını köylülere dağıtmayı planlamış ama bunu hayata geçirememişti. Diriliş’in kurduğu mahkeme en çok da kendi vicdanı içindir. 

Diriliş’ten 40 yıl sonra, ABD’de bir başka roman, bir bakıma ona benzer bir roman, John Steinbeck’in Gazap Üzümleri yayımlandı. Bolşevik Devrimi ve Birinci Dünya Harbi yaşanmıştı; dünya, ikinci harbin eşiğindeydi. Tolstoy’un topraklarında şüphesiz çok şey değişmişti. Ne Kont Tolstoy ne de Prens Nehlüdof gibi birisi kalmıştı geriye… Ama ya Amerika? 

Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün… - Resim : 3
Gazap Üzümleri, John Steinbeck, Çevirmen Rasih Güran, 540 syf., İletişim Yayınları, 2021

ABD farklıydı… Steinbeck’in romanında, Nehlüdof’un şaşkın bakışı, cezaevinden henüz çıkan ve topraklarına dönen Tom Joad’a transfer olmuştu. Ya da topraklarının yerinde yeller estiğini gören Joad’a… Gazap Üzümleri baştan sona bir hayret romanıdır. Kapitalist sistemin yabancısı bir çiftçi, Büyük Buhran sonrası dönemin koşullarında topraksızlaştırılınca, sistemin acımasızlığı karşısında hayretten hayrete sürüklenir; bir yandan da çelik gibi bilenir. Gazap Üzümleri bir yandan bu bilenişin de romanıdır. Hatta belki, bu romandan sonrasının romanıdır… Steinbeck, o topraklarda o koşullarda, o bedellerle, o insansızlıkla hasat edilen üzümlerin ileride farklı bir tat vereceğini tasavvur etmiştir ama ikinci dünya savaşı çıkmış ve tarih de kendi yönünde akmıştır. 

Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün… - Resim : 4
John Steinbeck

Diriliş... Gazap Üzümleri… İkisi de aynı kapıya çıkıyor. Halk var ve onların sülükleri var. Birinde prensler, diğerinde bankalar ve büyük tarım şirketleri… İki yazar da, bu sülüklere, toprağından arındırılan ve sömürülen bir halkla abad olamazsınız, diyor… 

4.

“Dün dündür bugün bugündür” mü? Değil.

Dün bugündür... Bugün de dün... Dünyanın en zengin insanı olmakla kalmayıp dünyanın en büyük gücünü de ele geçirmek üzere olan Elon Musk gibi patronların; elinde testereyle poz veren ve dünyanın tüm günahlarını kamuya yazan Javier Milei gibi devlet başkanı kılıklı şovmenlerin ve nihayet Trump gibi insanların acılarında, örneğin Gazze’de bile bir iş imkânı, bir pazar gören tuhaf başkanların bizi götürmek istediği dünya Nehlüdof’un ve Joad’un dünyası. 

Onlar süreci hızlandırmasa dahi gittiğimiz yer de o dünya. Zenginlerin sonsuz zengin, geriye kalanların onların insafına tabi olduğu bir tuhaf yeni Ortaçağ… Milyarlarca insanın değer kaybettiği bir teknofeodal evren…   

Önce emeğe uzanacaklar. Emeği değersizleştirecekler. Sonra insanı değersizleştirecekler. 

Sonra isterlerse çöpe atacaklar. Sizi, bizi… Başladılar bunu yapmaya.

Tolstoy’dan Steinbeck’ten bugüne uzanan hattı anlamak zorundayız. 

Neyiz ve nerelerdeyiz; bilmek zorundayız. 

Diriliş’teki Nehlüdof’a değil, Gazap Üzümleri’ndeki Tom Joad’a yaklaştığımızı, belki çoktan Tom Joad’a dönüştüğümüzü görmek zorundayız. 

PS: Geçenlerde yine burada, bu yazıdaki meselenin nedenini, nasılını anlattığım teknofeodalizm üzerine yazmıştım. Bu yazı onun doğal bir devamı; şimdi Musk’la, Milei’yle, Trump’la ve diğerleriyle buradan yine devam etmeyi planlıyorum. 

PS 2: Okumadıysanız lütfen bu iki büyük romanı, Diriliş’i ve Gazap Üzümleri’ni okuyun. Okudunuzsa da bugünün gözleriyle bir daha okuyun…


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.