Vila-Matas'ın edebiyat hastalığı

'Montano Hastalığı', Jaguar Kitap tarafından Türkçe'de. Kitap, edebi türleri tartışıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'Tutunamayanlar' bana hep geveze bir roman gibi gelmiştir. Edebiyat ve felsefenin yer yer kesişip birbirine tutunduğu bu nadide roman, “edebiyat hastalığı”nın bir anlatısıdır. Gevezeliği de buradan gelir: (her ne kadar yazarları bazen içe kapanık olsalar da -Kafka ve Nerval örnekleri geliyor aklıma-) edebiyat (eserleri) konuşkandır, hatta gevezedir. Geveze romanı sadece bir roman olarak değil, aynı zamanda bir edebiyat eleştirisi olarak okuduğumu hatırlıyorum.

Yani bu “roman” edebiyata iki yandan sıkıca “tutunuyordu”, çünkü ondan başka kimsesi yoktu. Bir yandan iğneliyor, bir yandan bir şeyler fısıldıyordu. Hastalık ya bu, kiminde kötümserlikte karışık bir gevezeliğe sebep oluyor (Atay, Vila-Matas, hatta -“söyleşi” türüne edebiyat derseniz, söyleşilerindeki- Cioran), kiminde sade bir kötümserliğe (Kafka, Musil vb). (Söyleşi mevzu, aklımıza “edebiyat -ya da edebiyatın kapsamı- nedir -ya da edebiyat kurgu olmak zorunda mıdır-, edebiyat ne işe yarar” sorularını getiriyor. Kitapta göreceğimiz üzere, bu tartışmaya “günlük/günce” türü de dahil oluyor.)

HATIRLAMA HASTALIĞI

Enrique Vila-Matas’ın Montano Hastalığı’nı 'Tutunamayanlar’la birlikte düşünmek mümkün gözüküyor – belki biraz daha geveze, biraz daha uyanık ama öyle. Kafka gibi “ben edebiyattan ibaretim” demiyor da, “edebiyat hastasıyım” diyor mesela. Bir yoksunluk olarak değil, aşırı doz alımı olarak edebiyat hastalığı; kendini kurguya kaptırmak olarak değil, gerçeği kurgu olarak algılamak ve öyle yaşamakla kendini gösteren bir hastalık. Edebiyat hastalığı bir hatırlama hastalığıdır; aşırı bir hatırlama, onun semptomudur. Cioran’ın yıllarca mustarip olduğu ve ölümüne sebep olan Alzheimer’ın aksine, fazladan bir hatırlama mevcuttur: durduk yere aklımıza Oscar Wilde’in geldiğini, Musil gibi yürüdüğümüzü, aynaya baktığımızda Beckett’i gördüğümüzü düşleyelim – öyle bir hatırlama. Kurguya dalmak değil o yüzden de, gerçekliğe biraz kurgu katmak bu hastalık, sürekli hatırlayarak.

TÜRLER ARASI KONUŞMALAR HASTALIĞI YA DA İLİŞKİSELLİK HASTALIĞI 

'Montano Hastalığı' sadece bir yazarın hatırlama çilesini değil, edebiyatın kendiyle diyalog halinde olduğu bir roman. Yazımızın ilk paragrafının sonunda aklımıza gelen soru hiç de tesadüf değildir o yüzden. Roman, edebiyat üzerine, edebi türler (acaba hangisi dahil, hangisi değil) üzerine düşündürtmesiyle, daha önce okuduğumuz yazarları yeniden okuma hevesi uyandırıyor.

Montano Hastalığı ayrıca farklı bir türü (günlük/günce) içinde barındırıyor; kâh bu biçimde, kâh yazarların günlüklerinden alıntıladığı cümlelerle ilerliyor. Böylece aklımıza, günlüğün edebi konumu hakkında sorular yerleştiriyor. Günlüğe karşı gösterilen ihtiyatlılığı bozuyor.

Montano Hastalığı, Enrique Vila-?, çev.Seda Ersavcı, 330 syf, Jaguar Yayınları, 2017. Montano Hastalığı, Enrique Vila-Matas, çev.Seda Ersavcı, 330 syf, Jaguar Kitap, 2017.

YOK OLMA HASTALIĞI

“Her şeyi yıktıktan sonra kendini de yıkmayan bir kitap, bizi beyhude yere azdırmış olurdu,” diyordu Cioran Burukluk’ta. Montano Hastalığı da -her ne kadar Cioran, bu “kendi kendini yıkma” olayının bilinç düzeyinde olduğunu kast etse de- farkında olmadan, çok fazla konuşup çok fazla hatırlayarak kendini yok eden bir kitap. Bütününe baktığımızda, günümüz edebiyatının bir istihzasını görmek mümkünken, aynı istihzayı biz romanın kendisine yöneltebiliriz.

O zaman, kitabın başındaki Maurice Blanchot’un sorusunun (“Yok olmak için ne yapacağız?”) cevabı az çok bellidir: İstihzanın oklarını biraz da kendimize çevireceğiz; biraz Hamlet olacağız, Machbeth olmaktan kurtulmak adına. Hamlet’in şüphesini taşıyacağız içimizde, bu sefer sadece dışsal olaylara karşı değil, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma ve Meditasyonlar’da incelikle dokuduğu gibi, kendimizden şüphe ederek.

YAZMA HASTALIĞI

“Gitgide bir romana dönüşen bu günlük” (s. 36), sonrasında “edebiyat eleştirisine dönüşen bir roman” mı? Tutunamayanlar’la yakınlaştığı an oluyor bu, türleri ayırt etme gafletine düşüyoruz. Oysa okudukça, bunun büyük zenginlik olduğunu görüyoruz. 'Tutunamayanlar’daki “özet felsefe” bize felsefenin yetersizliğini gösteriyordu ama öyle sanıyorum ki, edebiyat hastalığı da romana çare olamadı. Benzer şekilde, Montano Hastalığı aforizma edebiyatını eleştireyim derken, kendisini unutuyor gibidir. Kendi hastalığı romana çare olamıyor, ne Montano’yu ne de bize hem anlatıcılık, hem günlüklerin yazarlığını yapan isme. Biri bana “Ne oluyor romanda?” diye sorsa, cevap vermekte epey zorlanacağım aşikâr. Cevap verme uğraşım, belki şunları içerebilir: Günlük yazan ve edebiyat hastalığından mustarip bir anlatıcı var ve onun kendi romanında yarattığı, yazma çilesi içinde olan kahramanı Montano; sonrasında işler karışmaya başlıyor.

"Her nereye dönseniz derhal kendinizi düzelmez, yola gelmez bir insan güruhuyla karşı karşıya buluyorsunuz, her tarafı, her bir köşeyi doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabani otları da öyle. "(Schopenhauer)

Kaynakça

Atay, Oğuz, Tutunamayanlar, İstanbul: İletişim, 2015.

Cioran, Emil Michel, Burukluk, çev. Haldun Bayrı, İstanbul: Metis, 2014.

Descartes, René, Meditasyonlar. Çev. Çiğdem Dürüşken. İstanbul: Alfa, 2015.

---. Yöntem Üzerine Konuşma. Çev. Çiğdem Dürüşken. İstanbul: Alfa, 2015.

Shakespeare, William, Hamlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu. İstanbul: İş Kültür, 2016.

Vila-Matas, Enrique, Montano Hastalığı, çev. Seda Ersavcı. İstanbul: Jaguar, 2017.