Ne kadar güzel ve ikiyüzlüsün Türkiye!
Türk halkı, hep bakıyor. Bazen görüyor, bazen görmüyor, bazen de görmek işine gelmiyor. Nasıl olsa, göz görmeyince gönül katlanıyor, gönül katlanınca da ortada sorun filan kalmıyor.
Türkiye, hem fiziksel olarak hem de ruh güzelliği bakımından, nefis bir ülke. Yani “önemli olan karakter” diyorsanız, bizde karakterin âlâsı var. Düşünceli, incelikli, samimi, duyarlı, adaletli, sevecen ve her konuda çok hassasız.
Milletçe en hassas olduğumuz konu, çocuklar. Çocuk haklarına ters bir durum oldu mu, akan sular durur bizde. Bu yasalarda da böyle, insanlarda da böyle.
Şiddet, tecavüz, istismar, açlık, yoksulluk gibi kelimelerle “çocuk” kelimesi, zaten yan yana dahi gelemez. (Mesela, şu anda bu tarz korkunç kelimelerle “çocuk”u ilk kez bir arada gördünüz diye şaşkınsınız. Derin bir nefes alın... Evet, geçti.)
Yeni bir şarkıcı çocuk (ya da çocuk şarkıcı) çıkmış: Aleyna Tilki. Kendisi, 16 yaşında. 14 yaşındayken, Yetenek Sizsiniz yarışmasına katılmış, şarkı söylemiş, “star ışığı” yanmış. (Sonra neler olmuş, o süreçlere pek hakim değilim.)
Sonra bu çocuk, geçtiğimiz günlerde bir klip yapmış. Bildiğimiz, “ünlü” olmuş yani. Hakkında bir sürü iyi ve bir o kadar kötü şey yazılmış, çizilmiş. Sonra da çocuğun, gece kulüplerinde sahnelere çıktığı duyulmuş. Gece geç saatlerde, “içkili mekan” denen yerlerde, büyük abileri ve ablaları gibi şarkı söylüyor, dans ediyormuş.
Türkiye bunu duydu ve doğal olarak, Türkiye’de hayat durdu…
16 yaşında bir çocuk, uyuması gereken saatte, sahnede miydi? 16 yaşında bir çocuk, o yorgunlukla okula nasıl gidiyordu? Yoksa, okula gitmiyor muydu? Sokaklarda, çekimlerde mi geziyordu? 16 yaşında bir kız çocuğu yahu! Koca koca adamların karşısında şarkı mı söylüyordu? Tacize uğrama ihtimalini kimse düşünmüyor muydu? Ne biçim annesi babası vardı? Buna nasıl izin veriyorlardı?
Türk halkı, günlerce bu sorulara cevap aradı. Cevap bulamadıkça kızdı, canlı yayınlara çocuk çağırıldı, babası çağırıldı, pedagog konuk çağırıldı. Türk halkı, 16 yaşında bir çocuğun (hem de bir kız çocuğunun) yaşadıklarına inanamıyor; feryat ve figan içinde gittikçe coşuyordu.
Bu süreçte, içkili mekana değil de fabrikalara çalışmaya giden başka çocuklardan, uyuması gereken saatte sokakta olan başka çocuklardan, okula gitmek yerine mendil satan başka çocuklardan, koca koca adamlarla evlendirilen başka çocuklardan, tacize uğrama ihtimali olan başka çocuklardan hiç bahsedilmedi.
Nihayet, beklenen oldu ve bakanlıklar devreye girdi (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı). Hemen temaslar başlatıldı, mercekler ele alındı, gereken tüm incelemeler yapıldı.
Bakanlık dedi ki; “18 yaşından küçük olan herkes, çocuktur. Ruhsal ve psikolojik gelişimlerinin tamamlanması için, bu yaş altındaki herkesin, gelişimine olumsuz etki edecek ortamlardan uzak tutulması gerekir. Bu duruma izin veremeyiz.”
16 yaşındaki kız çocuğunun, “çocukluğu bitene kadar” gece kulüplerinde şarkı söylemesi, sahneye çıkması yasaklandı.
Duyarlı Türk halkı da bir sosyal sorumluluk dolu olayı daha, birlik ve beraberlik içinde çözmüş olmanın mutluluğu içinde, geleceğe gururla baktı.
Türk halkı öyle bakarken, 13 yaşında bir çocuk, fabrikadaki ustasından dayak yedi. 12 yaşında bir çocuk, sanayide parmağını kesti. 10 yaşında bir çocuk, gece sokakta uyudu. 9 yaşında bir çocuk, trafikte araba camı silerken yere düştü.
Türk halkı öyle bakarken, 14 yaşında bir çocuk, gelin oldu. 13 yaşında bir çocuk, doğum yaptı. 7 yaşında bir çocuk, okul müdürünün tacizine uğradı. 4 yaşında bir çocuk, komşusu tarafından tecavüze uğradı ve öldürüldü.
Türk halkı, hep bakıyor. Bazen görüyor, bazen görmüyor, bazen de görmek işine gelmiyor. Nasıl olsa, göz görmeyince gönül katlanıyor, gönül katlanınca da ortada sorun filan kalmıyor.