YAZARLAR

10 maddede ekonomik gidişat

Türkiye ekonomisinin yaşadığı sorunlar, doların artışından ibaret değil. Artış kontrol altına alınsa dahi (ki bu oldukça zor) ekonomik durgunluk ve hatta resesyon olasılığı var.

Uzun açıklamalara gerek yok. Bu yazıyı yazdığım saatlerde dolar TL kuru 3.35’i aşmıştı. Hepimizin gözleri önünde yaşanan gelişmeleri maddeler halinde sıralayacağım.

1. Ekonomik büyüme yavaşlıyor: 

Türkiye’de ekonomik büyüme 2012’den beri yavaşlıyor. Ancak 2016’da yavaşlama hızlandı. Eylül ayında sanayi üretim verisi negatif geldi. Üçüncü çeyrek ortalaması da eksi 3.2. Krizin pek çok tanımı var. Ana akım tanıma göre, birbirini takip eden iki çeyrekte daralma yaşandığında buna resesyon deniyor. Diğer yavaşlama belirtilerine de bakarsak, 3. çeyrekte ekonomik daralma yaşanması ihtimali güçleniyor. Dördüncü çeyrekte de eksi büyüme gelirse, ileride 2016 yılı için krizin başlangıç yılı denilecek.

2. İşsizlik artıyor:

TUİK’in açıkladığı Ağustos rakamlarına göre işsizlik 11.3'ü buldu. Nisan 2010’dan beri en yüksek rakam bu. Genç işsizliği yüzde 20'lere yaklaştı. Bunlar, krizde olan ülkelerde görülen rakamlar.

3. Kredi genişlemesi durmak üzere:

Hükümet, bireysel borçlarda yapılandırmaya gitti, genel borç yapılandırması gündeme geldi ve faizleri düşürerek harcamaları artırmak için çabalıyor. Ancak başarılı olduğu söylenemez. Türkiye Bankalar Birliği son açıklamasında dikkat çekti: “kredi büyüme hızı, üçüncü çeyrekte yüzde 9’a kadar gerilemiş ve reel bazda durma noktasına gelmiştir”.

4. Konut fiyatlarındaki artış hızı düşüyor:

Büyükşehirlerin kent merkezleri şantiye gibi, yeni konut yapımı devam ediyor. Ancak bunların hepsi, konut fiyatlarının artmayı sürdürmesine bağlı. Reidin'in son raporuna göre Ekim ayında fiyat artışı sürüyor ancak tempo kaybı var.

5. Bütçe açığı artmayı sürdürüyor: 

Kamu borcunun azaltılması ya da daha doğru bir ifadeyle “özelleştirilmesi” 2000’li yılların önemli özelliklerinden biri idi. Mali disiplin ve bütçe açığının makul oranlara düşürülmesi, Türkiye ekonomisinin artı yönlerinden biri olarak görülüyordu. Ancak bu hikayenin sonuna geliyoruz. 2015’ten itibaren ekonomik yavaşlama karşısından kamu kaynaklarının kullanıldığını biliyoruz. Önümüzdeki dönemde bu durum sürecek. Ekim ayında kesenin ağzı açıldı: “bütçe gelirleri yıllık bazda %1 oranında gerilerken, bütçe harcamaları %18,9 oranında artmıştır”.

6. Cari açık artıyor:

Güven Sak, geçtiğimiz günki yazısında güzel özetledi: “2002-2007 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme oranı yüzde 6,8’di. Cari işlemler açığı ise yüzde 3,7 kadardı. 2008-2015 döneminde ortalama yıllık büyüme oranı yüzde 3,4’e geriledi, cari işlemler açığı ise yüzde 5,8’e fırladı”. Bu, finanse edilmesi gereken miktarın artması demek. Ancak küresel konjonktürdeki gelişmeler ve kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimleri, bu finansmanı giderek daha maliyetli hale getiriyor.

7. Sermaye hareketleri çıkış yönünde:

Gerek Devlet İç Borçlanma Senetleri, gerekse özel sektöre ait tahvil ve bonoda sermaye çıkışı yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.

8. İçte belirsizlik giderek artıyor: 

Fiili durum-hukuki durum gerilimi, referandum olasılığı, genel seçimlerin yenilenmesi ihtimali, vekillerin ve gazetecilerin tutuklanması, OHAL’in uzatılması ihtimali, Suriye ve Irak meseleleri gibi pek çok gelişmenin hangi yöne evrileceği net değil. Bu alanlardaki belirsizlikler, sermaye girişlerini sınırlıyor.

9. TCMB net rezervleri eriyor:

Merkez bankası, yükselen kura ya rezervlerini kullanarak ya da faiz artırarak müdahale edebilir. TCMB’nin brüt rezervleri artmasına rağmen, müdahale için kullanabileceği miktar daralıyor. Net rezervleri, 35 milyar dolar civarında. Bu miktar 2008 krizindeki seviyenin çok altında. Kısacası, TCMB dolardaki artışın kalıcı olması durumunda -ki öyle görünüyor- rezervlerini kullanarak müdahale ederse, rezervlerin hızla tükenmesi riski büyük. Geriye faiz artırımı seçeneği kalıyor. Her ne kadar ekonomi yönetimi bundan uzak durmaya çalışsa da, gelişmeler Ocak 2014’teki sert faiz artışı öncesi dönemi anımsatıyor.

10. ABD’deki gelişmeler ve FED faiz kararı:

ABD 2008’den beri patinaj çekiyor, kriz konjonktüründen çıkılmış değil. Zaten para politikaları ile yapılabileceklerin sonuna gelinmişti. Trump’ın seçilmesi, patinaj çeken ekonomiyi kamu-özel ortaklıklarına dayanarak altyapı yatırımlarıyla çamurdan çıkarmayı vaat ediyor. Bu ortamda enflasyon da artacağından, faiz artışı için yer açılmış olacak. Bu artışın bizim gibi ülkeler için anlamı ise sermaye çıkışı.

SONUÇ: DOLARDAKİ ARTIŞIN ETKİLERİ NE OLUR?

Dolar, sadece TL’ye karşı değil, diğer paralar karşısında da değerleniyor. Ancak yukarıda sıraladıklarım, TL’nin değersizleşmesini hızlandıran faktörler. Yani TL’deki değersizleşmeyi, sadece “dışarıdan” gelen etkilerle açıklamak mümkün değil. Bu değersizleşmenin iki temel etkisi olacaktır: enflasyon artışı ve özel sektörün sıkıntıya düşmesi.

İlki, yani dolardaki artışın enflasyona yansıması, Türkiye’deki ekonomik yapının ithalat bağımlısı olması nedeniyle gerçekleşiyor. Her ne kadar petrol fiyatlarındaki göreli gerileme ithalat faturasını azaltsa da, TL’nin değersizleşmesinden kaynaklanan maliyet pek çok ürüne fiyat artışı olarak yansıyacak. Daha kötüsü, dünya ticaretindeki durgunluk nedeniyle, TL’nin değersizleşmesi ihracatı artıracak bir etki de yapmıyor.

İkincisini, yani TL’nin değersizleşmesinin döviz borcu olan firmalara etkisini, Abdurrahman Yıldırım açık seçik yazdı: “İSO 500 Büyük Sanayi Kuruluşu hangi yıl kur sıçramışsa kambiyo zararı yazmış ve kârlar açısından kara bir tablo ortaya koymuştur. Ne zamanki TL değer kazanmış 500 Büyük’ün kârları sıçramıştır. Çünkü bu şirketler yüksek döviz borçlusudur ve bunu hedge etmemişlerdir, dövizde yüksek açık pozisyona sahiptirler”. Gerçekten de reel sektörün döviz borcu, durumun ciddiliğini gösteriyor. Ağustos 2016 itibariyle, finansal olmayan firmaların 100 milyar dolarlık varlığına karşın 310 milyar dolarlık borcu var, varlık-borç oranı %32’ye kadar düşmüş durumda. Bu firmaların döviz borcunu çevirmekte sıkıntıya düşmesi durumunda bankacılık sistemi de riske girebilir.

Türkiye ekonomisinin yaşadığı sorunlar, doların artışından ibaret değil. Artış kontrol altına alınsa dahi (ki bu oldukça zor) ekonomik durgunluk ve hatta resesyon olasılığı var. Ancak dolar TL karşısında bu seviyelerde kalmayı sürdürürse, ekonomik durgunluk ortamında yükselen fiyatlar ile karşılaşabiliriz. Kısacası, ABD Hazine Bakanı John Connally’nin Bretton Woods sistemi sonlanırken söylediği söz hala geçerliliğini koruyor: “Dolar bizim paramız, ama sizin sorununuz”.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.