2017 Davos Zirvesi: Kapitalizmin neoliberalizm ile yüzleşmesi
Hem teknolojik gelişmenin yıkıcı etkilerinin ortaya çıktığı bir dönemde olduğumuz vurgulanıyor, hem de 4. Sanayi Devrimi (4IR) ile teknolojik gelişmenin süreceği belirtiliyor. Tam da K. Marks’ın altını çizdiği gibi, teknolojik gelişme bir yandan bir zorunluluk, diğer yandan krizlerin katalizörü.
2016’daki dünya gündemi 2017’ye aktarılıyor, hatta sorunlar daha da yoğunlaşıyor. 17-20 Ocak 2017 tarihinde Davos’ta gerçekleştirilecek olan Dünya Ekonomik Forumu’nun (World Economic Forum, WEF) gündemine bakıldığında, küresel kapitalizmin liderleri de benzer düşünüyor! Davos’ta gündem; günümüz kapitalizminin, neoliberalizmin sonuçları ile yüzleşmesi.
NEOLİBERALİZM ELEŞTİRİSİ!
Davos Zirvesi öncesi, Zirve’nin gündemini ve genel perspektifini belirleyen bir çerçeve metin olarak Küresel Riskler Raporu (GRR) yayımlanır. Bu yılki rapor, ilginç vurgular içeriyor. Rapora göre, 2008’deki finansal çöküş sonrasında ekonomik toparlanmanın zayıf olması, son dönemde ortaya çıkan “müesses nizam karşıtı popülist hareketler” sorununun bir yanını oluşturuyor. Meselenin diğer yanı ise, ekonomik büyümenin canlanmasının ekonomideki sorunların üstesinden gelmeye yeterli olmaması.
Nedir bu sorunlar? Gelir eşitsizliği en başta geleni. Raporda, 20. yy. boyunca sanayileşmiş ülkelerde gelir eşitsizliğinin istikrarlı bir şekilde azaldığına işaret ediliyor. Buna karşın, 1980’lerden itibaren bu eğilim bozuluyor. ABD, İngiltere ya da Kanada gibi ülkelerde en çok kazanan yüzde 1’lik kesimin geliri hızla artmaya başlıyor (GRR, 2017, 11). Burada yapılan utangaç da olsa bir neoliberalizm eleştirisi. Zira sorun eğer gelir eşitsizliklerinin artması ise ve bu 1980 sonrasında olduysa, bunun sorumlusu neoliberal politikaların kendisidir.
İşin ironik yanı, şimdi Davos’ta dahi eleştirilen neoliberal politika paketi, 1970’li yıllardaki krizde sermayenin küresel eşgüdüm ihtiyacını karşılamaya yarayan Davos Zirvesi’ni oluşturan temel ilkelerden biri idi. Küreselleşme, serbest ticaret, özelleştirme ve emek piyasalarının esnekleştirilmesi gibi öneriler, çoğu kez güçlü bir şekilde bizzat Davos Zirvesi’nde dile getirildi. Şimdi yaşanan, kapitalizmin liderlerinin, bir dönem önce kapitalizmin krizinden çıkış için önerilen sermaye programı olan neoliberalizmin yarattığı sonuçlarla yüzleşmeleri.
Küresel Riskler Raporu’ndaki “neoliberalizm eleştirisi” burada bitmiyor. 2008 çöküşü sonrasında krize karşı verilen politika tepkisi de eleştiriliyor. Buna göre, 2008 sonrasında ana politika tepkisi para politikası kanalı ile şekillenmişti. Miktarsal genişleme programları ise bu kanaldan gelen temel uygulama oldu. Ancak miktarsal genişleme uygulamasının sonucu, gelir eşitsizliklerinin artması oldu: Finansal varlıkları elinde bulunduranların gelirleri hızla artarken, diğer kesimlerin gelir artışları kayda değer olmadı. (GRR, 2017, 12).
KAPİTALİZMİN KRİZİ
Raporun genel çerçevesi, kapitalizmin yapısal mantığını yansıtması açısından oldukça ilgili çekici, özellikle teknolojik gelişmenin yönetilmesi ile ilgili kısımları. Raporda, bir yandan teknolojik gelişmelerin yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlar ortaya konuyor, diğer yandan da teknolojik gelişmenin zorunlu olduğu. Hem teknolojik gelişmenin yıkıcı etkilerinin ortaya çıktığı bir dönemde olduğumuz vurgulanıyor, hem de 4. Sanayi Devrimi (4IR) ile teknolojik gelişmenin süreceği belirtiliyor. Tam da K. Marks’ın altını çizdiği gibi, teknolojik gelişme bir yandan bir zorunluluk, diğer yandan krizlerin katalizörü.
Kapitalist üretim yapısında firmalar üzerindeki rekabet baskısı, emekçilerin üretim sürecinden kovulmasıyla sonuçlanan teknolojik gelişmelerin temel itkisidir. Diğer yandan üretim faaliyetinde değer yaratan yegane unsur emek gücüdür. Bu bizi bir paradoksa getirir. Firmalar rekabet nedeniyle teknolojik gelişmeyi hızlandırdıkça, emek gücünü üretim sürecinden kovarlar. Emek gücü, değerin kaynağı olduğu sürece, emekten tasarruf eden teknolojilerin geliştirilmesi, kar oranını düşürecektir. Kısacası teknolojik gelişme, hem kapitalizmin alamet-i farikasıdır, hem de onun krizinin kaynağı.
Rapor’a dönersek, 1997 ile 2007 arasında, ABD’de imalat sanayinde gerçekleşen iş kayıplarının yüzde 86’sının üretkenlik artışı nedeniyle, sadece yüzde 14’ünün ticaret nedeniyle gerçekleştiğine işaret ediliyor (WRR, 2017, s. 14). Buna ek olarak, teknolojik değişimin, gelirin emekten sermaye aktarılmasına neden olduğuna dikkat çekiliyor. OECD verilerine göre, 1990 ile 2007 arasında emeğin milli gelir içindeki payının azalmasının en önemli nedeni (yüzde 80’i) teknolojik gelişmeler (WRR, 2017, s. 15).
DEMOKRASİNİN KRİZİ
Raporda dile getirilen bir başka konu başlığı ise, Batı demokrasilerinin krizde olup olmadığı. Özellikle ekonomik krizin etkisiyle gelişen müesses nizam karşıtı hareketlerin giderek güçlenmesi, bir endişe kaynağı haline gelmiş durumda. Raporda demokrasinin krizi için üç neden sıralanmış, (i) hızlı ekonomik ve teknolojik değişme, (ii) sosyal ve kültürel kutuplaşmanın derinleşmesi, (iii) hakikat-sonrası siyasi tartışma. Bu krizi aşmak için ise “duyarlı ve sorumlu liderlik” öneriliyor. Kısacası Davos bu yıl, “liderler, küreselleşmiş piyasa kapitalizmi tarafından göz ardı edilen insanların samimi öfkesine nasıl karşılık verebilir?” sorusunun yanıtını aramak için toplanıyor. Yani küresel sermayenin, dünya liderlerine, potansiyel isyanlarla baş etme yollarını öğrettiği bir çalıştay niteliğinde.
KAPİTALİZM DİKİŞ TUTMUYOR!
Kısacası, kapitalizm dikiş tutmuyor! 2008’den beri Davos benzeri uluslararası platformların gündemini belirleyen başlıklara bakıldığında, sadece ekonomik anlamda değil, siyasal ve sosyal olarak da kapitalizmin tarihindeki en önemli krizlerden birinin içinden geçmekte olduğumuzu anlayabiliriz. Henüz ortada kapitalizmi aşmaya yönelmiş kuvvetli sosyal hareketler yok. Hatta hakim eğilim, patlayan dilişlere yama yapmak yönünde. Önümüzde duran sorun şu: 2008’den itibaren dünyanın farklı yerlerinde saman alevi gibi parlayıp sönen itirazların sistemik bir program etrafında birleştirilmesini sağlamak. Bu, herhangi bir tadilat çabasının dahi çalışanlar lehine sonuç vermesinin tek koşulu.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024
Ekolojik emperyalizm 07 Kasım 2024
IMF, çoklu kriz konjonktüründe ne öneriyor? 31 Ekim 2024
Almanya’nın ekonomik modeli krizde mi? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI