YAZARLAR

Ateş bu kez bizi de yakar

Her yeni açıklama ile yeni düşmanlar yaratıyoruz kendimize. Dengeyi zor sağladığımız ipte bugünlerde İran’ı da koyduk hedefe. Trump için hava hoş, nasılsa biz muhatap olacağız.

Dış politikada en başarılı olduğumuz alanlardan birisi düşman yaratmak. Çok da kullanışlı. Dışarıda pazarlık gücü elde ederek bölgesel ve küresel ‘oluş ve bozuluşlarda’ sınırlı kullanımlıklar sergileyerek değerlenebiliyorsunuz, içeride de kendi kitleniz başta olmak üzere kahraman olabilmenin yanı sıra sizi destekleyen başına daha çok satabilmeleri için manşet yaratıyorsunuz.

Erdoğan’ın son körfez turu sırasında İran ile ilgili verdiği mesajlar tam da bu çerçeveye uygun.

İran gibi ülkelere karşı bu söylemin görünmeyen, çok çabuk hissedilmeyen tarafı ise acısının zaman içinde çıkması.

Erdoğan sadece Suriye özelinde değil, bölge dizaynında ve dolayısıyla Türkiye’nin de geleceğini etkileyen süreçte yönünü çevirdiği Katar’da İran’ın “Pers milliyetçiliği” yaptığını söyledi.

Yüzyıllardır o veya bu şekilde ciddi sorun yaşamadığımız İran ile ilişkiler iki ülkenin ‘birbirlerinin hassas noktalarına dokunmama’ esasına göre iyi kötü sürüyordu.

Türkiye’de Rıza Zarrab, İran’da Babek Zencani tarafından yürütülen ‘ABD ambargosunun delinmesi formülü’ ile ikili kader birliği noktasına bile yaklaşmıştı.

Suriye’de dolaylı karşılaşma bile iki ülke arasındaki ekonomik ve diğerinin alanına girmeme temelindeki komşuluk ilişkisini etkilememişti.

Ama tüm bunlara rağmen hükümetin Şii - Pers alerjisi en küçük bir vesilede depreşiyor. İşin kötü yani bu hassasiyetler salt Türkiye’nin ekonomik ya da siyasal çıkarlarından kaynaklanmıyor.

Öyle olsa yanı başımızdaki dev pazar - partner İran ile ekonomik ilişkiler daha da geliştirilir ve en azından yılda bir ekonomik paket sunulan doğu ve güneydoğu ekonomisinin canlanması için adım atılmış olur.

Yine öyle olsa bölge ülkelerinin Rusya ile işbirliği arayışlarına paralel Rusya, İran, Irak ekseninde tansiyonu düşürecek ‘aklı başında’ diplomatik ve siyasi adımlar atılabilir.

Ama hayır. Erdoğan’ın motivasyonu ‘salt Türkiye’nin çıkarları’ yerine ABD ve Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin ekonomik ve dinsel savaşları kaynaklı.

IMF’ye borcumuzun bitmesi ile övünen Erdoğan, Türkiye’yi kendi dini anlayışlarına çekmeye çalışan ve bunun için ‘hiçbir masraftan kaçınmayan’ Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin petrodolarlarının esaretine sokuyor, diğer yandan sınır komşusu İran’ı küstürüyor.

Bizzat kendi söylemi ile ‘Hıristiyan Batı’ ve ‘Siyonist İsrail’ Erdoğan’ı ‘Şii’ İran kadar rahatsız etmiyor.

İşte tam da bu nedenle Trump’ın bir telefonu ile ‘sol anahtarı’ değişiyor ve Türkiye daha dün ‘Suriye’de barış için aynı masayı paylaştığı’ bölgesel güç İran ile ilgili olarak başka telden çalmaya başlıyor.

Körfez gezisi sırasında yapılan açıklamalar ve verilen görüntüler bir bölge için umut vermek bir yana bölge için kötü senaryoların yeniden düşünülmesine neden oluyor.

İyi ama bunun sonu nereye varacak? Trump’ın Rusya ile ilgili niyetlerini ‘şimdilik’ hayata geçiremeyeceği ağırlık kazandı. Belli ki Trump’ın önce kendi evinin önünü temizlemesi gerekiyor. Buna izin verilip verilmeyeceği ise muamma.

Diğer yandan Türkiye, Astana sürecinde gösterdiği teveccühten daha büyüğünü Körfez’de göstererek Suudi Arabistan’ı yeniden oyuna soktu. Yemen’de ‘terlikli’ Husiler ile bile baş edemeyen Suudi Arabistan ise yeni ittifak çerçevesinde ‘asker gönderebileceğini’ açıklıyor.

Bölge ile ilgili bütün hatalı politikalarına rağmen Obama, İran’ın yerini fark etmiş ve muhtemelen dış politikasındaki -Küba ile birlikte- tek olumlu adımı İran konusunda atmıştı.

Ama şimdi süreç tersine dönmeye başladı. Bunun alt yükleniciliği de tıpkı Suriye’de olduğu gibi yine bize düştü!

İran’da son günlerde meydana gelen gösteriler daha çok elektrik kesintileri ile ilgili ve lokal hadiseler olarak görülüyor. Ama eğer sıra İran’a gelmişse ve Türkiye burada da bölge gerçeklerine uymayan bir tavır alırsa bu kez ateşin bize sıçraması kaçınılmaz. Hükümet bunu görmüyor olabilir ama Türkiye’de devlet aklından bunu beklemek çok lüks bir beklenti olmasa gerek.

Irak yandı sustuk, Suriye yandı susmakla kalmadık körükledik. Peki ya İran yanmaya ya da İran başlığı altında bölge yanmaya başlarsa? Yangının bize sıçramasına da gerek yok, ateşi bile bizi yakar. Bunu görebilmek çok mu zor?

Ülke içinde kontrollü kriz şimdiye kadar becerildi ama ‘sınırı aşınca’ alan genişliyor ve işin içine başkaları da girmiş oluyor, haliyle hesaplar karışıyor. Üstelik her yeni açıklama ile yeni düşmanlar yaratıyoruz kendimize.

Dengeyi zor sağladığımız ipte bugünlerde İran’ı da koyduk hedefe. Trump için hava hoş, nasılsa biz muhatap olacağız.

Suriye’de yapılan vahim hata İran’da da tekrar edilirse bu kez altından kalkamayabiliriz.


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.