Paterson: Sıradanın şiiri
Jim Jarmusch, Paterson kasabasında Paterson adlı bir belediye otobüsün şoförünün şiirle olan tutkulu ilişkisini konu ediniyor. Günlük rutinlerin arasındaki olağanüstü ayrıntıları bulup çıkararak anlatıyor seyirciye.
Her gün aynı saatte çalan telefon, aynı masada aynı yöne bakarak yapılan kahvaltı, aynı sokaklardan yürüyerek ulaşılan işyeri, aynı iş arkadaşının başına gelenlerle ilgili günlük söylenmeleri, aynı hatta gün boyu gidip gelmekten ibaret bir iş…
Günlük hayatın rutinliği, sıkıcılığı ve insan ruhunu nasıl da bitirdiği sinemanın çok sevdiği konulardan. Bu tür filmler, önce karakterinin sonra da seyircinin içindeki bazı duyguları dürterek artık harekete geçmesi, bu sıradan hayatı değiştirmesi gerektiğini; içindeki cevheri ortaya çıkarırsa yepyeni bir dünyanın kapılarının açılabileceğini salık verir. Sinemayı ‘şiir’ ve ‘sıradan hayat’ ile yakınlaştırmada en maharetli yönetmenlerden Jim Jarmusch’un elinde ‘rutin’ ve ‘sıradanlık’ bambaşka bir anlam kazanıyor oysa.
RUTİNİN DEĞİŞKENLİĞİ
“Paterson”, Paterson adlı bir otobüs şoförünün hayatına davet ediyor seyircisini. Sevgilisi Laura ve köpekleri Marvin ile tipik bir Amerikan evinde yaşamaktadır Paterson. Kahramanımızın ismiyle aynı adı taşıyan kentin belediyesinde otobüs şoförü olarak çalışan Paterson’un bir haftasına tanıklık ediyoruz. Beş iş günü ve bir hafta sonu. Paterson, her sabah aynı saatte kalkar, aynı sandalyede kahvaltı yapar, aynı sokaktan geçerek iş yerine ulaşır. Otobüsüyle aynı hattı akşama kadar gider-gelir. Akşam olunca yemek yer, yürüyüşe çıkardığı Marvin’in her akşam uğradığı barın önünde bırakıp içeri girer ve birkaç bira içer. Yalnız Paterson’un benzer hikayelerin kahramanlarından farklı bir özelliği vardır. O şiir yazar. Bu rutinin içinde, sabahları otobüsünü çalıştırmadan önce, öğlen aralarında ve akşam garajında şiir yazmak/okumak da vardır.
Jim Jarmusch, rutin gibi gördüğümüz şeylerin hiç de öyle olmayabileceğini anlatıyor bu kez. Paterson’un günü rutin gibi görünse de, her sabah farklı bir konuşma geçiyor Laura ile aralarında. İşe yürürken değişik insanlar görüyor. İş arkadaşının söylenmeleri bitmiyor ama konusu her gün değişiyor. Evet, otobüs aynı hatta gidip gelse de otobüste konuşulanlara kulak kabarttığımızda konunun güncellendiğini, çeşitlendiğini görüyoruz. Bir gün iki işçi kendilerine ilgi gösteren kadınlar hakkında konuşurken, bir başka gün iki genç anarşizm üzerine sohbet ediyor. Böylece Paterson’un rutinmiş gibi görünen hayatının her gün yenilendiğini, yenilendikçe de kahramanımız için yazacak malzeme üretme sıkıntısının ortadan kalktığına şahitlik ediyoruz. Yapılacak şeyler rutinmiş gibi görünse de, hiçbir günün bir öncekine benzemeyeceğini; sokaktan değişen insanlar, otobüste konuşulanlar ile akıp giden bir hayatın değişkenliğini anlıyoruz Paterson ile birlikte.
ŞİİRİ, ŞİİR OLDUĞU İÇİN SEVMEK
Kaldı ki, Paterson’un bu rutinden şikâyet ettiğine ya da içinin karardığına dair en ufak bir emare göremiyoruz. Başka türlü bir Amerikan bağımsızında ‘arıza’ kadın olarak karşımıza çıkması muhtemel Laura’nın bir gün kek yapmak, diğer gün gitar çalmak gibi heveslerinin ‘yabancılaşmışlık’tan değil de meraktan, kendini tanıma isteğinden kaynaklandığına ikna olmamız uzun sürmüyor. Marvin ile Paterson arasındaki Laura’ya dair rekabetin her gün başka bir boyutuyla karşımıza çıkması daha da renklendiriyor hikayeyi.
Film Amerikan şiirinin önemli isimlerinden William Carlos Williams’ın aynı adlı eserinden alıyor ilhamını. New Jersey’in Paterson isimli kasabasında yaşayan Paterson isimli şairin en sevdiği yazarların da başında geliyor bu isim.
Jim Jarmusch'un evreninde rutinin içindeki ayrıntılar belirginleşirken Paterson da bu ayrıntıları şiire çevirmeyi başarıyor. Film boyunca ekranda beliren yazılardan şiirlerini takip ediyoruz. Bu şiirler bizi derinden etkilemiyor belki ama yavan da durmuyor. Tıpkı Laura’nın evin her köşesini siyah/beyaz renklerde tasarımlarla bezemesi gibi. Önemli olanın herkesin bildiği bir şair haline gelmek olmadığını, Laura’nın yeni gitarıyla söylemeyi başardığı ilk şarkının başlangıç için önemli olduğunu; yaratıcı bir işle uğraşmanın ille de birilerine gösterilmesi, pazarlanması ya da ‘satılması’ gereken ürünler ortaya koymak anlamına gelmediğini anlatıyor bize “Paterson”. Şiiri şiir, müziği müzik olduğu için sevmenin önemini, insanın önce kendisi için yaratması gerektiğini fısıldıyor kulaklarımıza. Şiir yazmanın, tasarım yapmanın, müzikle uğraşmanın kimsenin tekelinde olmadığını anlatıyor usul usul…
ORİJİNAL ADI: Paterson
YÖNETMEN: Jim Jarmusch
OYUNCULAR: Adam Driver, Golshifteh Farahani, Rizwan Manji, Trevor Parham
YAPIM: 2016 ABD
SÜRE: 118 dk.