YAZARLAR

Direniş ayağınıza geldi, neredeydiniz?

HDP kimseyi 40 derece sıcağın altında saatlerce yürümeye de davet etmedi. Direnişi, adalet talebini ayaklarına kadar getirdi. Direniş ayağınıza kadar geldiği halde ayak sürüyorsanız, direnişe niyetiniz, HDP’ye eleştiri hakkınız var mıdır?

Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nın etrafı, tıpkı Ankara’daki İnsan Hakları Anıtı gibi çepeçevre polis ve bariyerlerince kuşatılmış. Mahalleli bile kendi parkına giremiyor, çocuklarını sokamıyor. Halkın parkı halka kapalı.

Parkın ilk arama noktasında durdurulan kalabalığın içinden bir gazeteci basın kartını uzatıyor polise. “Bu sarı değil ki” deyip geri veriyor polis. Çanta, kimlik ve üst aramasının ilkinden geçip 200 metre ötedeki ikinci girişe, polislerin kuşkulu bakışları arasında varıyoruz. Tekrar kimlik, üst ve çanta aramasından geçerek nihayet parkın içine ulaşıyoruz. Parkın içinde bariyerlerden oluşturulan dar labirenti de geçtikten sonra üçüncü defa kimlik, üst ve çanta aramasına tabi tutuluyoruz. Bu aramadan da sağ salim geçip HDP milletvekillerinin “kapatıldığı” daracık alana varacakken, bir polis memuru “dur, nereye!” diye soruyor. Polisin “dur” ihtarına uymayıp kaçabileceğiniz bir yer yok. Daracık bir barikatın ortasındayız. “Üç aramadan geçtim, buradan nereye gidebilirim sizce?” diyorum. Yanıt: “Üç de olur, beş de olur hocam, kimlik göreyim.” Tekrar kimlik gösteriyorum. Çantaya bakacak gibi oluyor, sonra vazgeçiyor.

NEDEN CHP’YE GÖSTERİLEN 'MÜSAMAHA' HDP’YE GÖSTERİLMİYOR?

HDP’nin Diyarbakır’da başlatıp İstanbul’da devam ettirdiği “Adalet ve Vicdan” eylemini bırakın yüzbinlerin, bir gazetecinin bile izlemesi onca taciz sınavından başarılı geçmesine bağlıydı. Bu keyfi uygulamaya karşı sesinizi yükseltmeyegörün, en iyi ihtimalle halkın parkına sokulmaz, kötü ihtimalle de hakkınızda “işlem” başlatılırdı. Aşağılama ve caydırma maksatlı muamele bununla sınırlı değildi. Parkın içine bazı günler keyfi olarak 30, bazen 50 kişi kotası kondu. HDP’lilerin aktardığına göre, polis bazen alana girip insanları tek tek saydı ve “kota” aşılmışsa nöbeti ziyaret edenler alanın dışına çıkarıldı. Peki sebep ne? Dört tarafı bariyerlerle çevrili, gözlerden ırak bu kapalı alanda 30 yerine neden 35 kişi kalamıyor? “Çünkü öyle.” Neden “öyle?” “Çünkü böyle.” Hepsi bu.

Elbette CHP’nin Adalet Yürüyüşü’ne gösterilen “müsamahanın” HDP’ye gösterilmeyeceği baştan açıktı. Çünkü HDP, son iki yıldır aldığı tüm darbelere rağmen hâlâ bu otoriter sistemden kurtuluşun reçetesini elinde tutan başat kitle partisi. Bu, HDP’yi zorlu bir sınavla karşı karşıya bıraktığı gibi, onun siyasi olanaklarının genişliğini de gösteriyor. O halde “Adalet ve Vicdan” nöbetini Diyarbakır ve İstanbul’da parkta gerçekleştiren HDP, bu iki haftalık deneyimden dersler de çıkarabilmeli. Görüldüğü kadarıyla iktidar için bu direnişin etrafını bariyerlerle kapatmak, basına açıkça engel koymak ve halkın katılımını engellemek çok kolay. Böylesi bir kuşatmada HDP’lilerin “bariyerleri kaldırın, görün o zaman bize verilen desteği” gibi bir dile başvurmasının karşılığı yok. O halde mağdur diline yönelmek yerine direniş yöntemleri yeniden değerlendirmeye tabi tutulabilir.

DİRENİŞ AYAĞINIZA GELDİ

CHP’nin yürüyüşünü “kontrollü” bir biçimde sürdürmesine müsaade eden iktidar, bu tutumunu Avrupa’ya karşı “demokrasinin” göstergesi olarak pazarlarken, içeride birikmiş olan öfkeyi de “kontrollü” olarak dindirebileceğini düşündü. Kılıçdaroğlu da Maltepe’den sonra “yürüyüşünü” sürdürmeyerek, HDP’nin nöbetini görmezden gelerek iktidarı yanıltmamış gibi görünüyor. Ama adalet talebinin karşılanmadığı müddetçe arttığına, artacağına şüphe yok. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu tekrar “yürütecek”, HDP’yi kararlılığını sürdürmeye sevk edecek olan da talepteki bu yükseliştir.

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü HDP’liler de öyle destekledi. Çünkü birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu ve Kılıçdaroğlu doğru zamanda, doğru bir eylem gerçekleştirdi. Sonunu getirip getirmemesi kendisinin ve partisinin sınavı. Ama o yürüyüşe destek verip de HDP’nin kuşatılmış nöbetinden uzak duranlar, Adalet Yürüyüşü’nde boşuna taban tepmiş sayılır. İşin doğrusu, HDP onların desteğine muhtaç bir pozisyonda değil, ama bu otoriter düzenin altında ezilenlerin birleşmeye kuvvetle ihtiyacı var. Kılıçdaroğlu ve belli kesimler şu ana kadar bu ihtiyacı karşılamaktan uzak görünse de dönüp dolaşıp gelecekleri nokta ya mutlak itaat veya ortak direniş noktası olacak.

Bunun farkında olan, Adalet Yürüyüşü’ne de katılmış çeşitli kanaat önderleri, aktivistler vicdanlarının sesine ses veren HDP’nin nöbetini ziyaret etmekten geri durmadı. Ancak oturduğu yerden HDP’nin hiçbir şey yapmadığını ileri süren, buna karşın “ortamlarda” HDP’ye yakın olduğunu söyleyen pek çok “tanıdık” Kılıçdaroğlu’yla fotoğraf çektirme yarışına girerken aynı hevesi HDP için göstermedi. Bunun sebebi, HDP’yi iktidarın gözlükleriyle görmek değilse nedir?

HDP kimseyi 40 derece sıcağın altında saatlerce yürümeye de davet etmedi. Direnişi, adalet talebini ayaklarına kadar getirdi. Direniş ayağınıza kadar geldiği halde ayak sürüyorsanız, direnişe niyetiniz, HDP’ye eleştiri hakkınız var mıdır?

SÜRECİN MAĞDURU HDP DEĞİL

Eleştirel tutumun en iyi aynası iktidardır. İster CHP’ye ister HDP’ye yönelik olsun, muhalife yaptığınız eleştiri muhalif için değil de iktidar için kullanışlıysa, muhalifin canını acıtıp iktidarın yüzünü güldürüyorsa, o eleştiri iktidar övgüsünden ibaret kalır.

İktidarın icazet hudutları içinde hak talep edenler, ancak o hududu ihlâl edenlerin kazanımlarıyla yaşam alanı bulurlar. Gelin görün ki, HDP’nin siyaset hakkı alanı genişken başköşeyi kimseye bırakmayan bazı kesimler, iktidar o alanı daraltıp polis barikatıyla çevirdiğinde, çemberin dışına doğru sıvışıp gitti. Kimi iktidarın gazabından kurtulmak için tüm günahları HDP'ye yükleyerek, kimi de “alanı” sessiz sedasız terk ederek yaptı bunu. Oysa HDP, bazı taktiksel hatalar, aldığı ağır saldırılardan kalma yara-bereler dışında, ilkeleri itibariyle 7 Haziran öncesindeki yerinde ve dilinde ısrar ediyor. Kimse kendini aldatmasın, bu sürecin mağduru HDP değil. Direnen, en zor anda bile bir şeyler yapan değil, başını kuma gömen, “riskli” alanlardan ırak durandır mağdur.

Dolayısıyla HDP İstanbul’dan Van’a giderken “Adalet ve Vicdan” nöbetinin bir haftasını daha arkasında bıraktığı gibi, bu eyleme destek vermeyen sayısız “mağduru” da vicdanıyla baş başa bıraktı.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.