YAZARLAR

1 Mayıs ve kamusal mekân: İşgalci bir aşk

2024 1 Mayıs’ının en çarpıcı fotoğrafı, İstanbul’un tarihsel katmanlarının tam da istihkâmcı bir bakış açısıyla yorumlandığını gösteriyor. Tarihi Valens Sukemeri, Saraçhane’de toplanan ve Taksim’e yürüyüşe geçecek olan kitlenin önünde bariyer kurmak için uygun bir mevzi olarak görülmüş. 1600 yıl önce kente su getirmek için inşa edilen mühendislik ürünü, bugün kitlesel akışın önünü kesmek için seferber ediliyor.

90’ların ortalarında -hangi yıl olduğunu tam olarak hatırlamıyorum- üniversitedeki öğrenci oluşumunun hazırladığı bir takvim asılıydı öğrenci evimizin duvarında. Takvimde politik kutlama ve anma günleri özel olarak işaretliydi ve en büyük yıldız da 1 Mayıs’ın üzerindeydi. Bundan yaklaşık bir on yıl sonra, aynı günlere özel önem atfeden bir başka takvimi, askerliğimi yaparken görecektim. Bu kez aynı tarihler ‘yıkıcı’ potansiyelleri yüzünden işaretlenmiş, güvenlik önlemlerinin üst düzeye çıkacağı günleri gösteriyordu. İki takvimin çarpıcı örtüşüklüğü hiç çıkmadı aklımdan. Kolektif belleğin hem kapsayıcılığını hem de çoklu yapısını gösteren bir örnek bu; muktedirlerin de direnenlerin de önemi üzerinde ortaklaştığı, her birisinin kendi siyasal performansını ortaya koyacağı, döngüsel bir zamansallığın nirengi noktaları. 1 Mayıs, tarihsel özgüllükleri nedeniyle, bu noktaların en öne çıkanı; Türkiye’de toplumsal muhalefet açısından en büyük bir araya geliş günü.

1 Mayıs’ın toplumsal muhalefet açısından biricikliği onu kamusal mekânın siyaseti üzerine konuşmak için de ideal bir örnek yapıyor. Dahası, yine tarihsel birikimiyle, Taksim Meydanı’nın da -tüm ülke için- 1 Mayıs’ın biricik mekânı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her 1 Mayıs’ta iktidarın Taksim’i abluka altına alışında somutlaştığı gibi. ‘Taksim ısrarı’nın hem iktidar hem de toplumsal muhalefet açısından anlamı üzerine düşünmek için mekân odaklı bir bakış açısı verimli olacaktır.

KAMUSAL MEKÂN VE POLİTİKA

‘Kent hakkı’ der Lefebvre, ‘özünde kent merkezine dair bir haktır’. Bu basit önerme, kenti politik bir topoğrafya olarak tanımlar. Burada merkez soyut anlamda iktidara işaret eder; kentsel iktidarın parçası olmayı, siyasal özne olarak görünür olmayı ve karar süreçlerine katılmayı anlatır kent hakkı. Merkezin somut karşılığı ise kamusal mekândır. Fiziksel konumlarından bağımsız olarak, bir yandan kentsel gündelik hayatın, diğer yandan da kolektif bellekte kent mekânlarına dair biriken anlamların yoğunlaşmasıyla tanımlanır kamusal mekânlar. Böyle bakıldığında, gündelik pratiklerin ve toplumsal anlamların renklendirdiği bilişsel bir haritadır ortaya çıkan.

Kamusal mekân, sahne olduğu tarihi kırılmalar kadar, barındırdığı sürekliliklerle de yer tutuyor kolektif bellekte. Zira, bunlardan sadece ilkinin biriktiği yer kolektif belleğin kapsayıcı niteliğine sahip olmayacak, sadece ikincisinin biriktiği yer ise zaten özel bir öneme kavuşamayacaktır. Bu iki boyutun birlikteliği -ve bu birlikteliğin kamusal mekân için gerekliliği- ise bu mekânı ‘pürüzlü’ hale getirir: kamusal mekân ne basitçe kalabalığın mekânıdır ne de sadece politikanın. Bu birliktelik, aynı zamanda, gündelik hayatın dışında, kentin merkezinden uzakta meydanlar inşa etmenin bunları kamusal mekân yapmaya yetmeyeceğini de, 1 Mayıs kutlamalarını tarihsel süreçte öne çıkmış kamusal mekânlar yerine bu meydanlara yönlendirmenin anlamsızlığını da gösterir.

İktidar açısından, toplumsal muhalefetin ‘Taksim ısrarını’ ‘masum bulmayan’, kentin ve siyasetin kolektif belleğine dair açık, ısrarlı ve nobran bir anlamazlıktan gelme söz konusu. Bu tutumun basit bir görmezden gelme değil, Taksim’in kolektif bellekteki siyasal anlamını ve onun meşruiyetini yıpratmaya ve silmeye yönelik aktif bir tutum olduğu açık. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerek: muktedir açısından Taksim’i yasaklamak, hele bunu bugün Anayasa Mahkemesi kararına rağmen yapmak, açıkça iktidarını yeniden üretmenin, kurallardan bağışık kılmaya uğraştığı otoritesini tahkim etmenin mekânsal bir stratejisi.

BEDEN VE GÜNDELİK HAYAT

1 Mayıs’ı Taksim’de –veya herhangi bir kent merkezinde- kutlamanın mekânsal çözümlemesi için çok önemli bir başka nokta ise yukarıda andığım ve kent merkezini tanımlayan iki dinamik (kentsel gündelik hayatın sıradanlığı ve kolektif bellekte biriken anlamların özelliği) arasındaki gerilimli ilişki. Herhangi bir mitinge katılmış bir kişinin hissettiği şey miting anında hem o kent parçasının hem de o eylemi deneyleyerek var eden bedenin başkalaştığıdır. Bir mitingde bedenler gündelik hayatın uysal sıradanlığı içindeki gibi davranmaz. Sıradan bir günde aynı mekânda anormal görünecek davranış, eylem anında birden normalleşir. Aynı şey mekânın kendisi için de geçerlidir. Araçlara tahsis edilmiş mekân yayalarca işgal edilir, bilindik haliyle kentsel yaşantı durur, bir başka kentsel durumun olasılığı açılır. Kent birkaç saat sonra eski halinde dönse de, bu olasılık, yaşanan deneyimden artakalan bir tortu olarak hem kolektif belleğe, hem de kentin bilişsel topografyasına kazınır. Bu deneyimin tortusunu oluşturan şey ise tam da gündelik hayatın kesintiye uğratılmasıdır. Miting katılımcıları, yaptıkları eylemin tanımı gereği kentin rutin akışını kesintiye uğratmak, bedenleri ve sloganlarıyla görünür olmak, yarattıkları alternatif kentsellik deneyimini gündelik rutininin içine hapsolmuş kentliye göstermek isterler.

Her miting katılımcısının deneyimle bildiği bu durumu yine Lefebvre’e referansla soyutlayacak olursak, kentte süregiden gündelik hayat yabancılaşmanın yuvasıdır ve ürettiği tekdüzelikle bireyi pasifize eder. Ancak aynı kentsellik ve barındırdığı gündelik hayat, beklenmedik olanın ve anlık kırılmaların da yatağıdır; sonsuza dek yinelenecek bir döngü gibi görünen sıkıcı kentsel akış kopmaya uğradığı yerde beklenmedik durumlar, alternatif mekânsal pratikler ve öngörülmedik toplumsal deneyimler üretebilir. 68 Paris’inin meşhur sloganıyla söylersek ‘kaldırım taşlarının altındaki kumsal’ bir anda görünür olur. Ya da daha ‘bizden’ ve güncel bir örnekle, bir anda ‘her yer Taksim, her yer direniş’ olur.

İKTİDARIN MEKÂNSAL AYGITLARI

Kent mekânına dair siyasal pratiklerin bir yanında bedenlerin dolaysız hareketi varsa, diğer yanında da iktidarın kontrol ve denetim teknolojileri bulunuyor. Son yıllarda literatürde yer bulan ‘yeni askeri şehircilik’ kavramı, güncel kontrol teknolojilerinin giderek daha çok ve açıkça askeri bir mantıkla kentsel gündelik hayat üzerinde etkinleşmesini anlatıyor. İktidarın kentin politik topoğrafyasını yorumlayışı, bu anlamda, askeri bir terim olan ‘istihkâm’ mantığına dayanıyor. Terim, sözlük anlamıyla siper, korunaklı bölge anlamına gelirken, askeri terminolojide doğal ve yapılı çevreyi manevraya uygunluk açısından inceleyen ve çevrenin bu boyutunu çeşitli müdahalelerle artırmaya veya azaltmaya çalışan uzmanlığı anlatır. 2024 1 Mayıs’ının en çarpıcı fotoğrafı, İstanbul’un tarihsel katmanlarının tam da istihkâmcı bir bakış açısıyla yorumlandığını gösteriyor. Tarihi Valens Sukemeri, Saraçhane’de toplanan ve Taksim’e yürüyüşe geçecek olan kitlenin önünde bariyer kurmak için uygun bir mevzi olarak görülmüş. İstihkâmcılığın İngilizce karşılığı olan military engineering (askeri mühendislik) tanımına uygun şekilde, 1600 yıl önce kente su getirmek için inşa edilen mühendislik ürünü, bugün kitlesel akışın önünü kesmek için seferber ediliyor.

Yukarıda da vurguladığım gibi, kamusal mekân fiziksel olduğu kadar bilişsel de bir mekân; kolektif belleğimizde yeri var ve mekâna ilişkin toplumsal anlamlar burada birikiyor, katmanlaşıyor ve tortular biriktiriyor. Ama bu tortu, bazı tarihsel anlarda da billurlaşıp berraklaşıyor; tıpkı 2013’ün Haziran’ında olduğu gibi. Dahası, bu billurlaşma, kolektif bellekte yeni nirengi noktaları inşa ediyor. Bu anlamda 1 Mayıs ve Taksim ilişkisinin artık bir de Gezi Direnişiyle belirlendiğini de akılda tutmak gerekiyor. Muktedir açısından iki ağacı kesecekken öngörülemez bir direncin ortaya çıkabileceğini, direnenler açısından ise birkaç haftalığına da olsa özgür ve müşterek bir yaşamın imkânını hatırlatıyor, hatırlatacak.

Bu yıl da hukuksuz bir şiddetle engellendi 1 Mayıs’ın Taksim’e kavuşması. Olsun. 1 Mayıs ile Taksim (burada rahatlıkla, daha genel olarak ‘kamusal mekân’ da diyebiliriz) arasındaki, Cemal Süreya’nın dizeleriyle söylersek, ‘işgalci bir aşk’; ‘Samanlık sevişenin diyor/ Başka şey demiyor’.


Bülent Batuman Kimdir?

Adana’da doğdu, Ankara’da yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da tamamladı. Bir süre Mersin Üniversitesi’nde görev yaptı; halen Bilkent Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı ile Mimarlık Bölümlerinde öğretim üyesi. Kentsel tasarım ve modern şehirciliğin kültürel politikaları üstüne dersler veriyor. Araştırma konuları arasında yapılı çevrenin toplumsal üretimi, modern mimarlık ve şehircilik kuram ve tarihi, kentsel siyaset bulunuyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde ve Avrupa Mimarlar Konseyi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Journal of Urban History ve Praksis dergilerinin yayın kurulu üyesi. Yayınlanmış kitapları şunlar: The Politics of Public Space (2009), Mimarlığın ABC’si (2012), New Islamist Architecture and Urbanism (2018; Milletin Mimarisi başlığı ile Türkçeleştirildi, 2019), Kentin Suretleri (2019), Cities and Islamisms (derleme, 2021).