100. yılda lubunyalar: Heteroseksizmden özel harbe
Siyasal lubunyafobi sadece lubunyaların hak talebine karşı bir tepki değil, siyasal iktidarın toplumu daha sıkı denetim altına alabileceği yeni araçlar oluşturan bir örgütlenme stratejisi.
Sinan Birdal*
Türkiye’nin özgün cinsellik rejimi kimi zaman Klasik İslam, Osmanlı, Orta Asya, Anadolu’ya has Batılılaşma öncesi özgün kültürler öne çıkarılarak tarif edilir. Modern heteroseksizmin Osmanlı toplumunda geleneksel bir değer olmadığı, tersine yukarıdan aşağıya Batılılaşmayla empoze edildiği sıkça dile getirilir. Bu çok şaşırtıcı değil, nitekim burjuva milliyetçiliğinin ürünü olan modern heteroseksizm, doğduğu Batı’da da cinsel çeşitlilik barındıran toplumlara yukarıdan aşağı uygulandı. Yine de Türkiye’yi ABD, İngiltere ve Almanya’dan ayırt eden en önemli tarihsel fark iki erkek arasındaki cinsel ilişkinin ülkemizde suç sayılmamış olması. Burada modernleşme öncesi cinsellik kültürü kadar cumhuriyetin Fransız, İsviçre ve İtalyan kanunlarını tercih etmiş olmasının da etkisi var.
1926’da, bir yıl önce ilan edilen olağanüstü hal sırasında, kanunlaşan Türk Ceza Kanunu 1899 İtalyan Ceza Kanunu'nu model almıştı. Zanardelli Kanunu olarak bilinen bu yasa Katolik Kilisesi’nin eşcinselliği suç sayan hukukunu kaldırmış, bunun yerine liberal kamusal-özel alan ayrımı temelinde bir baskı rejimi kurmuştur. Kanunu yapanlar eşcinselliği ceza kanunundan çıkarırken onu hoş görmek niyetinde değillerdi. Liberallerin amacı toplumda (aile ve cinsellik gibi) kilisenin kontrol ettiği alanı devletin eline almaktı. Katolik kanon hukukuna karşı liberal ceza doktrinini Bakan Zanardelli özetler: Eşcinselliği bir suç olarak kayda geçmek dahi zararlıdır, “bu ağza alınmayacak ahlaksızlıkların (vizi innominabili) isimsiz” bırakılması gerekir (Marques 2015: 97). Bakanlığın komisyon raporu da aynı sonuca ulaşır: “Bazı şeylerden ne kadar az bahsedilirse o kadar iyidir.” (Marques 2015: 98) Nitekim faşist İtalya’nın ceza yasası 1930 Rocco Kanunu da aynı gerekçeyle Zanardelli’yi takip eder. Bu cinsel rejimde baskı uygulaması genel ahlak gibi soyut gerekçelerle güvenlik polisi ve (toplumsal düzendeki işleyişi yeniden şekillendirilen) kilise ve yerel kontrol birimleri eliyle işler.
CUMHURİYETİN CİNSELLİK REJİMİ : 'GENEL AHLAK' VE 'KAMU DÜZENİ'
Liberal ceza doktrininin izlerini, 1961 Anayasası'nı kaleme alan hukukçulardan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun nikahsız bir arada yaşayan heteroseksüel çiftlere dair medeni hukuk yorumunda görmek mümkün. Velidedeoğlu’na göre ahlak dışı davranışlar olan nikahsız ilişkiler kanunla yasaklanmaz, ama bunlar “cemiyetin manevi müeyyidesine mazhardırlar. Bu kaideleri saymıyanları toplum hoşgörmez; onları affetmez; bu gibileri takbih eder, adeta cemiyet dışında tutar.” (Hıfzı Veldet 1948: 9). Aileler böyle çiftleri evlerine, topluluklarına ve toplantılarına davet etmezler; onlarla yakın ilişkiden kaçınırlar. “Bu gibi müeyyideler tamamen manevi mahiyette olmakla beraber, bazen bunlar toplumda devletin maddi müeyyidelerinden daha tesirli bir manevi tazyik yapacak mahiyette oldukları için, ferdler bu ahlak kaidelerine riayet mecburiyetinde kalırlar.” (Hıfzı Veldet 1948: 10). Velidedeoğlu ahlaki yaptırımları gelenekçiliğin değil inkılapçılığın bir gereği olarak görür: “Aile bugünkü cemiyetin özü, çekirdeği olduğu için aile münasebetlerinin düzgün olmasında cemiyet sıkı sıkıya alakadar ve menfaattardır.” (Hıfzı Veldet 1948: 209) İsviçre Medeni Kanun'u milli bir karakter taşırken, Türk Medeni Kanunu'nun Türk örf ve adetleriyle ilgisi yoktur. Türkiye'de bu kanun örfe değil akla dayanmaktadır. Dolayısıyla İsviçre'de bu kanun muhafazakârken, Türkiye'de “radikal inkılâpçıdır” (Hıfzı Veldet 1948: 161).
Cumhuriyetin mirası “genel ahlak” ve “kamu düzeni” kavramları Türkiye’de sadece lubunyaları değil tüm toplumu denetleyen kanun hükmünde idari/adli tasarrufların hukuki gerekçesini oluşturdular. Ancak 2015’ten itibaren “önleyici doktrin” olarak tarif edilebilecek farklı bir strateji somutlaştı. Lubunyaların bir araya gelmesini, kültürel etkinlikte bulunmasını, sosyalleşmesini yasaklayan idari kararlar, onları “hassas toplumun tepkisinden” koruyan, önleyici tedbirler olarak gerekçelendirildi. 2023’te parlamentoda Anayasa Komisyonu’nda görüşülen değişiklik teklifinin görüşmelerinde de vurgulanan bu “önleyici doktrin” cinsellik rejiminde niteliksel bir dönüşüme işaret ediyor.
ÖNLEYİCİ ÖZEL HARP DOKTRİNİ
AKP iktidarı -başka toplumsal alanlar gibi- cinsellik rejimini önleyici harp doktriniyle yeniden şekillendiriyor. “Genel ahlak”, “kamu düzeni”, “adap” gibi genel hükümlerle işleyen, adlandırmaktan kaçınan bir cezalandırma/dışlama düzeninden, lubunyaların “LGBTciler” diye lakapla çağrıldığı ve terörle özdeşleştirildiği bir düzene geçiyoruz. Bu dönüşümü nasıl yorumlamalı?
Tepki (backlash) argümanı, LGBTİ+ya karşı düzenlenen kampanyalara dair sıkça başvurulan bir açıklama. Bu açıklamanın ikna ediciliği totolojiye yaklaşan basitliğinde: “Görünür hale gelen hedef haline gelir.” Ancak bu açıklama hadisenin belirli bir momentini sosyolojik bir kural olarak genelliyor. Argüman temelde lubunyaların erken yaşlardan itibaren heteroseksizm ve toplumsal fobinin hedefi olduğunu ve toplumsallaşma ihtiyacının bu koşullarda nasıl bir ihtiyaca denk düştüğünü gözardı ediyor. Yani, cinsel kurtuluş ve reform hareketlerinin de yasak ve baskıya bir tepki olduğunu analize dahil etmiyor. Bunun ötesinde “tepkinin” hangi araçlarla örgütlendiğine değil, ya soyut bir değerler çatışması, kültürel modernleşme tartışmasına ya da (en kötüsü) basmakalıp komplo teorilerine yöneliyor. Siyasal şiddete odaklanan açıklamalar mevcut psikolojik harbi daha isabetli tarif edebilmek için alternatif sunuyorlar.
Eşcinsellere yönelik siyasi şiddeti inceleyen çalışmalar, ekonomik kriz ve egemenlik krizi dönemlerinde iktidarlar tarafından girişilen kampanyaları “siyasal homofobi” terimiyle karşılıyorlar. Bu kavramı Türkçe’de cinsel çeşitliliği kapsayıcı bir şekilde siyasal lubunyafobi olarak yeniden formüle etmeli. Siyasal şiddet epizotlarına odaklanan bu kavram, kurumsal ve kültürel heteroseksizmden farklı olarak kitle hareketi yaratmaya çalışan bir psikolojik harp seferberliğini yorumlayabilmek için uygun bir araç.
LGBTİ+lara karşı seferberlik 2013’ten itibaren gerçekleşen rejim dönüşümünde çatışmadan işbirliğine yönelen eski hasımları buluşturan bir alan. Asrikacı SADAT’ın psikolojik harp uzmanı Nevzat Tarhan’la Avrasyacı Vatan Partisi başkanı Doğu Perinçek’in lubunyalara karşı toplumsal seferberlikte bir arada yürümeleri, basitçe lubunya görünürlüğüne tepkiye indirgenemeyecek hassas güç dengelerinin bir ürünü. Birbirleriyle amansız hasım oldukları AKP’nin açılım yıllarında Tarhan da Perinçek de farklı ideolojik gerekçelerle çoktan lubunyalara karşı düşüncelerini kaleme almış ve yayımlamışlardı. Bu ikisini aynı siyasal kampanyada örgütleyen iktidar yapısı 2013 Gezi hareketlerinden itibaren oluşmaya başladı. Dolayısıyla güncel kampanyayı başkanlık rejiminin yukarıdan aşağı kurulduğu bir girişim olarak ele alabiliriz. Toplumdaki tepkinin itelediği değil, siyasi girişimciler tarafından tasarlanan bir kampanya söz konusu.
BASTIRICI VE ÖNLEYİCİ SEFERBERLİKLER
Kampanyanın hedefinde cinsel kurtuluş ve reform hareketlerinin on dokuzuncu yüzyıldan beri çeşitli biçimlerde dile getirdikleri “kendi kaderini tayin” hakkı var. Kendi bedenini, cinsiyetini, cinselliğini, giyim-kuşamını, yürüyüşünü, konuşmasını, arkadaşlarını yani nasıl yaşayacağını tayin etme hakkı. Ancak siyasal lubunyafobi sadece lubunyaların hak talebine karşı bir tepki değil, siyasal iktidarın toplumu daha sıkı denetim altına alabileceği yeni araçlar oluşturan bir örgütlenme stratejisi. LGBTİ+ları hedefe koyan kampanya, ailenin devletin modüler bir politika birimine dönüşmesinin kurucu bir sacayağı. Bu bağlamda mevcut kampanya Gezi’den sonra geliştirilen karşı-ayaklanma stratejisinin bir parçası. Parklara karşı millet bahçeleri girişimlerinin büyük şehirlerdeki iktidar erozyonunu durduramadığı bir dönemde kentli nüfusu yeniden fethetmenin bir aracı.
Princeton Üniversitesi’nden Mark Beissinger (2018) “Karşı-Devrimin Toplumsal Kaynakları” başlıklı makalesinde devletin sokaktaki toplumsal muhalefete karşı örgütlediği sivil seferberlik kampanyalarını ele alır. 2013 Gezi protestolarının Beissinger’in ele aldığı Tahrir ve Meydan gibi örneklerden temel farkı bir iktidar değişimi hedeflememiş ve bunu gerçekleştirmemiş olması. Ancak buna rağmen Gezi’nin, devletin toplum-kontrolü araçlarında ve iktidar paylaşımı kompozisyonunda ciddi bir değişim yarattığı tespit edilebilir. Her toplumsal hareket devletin örgütlenişinde belirli bir güncellenmeyi mecbur kılar. Bu bağlamda Beissinger’in “neden bazı rejimlerin normalde asker ve polisin gördüğü baskı işlevini üslenen karşı-devrimci seferberliğe giriştiği” sorusu Türkiye açısından tartışılmaya değer.
Beissinger’e göre devlet destekli karşı-devrimci toplumsal seferberlikler inandırıcı bir devrimci tehdite cevaben ortaya çıkıyor. Bu tespit indirgemeci tepki argümanını destekliyor gibi görünse de aslında argümanın eksikliklerini belirginleştiriyor. Birincisi, “devrimci tehdit” tanımında iktidarın protestoyu algısı ve protestoya dair yaratmak istediği kamuoyu algısı arasında bir ayrım yapmak şart. Gezi’nin anayasal düzeni, LGBTİ+ların aile düzenini yıkacağı gibi suçlamalarla, bunları hedef ve kapasitelerinin çok ötesinde bir tehdit olarak güvenlikleştiren propagandayı, iktidarın bu hadiselere dair yaptığı siyasal değerlendirmeden ayırt etmeli. İkincisi, LGBTİ+lara karşı kampanyanın hedeflediği görünürlükte Gezi’nin rolü vurgulanmalı. Gökkuşağının merdivenlere, duvarlara, kaldırımlara boyandığı bir süreçte cinsel kurtuluş ve reform hareketinin sembolü Gezi protestolarının simgelerinden biri haline geldi. 2013 yazında Gezi’nin hemen ardından gerçekleştirilen İstanbul Onur Yürüyüşünün kitleselliği LGBTİ+ taleplerinin daha geniş bir kamuoyu tarafından sahiplenildiğinin bir göstergesiydi. 2015’te İstanbul Onur Yürüyüşü’ne uygulanan polis müdahalesi de Gezi sonrası yürürlüğe sokulan ve Gezi’de harekete geçen tüm toplumsal grupları farklı biçimlerde hedef alan bir baskı rejiminin işaretiydi. Üçüncüsü, Beissinger’in de dikkat çektiği gibi karşı-devrimci seferberlik kimi zaman devrimci hareketlerin ortaya çıkmasını engellemek için önleyici bir şekilde yürürlüğe konuluyor. İktidarın LGBTİ+lara karşı başlattığı güncel seferberlikte, ayaklanma-bastırma stratejisinden ayaklanma-önleme stratejisine doğru bir değişim gözlemleniyor. Rejim stratejisindeki bu değişim toplumla ilişkilerin tümüne teşmil edilebilir.
FOBİYLE AKILLARI VE KALPLERİ KAZANMAK
Beissinger, iktidarın toplumsal hareketlere karşı örgütlediği seferberliklerin sadece patronaj-müşteri ağı ya da saadet zinciriyle açıklanamayacağını, bunların mutlaka mevcut bir toplumsal gerginliği hareket geçirmek zorunda olduğunu vurguluyor. Kampanya siyasi ve ekonomik patronaj ağlarına dahil olan gruplar tarafından örgütlense de bunları ortaklaştıran ve bir bütün olarak topluma seslenmelerini mümkün kılan heteroseksizm bir ön-koşul. Seferberliğin iktidara duyulan sempatiden ziyade hedef alınan toplumsal gruplara (LGBTcilere) karşı duyulan nefret üzerine kurulması, kampanyanın etkinliğini ve kapsayıcılığını arttıran bir özellik. Beissinger, sosyal gerginliklere dayanan kutuplaştırılmış grupların rantla geçinen patronaj gruplarına göre daha sadık olduğuna dikkat çekiyor. Yazara göre bir iktidarın patronaj-müşteri ağları yanında, toplumsal gerginlikleri harekete geçirebilme kapasitesi, onun devrimci meydan okumalar karşısında ayakta kalıp kalmama becerisini belirliyor. Kutuplaştırma stratejisi bir yandan iktidarın farklı destekçilerini birleştiriyor ve lubunyafobik muhaliflerle bir iletişim kanalı açıyor, diğer yandan üleştirilen ekonomik kaynağın azaldığı koşullarda patronaj ağlarını takviye ediyor.
Bu bağlamda “Büyük Aile” koduyla girişilen kampanya içe kapanan, set çeken bir savunma değil, dışa doğru hamle yapan, ileri atılan bir saldırı stratejisine benziyor. Bu strateji önleyici özel harp doktriniyle uyumlu. “Akılları ve kalpleri kazanmak” stratejisi 2003-2011 arasında ABD’nin Irak’ta yürüttüğü propaganda ve 2006’da yayımlanan Kara/Deniz Piyade Karşı-Ayaklanma El Kılavuzu’nun merkezindeydi. Kontrgerilla yani ayaklanma-bastırma yöntemini güncelleyen modern askeri doktrinde nüfus kontrolü ve psikolojik harp öne çıkıyor.
AİLENİN YENİDEN ÖRGÜTLENİŞİ
Psikolojik harp ve propaganda, Beissinger’in “toplumsal gerilim” adını verdiği çatışmaları yoktan var etmez, mevcut ideolojik kalıpları yeniden siyasallaştırır. Toplumsal fobinin ve kurumsal heteroseksizmin işlevi bu noktada önem kazanıyor, nitekim kampanya cinselliği güvenlikleştirirken topluma nüfuz ediyor, belirli bir iş bölümü örgütlüyor. Böylece “marjinaller” yalnızlaştırılırken “normaller” de belirli bir hiyerarşide istifleniyor: Aile düzeni. Büyük Aile kampanyasını salt LGBTİ+lara yönelik saldırıyla sınırlı görmek yanıltıcı olur; ismiyle müsemma, bütün toplumu şekillendirecek bir aile politikası olarak değerlendirmek gerekir. Peki devletin aile rejimini yeniden düzenleme girişimini nasıl yorumlamalı? Cumhuriyetin yüzüncü yılında aile ne halde?
Ailenin ekonomik, sosyal ve siyasal işlevlerini el almak bu yazıda mümkün değil. Ancak bu alanlardaki tüm sorunların biriktiği bir kuruma dönüşüyor aile. Ekonomik yoksullaşmanın, sosyal yoksunlaşmanın, yabancılaşmanın, iktidarsızlaşmanın tüm etkilerini gidermesi beklenen bir süspansiyon mekanizması olarak sürekli daha ağır yükler üsleniyor. Aile iktidarını ihya etme girişimini rejimin siyasal iktidarı parlamento ve parti ötesinde bir toplumsal zeminde yeniden örgütleme çabası olarak değerlendirebiliriz. Okul, cami, tarikat, dernek, vakıf ve akrabalık başta olmak üzere çeşitli toplumsal ağlarla çevrilmiş olan aile aynı ağları dönüştürebilecek bir anahtar. Ailenin devlet politikasındaki rolü artıyor, ancak mülki bir birim şeklini alıyor.
LGBTİ+ları hedef alan seferberliğin başarısını, devletin döktüğü aile kalıbına toplumun ne kadar sığacağı belirleyecek. Lubunyalar baskıyı görünür hale getirdi, 2015 sonrası rejimin buna cevabı görünürlüğü bastırmak oldu. Ne var ki karşı-devrimci kitle seferberliği, kara propogandasıyla lubunyaların görünürlüğünü azaltmak yerine katlayarak arttırdı, dolayısıyla orta ve uzun vadede hedeflerinin tam tersi bir sonuç üretmesi kuvvetle muhtemel. Bu ihtimalin gerçekliğe dönüşmesi toplumun dayatılan yeni aile düzeninin ekonomik, sosyal ve politik kalıplarına nasıl cevap vereceğine bağlı.
*Dr. / Freie Universität Berlin, Otto Suhr Enstitüsü
KAYNAKLAR
Beissinger, Mark. 2018. “Social Sources of Counterrevolution: State-sponsored Contention during Revolutionary Episodes,” Ruling by Other Means: State-Mobilized Movements içinde, Derleyenler: Grzegorz Ekiert, Elizabeth J. Perry ve Xiaojun Yan. 140-165. Cambridge: Cambridge University Press.
Marques, Tiago Pires. 2015. Crime and the Fascist State, 1850-1940. London: Routledge.
Hıfzı Veldet. 1948. Medeni Hukukun Umumi Esasları. İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.