12 Eylül’ün ‘Mamak Günlüğü’

Fikret Doğan’ın Mamak Tutukevi’ndeyken yaşadıklarını, düşündüklerini ve hissettiklerini adeta soluk soluğa kaleme aldığı 'Mamak Günlüğü', yazılışından otuz üç yıl sonra okurla buluştu.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Alpkaya

Kitapların bazıları Tolstoy’un Anna Karenina'sı ya da Orhan Pamuk’un 'Yeni Hayat’ı gibi ilk cümlesiyle çarpar; Yaşar Kemal'in 'İnce Memed'i gibi bazıları da son paragraflarına saklar en vurucu cümlelerini. Fikret Doğan’ın 'Mamak Günlüğü 1980-1989' ikinci tür kitaplardan:

Not: Ceyhan Cezaevi’nde son aylarda sürekli yazmaya çalıştım. Bütün günleri yazarak geçirdim. Haftalar, aylar boyu yazdım. Parmaklarım nasır tuttu. Anımsamadığım, karıştırdığım şeyler olabilir. Bunlar için okuyanlardan özür dilerim. Fikret.

Önsöz’den anlaşıldığı kadarıyla bu not 31 Aralık 1990 günü yazılmış. Fikret Doğan, bu satırları yazmasından günü gününe tam on yıl önce, 1980 yılının 31 Aralık günü girdiği Mamak Tutukevi’nden 1989 yılındaki ayrılışına kadar yaşadıklarını, düşündüklerini ve hissettiklerini adeta soluk soluğa kaleme almış. Yazılışından otuz üç yıl sonra yayınlanan bu metin, öfkelendirerek, güldürerek, düşündürerek ve yılbaşlarını anlattığı satırlarda ya da Mamak boşaltılırken Erdal Eren’in eşyalarının olduğu çantayı buldukları zamanda olduğu gibi hüzünlendirerek, tıpkı yazıldığı gibi bir solukta okunuyor.

Mamak Günlüğü, Fikret Doğan,
150 syf., Notabene Yayınları, 2023

MAMAK'I SON TERK EDENLERDEN BİRİ: FİKRET DOĞAN

12 Eylül faşist darbesinin hemen ardından, henüz on sekiz yaşındayken yakalanan, 12 Eylül döneminin işkence merkezi olan Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün DAL olarak bilinen kısmında gördüğü işkenceler sonucunda cinayet işlediğini kabul eden Fikret Doğan, Devrimci Yol ana davasında idam cezası istemiyle yargılanmış. Dokuz yıl süren yargılama sürecinde Mamak Tutukevi’nin bütün bloklarında ve bu blokların çoğu koğuşunda bulunmuş, bu dokuz yıl boyunca yaşananların genellikle mağduru bazen de faili olmuş. Mamak’ı son terk edenlerden biri olan Fikret Doğan, bir buçuk yıl kalacağı Ceyhan Cezaevi’nde bir ajandaya küçücük harflerle 'Mamak Günlüğü’nü yazmış.

Kitabı yayına hazırlayan Cemalettin Canlı’nın belirttiği gibi "bu defter bir günlük değil, geriye dönüşler, hatırlamalar olsa da hatırat da değil." 'Mamak Günlüğü' çocukluktan henüz çıkmış bir gencin Mamak’ta işkenceyle, zulümle, dayakla ama aynı zamanda direnerek, öğrenerek, severek; bazen teslim olup geri çekilerek bazen atağa kalkarak ama hemen her zaman insan kalmaya çalışıp kendisiyle ve çevresiyle yüzleşerek büyümesinin hikâyesi. Ve Fikret Doğan bu hikâyeyi tıpkı son notunda olduğu gibi, bir kusur varsa önce kendinde arayan, çevresinde gördüğü hataları -hata yapanları yermek yerine- genelliği içinde saptayıp yererken kişileri hedef haline getirmekten sakınarak anlatmış.

'HAPİSHANE EDEBİYATI'

Türkiye’de yazarların çoğu hayatının bir dönemini cezaevinde geçirdiği ve eserlerini orada ürettiği için ayrı bir hapishane edebiyatı olup olmadığı tartışma konusu olsa da hapishaneyi anlatan bir edebiyat olduğunu kabul etmek gerekir. Eski dilde 'habsiyye' denilen bu türün Macunzade Mustafa’nın 'Sergüzeşt-i Esiri Malta' adlı metninden Namık Kemal’in Magosa mektuplarına, İttihatçıların Malta anılarından günümüzde Ahmet Altan’ın 'I Will Never See World Again'ine uzanan çeşitli örnekleri vardır. İtalyan yurtseveri şair Silvio Pellico’nun hapishane günlerini anlattığı eser dünya edebiyatında türün en saygın, filmi de çekilen Henri Charriere’nin 'Kelebek' romanı ise en popüler örneği olsa gerektir. Fikret Doğan bu yapıtlardan hangisini okumuş bilinmez, ama dünya hapishane edebiyatına çok önemli bir katkı yaptığı aşikar.

Türk ve Kürt solunun üstünden bir silindir gibi geçen 12 Eylül’ün gözaltına aldığı, işkenceden geçirdiği yüzbinlerce kişiden on binlercesi Mamak Tutukevi’nde bulundu, o zulmü yaşadı, kişiliği yok edilmeye çalışıldı. Bunların içinde deneyimli siyasetçiler, sendikacılar, devrimci hareketlerin önder kadroları ve ileri militanları vardı. Bunların hiçbirinin o günlerle, yaşadıklarıyla ve kendileriyle gereği gibi yüzleşmemesi ve hesaplaşmaması yaşanan yenilginin büyüklüğünün en büyük göstergesi olsa gerek. Öyle ki 12 Eylül’ü protesto eden ilk miting yirmi beş yıl sonra yapılabildi, o dönem asıl olarak unutulmaya çalışıldı. Fikret Doğan yalnızca dünya hapishane edebiyatına büyük bir katkı yapmakla kalmamış o ajandaya “parmakları nasır tutuncaya” kadar durmaksızın yazmakla, aynı zamanda insan ve devrimci kalmayı başararak bir kuşak adına bir dönemle yüzleşmiş. Zihnine, eline, emeğine sağlık gençliğini hapishanede yaşayan kardeşim Fikret. Hepimiz adına.

Bir not: Keşke, defter yayına hazırlanırken "dönem anlatılarında bayan, kız, kız arkadaş gibi sözcüklerle anlatılan kadın devrimciler ve genel olarak kadınlar" tamamen kadın sözcüğü ile ifade edilmeseydi. O dönem öyle diyorduk, öyleydik, öyle olduğunu da unutmamalıydık. Fikret Doğan o günleri anlatırken 'düzeltmediği' için o kadar iyi bir iş yapmıştı, onun emeğine saygı 'düzeltmemeyi' gerektirirdi.