YAZARLAR

15-16 Haziran direnişinden anılar-2

Türkiye işçi sınıfı tarihinin ilk büyük direnişinin ikinci günü, yani 16 Haziran 1970’te eylemler giderek büyüdü. İstanbul’un Avrupa Yakası'nın yanı sıra Anadolu Yakası'nda da işçiler yürüyüşe geçti. Maltepe’den gelen bir grup, Kadıköy Kurbağalı Dere köprüsünde durduruldu. Bizim birliğe işçilerin ilerlemesine engel olmak için manevra mermisi kullanılması emri verildi…

15-16 Haziran 1970 olaylarının ikinci gününde, eylemler giderek katlandı. Sendikal haklarının gaspına karşı eyleme geçen işçiler ağırlıklı olarak İstanbul ve Kocaeli bölgesinde eylemlere başvurdular.

15 Haziran günü eylemlere katılan işçi sayısı 70 bin iken ikinci gün bu sayı 150 bine yükseldi. İstanbul Avrupa Yakası'nda Topkapı’dan Cağaloğlu’ndaki valiliğe yürümek isteyen işçiler, zırhlı araçlarla durduruldu.

Beyoğlu bölgesinden gelen işçilerin Topkapı koluyla birleşmesini önlemek amacıyla Galata ve Unkapanı köprüleri açıldı. Levent ve Mecidiyeköy’deki eylemlerin yanı sıra Anadolu Yakası'nda da Kartal Maltepe’den gelen işçi yürüyüş kolu, Bağdat Caddesi’ne yöneldi.

YOĞURTÇU PARKI'NDA BARİKAT

16 Haziran günü Kadıköy Yoğurtçu Parkı Kurbağalı Dere mevkiinde çatışmaların olduğu söylendi. Bizim birliğe talimat verildi, öğle saatlerinde Tugay'dan hareket edip Ankara asfaltı yoluyla Kadıköy’e, oradan da Kurbağalı Dere bölgesine gittik.

İşçiler de Maltepe’den Bağdat Caddesi yoluyla Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yere kadar gelmişlerdi. Onlar Fenerbahçe Stadı’nın önünde, biz de Kurbağalı Dere Köprüsü’nün üzerindeydik, üç tane kariyeri köprünün önüne koyduk, askerler de kol kola girmiş biçimde işçileri bekliyorlardı.

Bir önceki akşam, kışlada askerleri toplayıp şöyle bir konuşma yapmıştım:

“Arkadaşlar işçiler, hakları için eylem yapıyorlar. Yarın, bir gün siz de işçi olabilirsiniz. Belki de eylem yapanların içinde ağabeyleriniz, kardeşleriniz, yakınlarınız olabilir. Bir çatışma, ateş etme gibi olaylardan kaçınacağız.”

Sonuç itibariyle askerden de işçiden de herhangi bir zayiat olmasını istemiyordum. Bu arada o günkü olayla ilgili olarak bir hatırlatma da yapmak isterim. 2020 yılının ocak ayında 2. Zırhlı Tugay’daki birliğimde askerlik yapan Hatay Samandağ’lı Süleyman Camuz isimli bir erimden Facebook vasıtasıyla bir mesaj almıştım. Süleyman Camuz, 15-16 Haziran 1970 olaylarına ilişkin şöyle bir hatırlatma yaptı:

“Üst komutanlar, ‘vur’ emri verdiğinde siz bize kimseyi vurmamamızı söylediniz. Dediniz ki, ‘yarın siz de bunlar gibi işçi olacaksınız, icabında bunların arasında abileriniz, kardeşleriniz, yakınlarınız olabilir. Kimseyi öldürmeyin, yere ateş edin.'"

MANEVRA MERMİSİ KULLANMA TALİMATI

Fenerbahçe Stadı önünde toplanan işçiler de “Otosan” pankartı vardı, yani oradaki işçilerin bir kısmı Otosan fabrikasının işçileriydi. Kadın işçiler de ön tarafta saf tutmuştu.

O sırada Birinci Ordu Kurmay Başkanı Vahit Güneri Paşa’nın binbaşı rütbesindeki emir subayı bana dedi ki; “Teğmenim, işçilerin bariyerleri aşıp Kadıköy vapur iskelesine inmesini istemiyoruz, vapur iskelesinden karşıya geçip Levent veya Eminönü’ndeki diğer işçi gruplarıyla buluşacaklar. Bu durumu engelleyelim." “Tamam, komutanım” dedim.

İşçilerin Kurbağalı Dere köprüsünde kurduğumuz barikata yaklaşması üzerine binbaşı manevra mermisi kullanmanın gerekli olduğunu söyledi. Manevra mermisinin öldürme riski yoktu ama 50 metreye yaralayıcı bir etkisi vardı. Ben, herhangi bir çatışma çıkmadan işçileri engellemek ya da işçilerin kol kola giren askerlerin arasından geçip gitmelerini istiyordum.

Binbaşıya, manevra mermisinin kullanılması halinde bunun hakiki mermi gibi de algılanabileceğini ve ciddi bir çatışmanın çıkabileceğini ifade ettim. Emir subayı ısrarcı olunca manevra mermilerinin bulunduğu bariyeri arama bahanesiyle zaman kazanmak ve durumu oyalamak istedim.

İşçilerle aramızda 100 metreden az bir mesafe kalmıştı, bir an önce bizim barikatı aşmalarını arzu ediyordum. Yoğun bir işçi kalabalığı olduğu için kısa bir süre sonra bizim barikatı aşıp geçtiler.

Bizim bölüğün asteğmenini coşkuyla omuzlarına aldılar. Yoğurtçu Parkı'ndaki polis arabasını da ters çevirip tekmelediler. Buradan da işçinin asker ve polise karşı olan tavrını değerlendirebiliriz. Bu arada önlem olarak vapur seferleri iptal edilmişti. İşçiler Kadıköy bölgesinde kaldı.

16 Haziran akşamı, bizim birlik Fenerbahçe Orduevi önüne gönderildi. Orada subay lojmanlarını korumakla görevlendirildik. Daha sonraki günlerde benim ve olaylarda görev alan diğer subayların ifadeleri alındı. Bu ifadelerde olaylarla ilgili gözlemlerimizi aktarmıştık.

SIKIYÖNETİM İLANI

İki gün süren olaylarda yer, yer çatışmalar çıktı ve bu çatışmalar sonucu üç işçi, bir esnaf ve bir polis öldü. Olaylar, DİSK’in de boyutlarını aştı, TÜRK-İŞ üyesi işçiler de eyleme katıldı, olaylara katılan 168 işyerinden 121’i TÜRK-İŞ üyesi işçilerdi. Öğrenciler de eyleme destek verdi.

16 Haziran günü DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, radyodan işçilere hitap ederek, Anayasal haklarını kullandıklarını ancak tahriklere kapılmamalarını istedi. Sonuçta 16 Haziran akşamı İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edildi. 21 DİSK yöneticisi tutuklandı. 5 binden fazla işçi işten çıkarıldı.

15-16 Haziran eyleminden sonra CHP’nin tavrı değişti. TİP ve CHP, 1317 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Anayasa Mahkemesi, Ekim 1972’de başta yasanın yüzde 33’lük baraj getiren maddesi olmak üzere birçok önemli hükmünü iptal etti. Eylem aslında yasal olmamasına rağmen toplumda meşruiyet kazandığı için Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etmek durumunda kaldı.

DİRENİŞİN EN BÜYÜK EKSİKLİĞİ

15-16 Haziran eyleminin en önemli eksikliği, böyle bir harekete önderlik edecek ve siyasal bir sonuç alabilecek bir sınıf partisinin olmayışıydı. Bir işçi partisi olarak TİP vardı ama bu parti etkisiz bir konumdaydı. TİP, işçi sınıfı örgütleriyle yeterli bağlantı kuramadı. Keza TİP, program ve yapısı itibariyle işçi sınıfının öncü partisi olmaktan çok düzen içi bir parti niteliğindeydi.

Yine o dönemde Milli Demokratik Devrim (MDD) adı altında işçi sınıfından ziyade asker-sivil radikal küçük burjuva unsurların daha etkili olacağına ilişkin bir tez ön plandaydı. İşçi sınıfı, 15-16 Haziran eylemiyle öncü bir güç olma kapasitesini göstermiştir.

15-16 Haziran eylemiyle ordunun işçi hareketine olan sempatisi son bulmuş, zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, "Sosyal bilinçlenme ekonomik gelişmeyi aşmıştır" şeklinde bir görüş ortaya koymuştur.

Arkasından 12 Mart 1971 askeri müdahalesi geldi, daha sonra 12 Eylül 1980 darbesi sonucu işçi hareketi çökertildi. Sermaye sınıfı, 15-16 Haziran’ın intikamını alarak 1983’te yüzde 10’luk bir sendikal baraj getirdi.

GÜNÜMÜZ VE SONUÇ

Günümüzde 15-16 Haziran 1970'deki gibi bir işçi hareketi ve sol dalganın yükseldiği bir süreç yaşanmıyor. Ülkemizde AKP'nin emek karşıtı politikalarına karşı çeşitli eylem ve direnişler olmakla birlikte bütünsel, etkili ve birleşik bir emek mücadelesinden söz etmemiz mümkün değildir.

Kuşkusuz burada birkaç istisna hariç mevcut sendikal yapıların bürokratlaşmış olmasının ve mücadeleci bir sendikal anlayış yerine uzlaşmacı, iktidar yandaşı bir tavır sergilemesinin de rolü vardır.

Keza işçi sınıfı içinde dönemin özelliklerine uygun olarak muhafazakar ve milliyetçi eğilimlerin ağır bastığı da söylenebilir. Tüm bu sürece rağmen ekonomik ve sosyal koşulların, yani başta yoksullaşma olmak üzere işsizliğin, işten çıkarmaların, ekonomik krizin işçi sınıfı ve emek kesiminde bir mücadele zemininin oluşmasına yol açması mümkündür.

15-16 Haziran direnişinde işyeri temsilcilerinin öncülüğünde kurulan komitelerin çok etkili olduğunu bir kez daha vurgulamaya gerek var. Günümüzde de işyerlerinden başlayan, yatay ve yerel örgütlenmelerin etkili olduğu birleşik bir emek hareketinin örülmesi gerekli gözüküyor.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra ülkemizde daha otoriter ve baskıcı bir düzenin sürmesi beklenmektedir. Bununla birlikte mevcut koşullarda da, eldeki tüm demokratik olanakları kullanarak sendikal ve siyasal anlamda bir odağın oluşturulması önem kazanmaktadır. İşçi sınıfına siyasal öncülük yapabilecek ve 15-16 Haziran direnişinin de bir eksiği olan böyle bir siyasal örgütlenmenin de yapı taşları örülmelidir…


Atilla Özsever Kimdir?

1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. 12 Mart (1971) döneminde piyade üsteğmeni iken siyasi görüşleri nedeniyle ordudan çıkarıldı. 2.5 yıl cezaevinde kaldı. Daha sonra iktisat öğrenimi gördü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı, doktorasını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamladı. 1974 – 2002 yılları arasında gazetecilik yaptı. 2003- 2011 yılları arasında da Maltepe Üniversitesi’nde kadrolu öğretim üyeliği görevinde bulundu. 2011 yılından itibaren de çeşitli üniversitelerde çalışma ekonomisi ve medya alanında dışarıdan dersler veriyor. “Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci” ve “Mesele Teslim Olmamakta” isimli iki kitabı ile çeşitli kitap ve dergilerde yer alan makaleleri bulunuyor.