YAZARLAR

1875’te borçla batan Osmanlı ve Erdoğan’ın Körfez seferi

28 Mayıs’ta yeniden cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, bakanlarını atadı ve kabinesini kurdu, ama hükümetin ne yapacağıyla ilgili program açıklamadı. Oysa Osmanlı’da atanan her sadrazam mutlaka program açıklayarak göreve başlarken Cumhuriyet’in 100. yılında Erdoğan kabinesi program açıklamayı gerek görmedi, hem de kaynak için kapı kapı dolaşıldığı koşullarda.

Borç yiğidin kamçısı(ymış). Bitmeyen yiğitlik masalları. Gerçi yiğitlikten de eser yok. Piyasaya düştüğünde başına ne geleceğinin örneğini Osmanlı yaşadı. Cumhuriyet yıllarında da tekrarlanmadı değil. Söylemin aksine tarih değil, hatalar tekrar eder.

Bugünün de sorunu borçlanmak, kasa tamtakır. Dün demediğini bırakmadığın Arabistan ve BAE kapısı boşuna mı çalındı? Kimse kimsenin kara kaşına kara gözüne güvenip para vermez. Çünkü, parayı veren düdüğü çalar. Her kaynağın bir bedeli vardır, günü geldiğinde öyle ya da böyle tahsil edilir.

Doğanın hediyesi petrolün dışında hiçbir kerameti olamayan Arabistan, BAE ve Katar’ın kapısı kaç kez çalındı. Devlet-i âlinin en tepesinden bilmem ne bürokratına kaç heyet gitti-geldi. Bütün bunlar bizzat ekonomistliğini ilan eden Erdoğan iktidarında yaşandı.

Sömürge imparatorluğu Osmanlı 18’inci yüzyıldan itibaren sorunlarla debelenmeye başladı. Bu, 19’uncu yüzyılda aleniyet kazandı. İdari sorunların yanı sıra asıl sıkıntı giderini karşılayacak vergi toplayamaz olmasıydı.

Eğer giderini azaltamaz, gelirini de artıramazsan yapacağın para aramaktır. Sanayi devrimini yapmış batı, dışarıya önce mal sonra da para satmaya başladı. Osmanlı hem mal hem de para için pazardı.

19’uncu yüzyılda Osmanlı’nın sömürge zinciri de çatırdamaya başlamıştı. 1820’lerde zinciri ilk kopartan Mora halkıydı, Yunanistan’dı. Hatta Yunanistan, tarihi olarak Balkanların da Avrupa’nın da ilkiydi. Bu tarihi gerçeği, Tanzimat (ve Osmanlı’nın modernleşme hareketleri) açısından unutamayız.

Osmanlı milliyetçileri, Tanzimat ve modernleşme hareketlerini Saray’ın iradesiyle izah ediyorlar. Oysa asıl gerekçe, sosyo-ekonomik yapıdaki fay hatları hareketlenmiş ve asırların sömürge zinciri çatırdamaya başlamıştır.

II. Mahmud, 1820’lerde Yeniçeri Ocağı'nı imhasıyla on binlerce askerini öldürttü ve orduyu yeniden yapılandırdı. Buna, Osmanlı’nın ilk modernleşme hareketi denildi. Yapılan; binlerce askerin öldürülmesi, yeni askeri birimin oluşturulması ve askeri okulun açılmasıydı. Bu anlatımda atlanansa Saray’ın kentlerdeki Bektaşi dergahlarını talan etmesi ve Bektaşileri, Nakşileştirme/Sünnileştirme operasyonuna tabi tutmasıydı. Bektaşilerin ve askerlerin imhası dışında yenilik olarak anlatılanlar abartılmaktadır.

Bunu, diğer imparatorluklar Japonya ve Rusya saraylarının (merkezi idaresinin) yaptığıyla mukayese ettiğimizde Osmanlı’nın ne denli işlevsiz kaldığını anlamak mümkündür. Osmanlı Sarayı’nın çapı o kadardı; gününü kurtarmanın ötesinde geçemedi. Bir konuda olsun çözüm sağlanamadığı için Osmanlı, 1850 sonrasında idari, iktisadi ve askeri sorunlarda boğuştu durdu. 1908 Devrimi bir umuttu, ama o da derinleşemedi, boğuldu.

HALKİ ELEN TİCARET AKADEMİSİ

Kaç asırlık Osmanlı’da bir askeri mektep açıldığı ve fes giyildiği için ne modernizm analizleri yapıldı. Saray gözlüğünden başka ne göreceksin ki.

Osmanlı modernizm analizinde hemen hemen hiç dikkate alınmayan bir konuya değineceğim. Aynı yıllarda Rum milletini temsilen Ekümenik Patrikhane, Halki Elen Ticaret Akademisi’ni (Eliniki Emboriki Sxoli tis Halkis) yani Heybeliada Rum Ticaret Mektebi’ni kurdu ve eğitime başladı, 1831’de. Genç girişimciler eğitildi/yetiştirildi. Heybeliada Ruhban Okulu ise bundan 13 yıl sonra 1844’te eğitime başladı.

Akademide verilen dersler; Rumca, Türkçe, Fransızca, İngilizce, din, matematik, tarih, coğrafya, ticaret, felsefe, fizik, tabiiyat tarihi, kompozisyon, resim ve kaligrafi idi. Eğitim süresi dört yıl olan akademinin 1881’de 150 öğrencisi vardı. Osmanlı Deniz Kuvvetleri, 1915’te savaşta akademi binasına el koydu. 1919’da Patrikhane’ye iade edildiyse de 1920’lerde yeniden el koymakla başlayan dava süreci, 1942’ye kadar sürdü. Temmuz 1942’de Ruhban Okulu’nun tapuya kaydedilmesi şartıyla, akademi binası ve iki kiliseyi Hazine aldı. (1) Birkaç yıl öncesinde adada gezimde gördüm ki akademi binasının kapısında yazan ‘DKK Deniz Lisesi Komutanlığı’ idi.

Osmanlı merkezi iktidarı yani Saray, Osmanlı girişimcisini yetiştirmeye, Rumlardan 50-60 yıl sonra başlayabildi. İstanbul’da iktisadi alanla ilgili yüksek-okul olarak 1873 ve 1883 salnamelerine göre Mekteb-i Sanayi ve 1894’te Ticaret-i Hamidi Mektebi vardı. 1913-1914 eğitim yılında Ticaret Mekteb-i Âlisi, 38’i İslam olmak üzere toplam 57 öğrenciye eğitim vermekteydi. ‘Heybeliada Rum Ticaret Mektebi’ de 1913-1914 yılına ait istatistikte yer almaktadır. (2)

Sonuç olarak, Saray sisteminin idaresinde askere alınmayan millet-i mahkûmenin (İslam olmayanların) yani Hıristiyanların (ve de burjuvazisinin) ekonomide daha güçlü olması hayret edilecek bir netice değildir. Nitekim Sadrazam Ali Paşa’nın 1868’de, “Devlet gelirlerinin üçte ikisini onlar [İslam olmayanlar] veriyor” demesi (3) boşuna değildir. Saray sistemine göre daha çok üreten daha çok vergi vermiştir.

Osmanlı modernizminde askeri mektebi hatırlayıp, Elen Ticaret Akademisi’ni yok saymak Saray penceresinden bakmaktır. Analiz de buna göre yarım yamalak olmaktadır.

İLK BORÇ 1854’TE ALINDI

1854’te Osmanlı, geliri giderini karşılamayınca borçlandı.

“Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında Kırım muharebesi başlamıştı. Gelirleri senede 7,5 milyon lira olarak tahmin edilen Osmanlı hükümeti muharebe masraflarını bu gelirlerle karşılayamadığından, Abdülmecit 4 Ağustos 1854 tarihli bir iradeyle 5 milyon İngilizlik liralık istikraz akti için bir mukavele yapılmasına mezuniyet vermişti. Bunun üzerine 24 Ağustos 1854’te Londra’da Palmer ve şürekâsı ve Paris’te Goldschmid ve ortaklarıyla hükümet arasında ilk dış istikraz mukavelesi yapıldı.” (4)

Borçlanmanın devamı geldi. Osmanlı maliyesi, 1875’e kadar 21 yılda 14 kez daha borçlandı. Nominal değeri 238,8 milyon liralık devlet borçlanma senedi (tahvil) satıldı. Net ele geçense 127,1 milyon liraydı. (5) Yani 100 liralık tahvilin ancak 53,2 lirası Osmanlı Hazinesi’ne girdi. Borç verene kalansa 46,8 liraydı. Demek ki borç veren yani tahvil alan için hayli karlı pazardı Osmanlı.

Yaklaşık iki asırlık ekonominin özeti gibi bugün de borçlanmak için gidilen mekân aynı, Londra piyasasıdır.

1875’TE İFLAS BAYRAĞI ÇEKİLDİ

Hükümet ödemede 1865’ten itibaren sorunlar yaşamaya başlamış ve 1866’da borcun yıllık taksiti üç ay gecikmeyle ödenmiştir. 1871’de de Osmanlı Bankası’ndan alınan krediyle ödeme yapılmış ve böyle iflas ertelenmiştir. 1875 taksitleri de Osmanlı Bankası kredisiyle ödenebilmiştir.

Ödeme yapılsa da hükümet, 6 Ekim 1875 tarihli bir kararname ve 7 ile 10 Ekim tarihli iki tebliğ yayımladı.

1874-1875 bütçesinde öngörülen 5 milyon liralık açığın aşılacağı ve borç taksitinin ancak yeni borçla ödeneceği belirtilen 6 Ekim 1875 tarihli kararnamede, hükümetin sermaye sahiplerinin zarar görmesine müsaade etmeyeceğine dikkat çekildi: “Teminat gelince, Babıâli beyan eder ki, [Osmanlı] bankanın hakları ve imtiyazları mahfuz kalmak şartıyla, Gümrük Umumi Hasılatını, tuz, tütün varidatını, Mısır vergisini ve bunlar yetmediği takdirde, ağnam [hayvan] resmi gelirini, tayin edilecek sendikaların emrine amâde bulunduracaktır [verecektir].”

7 Ekim 1875 tarihli tebliğde de önümüzdeki beş yılda yıllık 14 milyon lira olan iç ve dış borç taksitinin 7 milyon lirasıyla yüzde 5 faizle 350 bin lirasının ödeneceği açıklandı. 10 Ekim tarihli tebliğde de kuponlarla ilgili detaylı düzenleme yapıldı. (6)

Tesadüf değildir; siyaseten 1875 sonrası da hareketli yıllardır. 31 Ağustos 1876’da Abdülhamid, amcası Abdülaziz sonrası tahta çıktı. Tanzimat’ın “eşit vatandaşlık” hukukunun gereği olarak 23 Aralık 1876’de anayasa yürürlüğe girdi. Bu, Osmanlı’nın ilk anayasasıydı. 31 Mart-28 Haziran 1877’de birinci ve 13 Aralık 1877-14 Şubat 1878’de ikinci Meclis-i Mebusan toplandı. Meclis açıldıktan üç hafta sonra Osmanlı-Rus savaşı 24 Nisan 1877’de başladı ve 3 Mart 1878’de bitti. İngiltere’nin Kıbrıs’ı almasının karşılığında devreye girmesiyle, İstanbul-Yeşilköy’e gelen Rus birlikleri orada durdu. Sonrasında imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Balkanlar, Osmanlı’dan koptu.

Böylesi hareketli günlerde aksayan borç ödemelerin tahsili müzakerelerine devam edildi. Abdülhamid’in 20 Aralık 1881 tarihli kararnamesiyle, Düyunun Umumiye İdaresi kuruldu; borçların tahsili için bazı vergi gelirleri idarenin elemanlarıyla toplanması sağlandı. Artık borç veren Avrupalı alacaklı, (Osmanlı Devleti gibi) vergi mükellefi ile doğrudan ilişki kurdu. Düyunun Umumiye İdaresi yasal ve meşru Abdülhamid kurumu olduğu unutulmadan değerlendirilmelidir.

François Georgeon, 1875’te ne olduğunu gayet iyi özetlemiş: 6 Ekim 1875’te Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Osmanlı’nın borcunu ödeyemeyeceğini açıkladı. Borcu borçla ödemenin sonuna gelinmişti. 1875’te borç ödemelerinin bütçedeki payı 40’tı. 1875-1876’da bütçe gelirleri 15,3 milyon ve giderleri 32 milyon liraydı. Yıllık 14 milyon liralık borç taksitinin 12,5 milyonu yabancılarındı. Elinde [değeri düştüğü için] Osmanlı borçlanma senedi olanların “Türk düşmanlığı alevlenir” ve Batı Avrupa kamuoyu Osmanlı’ya cephe alır. Hükümet kredisi sarsılır. Cevdet Paşa'nın sözleriyle, sadrazam Mahmud Nedim sakalını Rus elçisine kaptırmıştır. 1875’teki iflasın nedeni, 1873’te Viyana borsasının çökmesinin ve 1873-1874’te Anadolu tarımsal üretimin düşmesinin yanı sıra Saray’ın hesapsız harcamasıydı. (7)

‘HESAPSIZA DAĞ DAYANMAZ’

Dış açığın doğrudan veya dolaylı yatırımla finansmanı en tercih edilenidir, yoksa borçlanmak da bir yöntemdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez seferinin nedeni finansman arayışıydı.

2018’de kurumsallaşan en nazik ifadesiyle Tek Kişilik “Ben Bilirim” Rejimi’nde Cumhuriyet’in 94 yıllık iç ve dış borç toplamı, beş yılda beşe katlandı. 1923’ten 2017’ye kadar borç toplamı 947,5 milyar liraydı sonraki yıllarında hızla arttı ve 2023 Mart’ta 5 trilyona zıpladı (s. 71).

Nedeni, hazıra/hesapsıza dağ dayanmaz misali; har vurup harman savurmaktır. Bir örnek, sanki eğitimde sorun yokmuş ve Gaziantep Üniversitesi de tüm sorunlarını çözmüş gibi Suriye’de Afrin Eğitim Fakültesi’ni, Azez İslami İlimler Fakültesi’ni, El-Bab İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni ve Cerablus Meslek Yüksekokulu’nu niye kurdu ve açtı? Yalnız bu da değil, bundan daha önemli askeri harcamalar da var. Hesap soran yok, zaten veren de yok. Özellikle döviz garantisi verilen şehir hastaneleri ve yol-köprü gibi yatırımlar tam kara deliktir. Kuşkusuz dövizdeki tırmanışla maliyet daha da artacaktır.

‘Politika faizi’ filmi de bir başka hesapsızlık örneğidir. 2002’den Eylül 2021’e kadar faizi sorun etmeyen Erdoğan, birden ‘nas’ vurgusuyla politika faizinin indirilmesi için gereğini yaptı. Erdoğan’ın “faiz neden, enflasyon sonuç” teziyle, Merkez Bankası politika faizi indirildi. 24 Eylül 2021’de yüzde 19 olan politika faizi yüzde 18’e, Ekim’de yüzde 16’ya, Kasım’da yüzde 15’e ve 17 Aralık’ta yüzde 14’e indirildi. Devam edildi, depremden sonra yılın başında da 24 Şubat’ta bile faiz yüzde 8,5’e düşürüldü. Politika faizini indirmeye rağmen başta döviz olmak üzere enflasyonla, ihtiyaç, taşıt, konut, tüketici ve ticari kredi faizleriyse katlandı (s. 31-36, 62). Eylül 2021’de 8,5 lira olan dolar da tüm arka kapı satışlarına rağmen 27 lirayı aştı.

Politika faizinin düşürüldüğü 21 ayda ne enflasyon ne de kredi faizleri düştü, aksine tırmandı ve döviz de harlandı, bütçe yama tutmaz oldu. Depremle sorunlar daha da derinleşti.

Kabinenin yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “rasyonel politikalar izleyeceğiz” beyanıyla, önceki dönemin irrasyonel olduğunu itiraf etti. Saray’da duyuldu, ama ses çıkarılmadı. Rasyonellik adına TCMB Başkanı değişti ve politika faizi de Haziran’da 6,5 ve Temmuz’da 2,5 puanlık artışla yüzde 17,5’e yükseltildi. TÜİK enflasyonu da yüzde 40’a yaklaştı. Enflasyonla faiz makasının bu denli açık olmasında Saray’a göre sorun yok(muş); literatürse tam tersini söyler. Faizi düşüren ve artıran Para Politikası Kurulu üyelerin aynı kişiler olması, rasyonelliğin kapasitesini anlaşılır kılmaktadır. Erdoğan’ın “faiz neden, enflasyon sonuç” tezi yanlışlandı ki, politika faizi artırıldı. Toplumsal maliyetini düşünen ve hesaplayan olsa böyle yapılır mıydı?

Son iki ayda politika faizinin arttırılması da dövizdeki tırmanmayı ve enflasyondaki artışı durduramadı. İç ve dış açığın artması, içerde fiyatlar ve vergi zamlandı, dışarıda döviz arayışında pek çok kapı çalındı.

28 Mayıs’ta yeniden cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, bakanlarını atadı ve kabinesini kurdu, ama hükümetin ne yapacağıyla ilgili program açıklamadı. Oysa Osmanlı’da atanan her sadrazam mutlaka program açıklayarak göreve başlarken (s. 284-341), Cumhuriyet’in 100. yılında Erdoğan kabinesi program açıklamayı gerek görmedi, hem de kaynak için kapı kapı dolaşıldığı koşullarda. Gerçi sadrazam program açıklasa da ‘hesapsız harcamaya dağ dayanmayacağı’ için Osmanlı 1875’te iflas etmiştir.

Peki, programsız/pusulasız denize açılan hükümet, enflasyonu nasıl düşürecek? Fakirleşmeyi nasıl önleyecek? Hesapsız harcamayı nasıl bitirecek? Bu halde niye politika faizi arttırıldı ya da ek bütçe hazırlandı? Körfez sermayedarları, ekonomideki harı ve Londra piyasasında kaça borçlanıldığını bildiğine göre neyin pazarlığı nasıl yapıldı ki?


1) Prof. Dr. Sabri Burak Arzova, Elen Ticaret Mektebi, Expoze Kitap, İstanbul-2020; Nevzat Onaran, Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1920-1930), Evrensel Basım Yayın, İstanbul-2013, s. 443-447.
2) Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, Tazminat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri, 1839-1924, Tarihi İstatistikler Dizisi, cilt: 6, DİE, Ankara-2000, s. 21, 35, 50, 246, 269.
3) Aktaran Doç. Dr. Gülnihâl Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1989, s. 75-76.
4) İ. Hakkı Yeniay, Osmanlı Borçları Tarihi, İÜ İktisat Fakültesi, İstanbul-1964, s. 19.
5) Age, s. 49-51.
6) Age, s. 52-56.
7) François Georgeon, Sultan Abdülhamid, çeviren: Ali Berktay, 6. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2020, s. 57-58.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.