19. yüzyılda derin yoksulluğun resmi: Millet’nin ‘Toplayıcılar’ı
Taneleri toplamaktan yorulmuş bu kadınlar yoksulluğun pençesindeki kadınlardır. Bu halleri pazar dağıldıktan sonra tezgahların altındaki tarımsal ürünleri toplayan günümüz yoksullarını akla getirir.
Abdullah Deveci*
Fransa’da 1789 devrimiyle mutlak monarşi yıkılmış, kilise reformlara zorlanmıştı. Ortalık durulmamıştı. 1848 devrimiyle Orleans monarşisi yıkılıp II. Cumhuriyet kuruldu. Ortalık yine durulmadı. Dokuz yıl sonra Paris Komünü insanlığa yepyeni ufuklar açtı. Komünden on dört yıl önce Jean François Millet ‘Toplayıcılar’ (Les Glaneuses/ The Gleaners) adlı resmini yaptığı zamanlarda Fransa böylesi çalkantılar içindeydi. Resmin yapıldığı zamanlar, bir komüncünün kurşuna dizilmeden önce “71 gün özgür yaşadım artık ölüm umurumda değil” sözlerinin açığa vurduğu gibi, hiçbir şeyin gerçekten eskisi gibi olmadığı, 18 Mart 1871 – 28 May 1871 tarihleri arasında yaşanan Paris Komünü’ne gebe zamanlardı. K. Marx’ın sözleriyle “göğe fethe çıkan” komüncüler genel oy hakkını ve laiklik gibi fikirleri kalıcılaştırdı. Kadınlar artık hiç olmadıkları kadar toplumsal yaşamda etkin rol oynayan özgür bireylerdi.
Bu ortam içinde yapıldı Millet’nin ‘Toplayıcılar’ resmi. Ancak saray estetiğinden beslenen akademik resim anlayışı hala Rafael’i izliyor, resmin konusunu eskilerden seçerken mitolojiyi en önemli konu kaynağı olarak görüyordu.
Diğer yandan günlük yaşamı sanatçının gözünden yansıtan sanat anlayışı akademiye rağmen gelişmeye başlamıştı. Bu yenilikçiler, A. Hauser’in dediği gibi, klasik-romantik akımların 1850’li yıllara kadar değişmeden gelmiş olan eski güzellik ülküsünün etkisinin kaybolduğunu biliyorlardı. Eski güzellik ülküsünün köylü ve işçileri çirkin, orta sınıftan gelme kadınları şişman ve kaba olarak betimlemesinin sınıfsal bir bakış açısı olduğunu anlamışlardı. Edebiyatta Balzac ve Flaubert, sonraları Zola gibi yazarlarla, Corot, Courbet, Millet ve Daumier gibi sanatçıların öncü olduğu, toplumu ve doğayı yeniden kavrayan ve yansıtan sanat anlayışları siyasal ve toplumsal değişimlerin de bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Sanatçı gerçekleri olduğu gibi yansıtmalıydı. Gerçeği bütün yönleri ile yansıtmak sanatın konusu olmalıydı. Sanatta çirkin ve ahlaki olmayan diye bir şey olmamalıydı ve gerçeklik yansıtılırken pozitif bilimlerden yararlanılmaydı. J. Berger’a göre, 19. yüzyılda Millet, Courbet, Van Gogh gibi sanatçılar, bilinçli olarak toplumsal ya da siyasal nedenlerle profesyonel ressamlık geleneğini soylular ve burjuva sınıfı dışında diğer sınıfların deneyimini de ifade edecek şekilde genişletmeye çalıştılar.
Millet, bazen çağdaşlarından farklı tutumlar takınsa da sonraları Coubert tarafından ismi konulan realizm akımı içinde değerlendirilen yapıtlar vermişti. Resimlerinden bazılarının çok tutulması ve reprodüksiyonlarının yaygın bir biçimde evlere asılması, Millet’i daha yaşarken ünlü yaptı. Millet’nin sanatını iki farklı dönem tasnifi yaparak değerlendirmek gerekir. Önceleri bir portre ressamı olarak yapıtlar üreten Millet, bu döneminde akademik sanata yakın durmuştur. Ancak Millet’i sanat tarihinin önemli sanatçılarından biri yapan dönemi Barbizon’a taşındıktan sonra başlar.
MİLLET VE BARBİZON OKULU
Millet, Narcisse Diaz, Charles Francois Daubigny ve yakın arkadaşı Theodore Rousseau gibi sanatçılarla birlikte 1848 yılından sonra kolera salgını yaşayan Paris’ten ayrılarak Fontainebleau Ormanı yakınlarındaki Barbizon köyüne yerleştiğinde 30’lu yaşların ortasındaydı. Millet, Normandiya ve Auvergne’e yaptığı kısa geziler dışında, yaşamının geri kalan bölümünü Barbizon’da geçirmiştir.
Barbizon’a taşınan sanatçılar 1848 devriminin sonuçlarından derinden etkilenmişti. Doğa’nın ve günlük yaşamın olduğu gibi verildiği resimler bu etkiyle açıklanır. İdeal konular ve soylu kişiler yerine idealize edilmeden ve olduğu gibi verilen doğa içinde köylü ve işçiler artık resmin konusudur. Millet “Bazı şeyleri, gördüğüm şeyleri anlatmam gerek. Söylemek istediklerimi söyleyinceye dek resim yapmaya devam edeceğim.” diyerek resim yapar. ‘Saman Taşıyıcısı’, ‘Oturmuş Çoban Kızı’, ‘Tohum Serpen Adam’, ‘Toplayıcılar’, ‘Istakoz Avcıları’, ‘İneğini Otlatan Köylü Kadın’ ve en ünlü resmi tarlada çalışma öncesi yapılan duayı betimleyen ‘L’Angelus’ ya da ‘Sabah Duası’ Barbizon’da yapılmıştır.
BAŞAK TOPLAYAN KADINLAR
‘Toplayıcılar’ resmi Türkçe literatürde genellikle ‘Başak Toplayan Kadınlar’ olarak anılır. Resimde Gombirch’in dediği gibi ne dramatik bir olay betimlenmiştir ne de güldürücü bir öykü. Sadece, hasat sırasında tarlada başak taneleri toplayan üç kadın görülür. İdealleştirilmiş ve güzel olan doğa değil gerçekte var olanın/olması gerekenin betimlendiği bir manzara arka planı tamamlar. Ön plandaki üç kadınla, hasatla uğraşan diğer köylülerin güzelliğin ve zarafetin idealleştirilmiş anatomilerine ve giysilerine sahip olmadıkları görülür. Gerçek hayattan bildiğimiz köylülerdir bu insanlar. Kadınların dışında kompozisyonu buğday sapları, saman yığınları, at arabası, çiftçiler, at üstünde bir figür ve evler tamamlar. Gombrich, ağır ve yavaştan çalışan köylü kadınların güçlü vücutları, kararlı davranışları ve kendilerini işine vermiş hallerine vurgu yapar. Bu halleriyle kadınlar “akademi öğretisine uyan resimlerdeki kahramanlardan daha doğal ve inandırıcı” bir saygınlık içindedir.
Bu resimle ilgili yanlış yorumlardan birisi ön plandaki üç kadının hasat zamanı çalışan köylü kadınlar olduğunun söylenmesidir. Resmin isminden de anlaşılacağı gibi, bu kadınlar hasat sonrası toprağa serpilen başakları ve tanelerini toplamaktadırlar. Yani toprak sahibinin gözden çıkardığı buğday başakları ve taneleri tek tek toplanmaktadır. Taneleri toplamaktan yorgun düşmüş ve ellerini bellerine götürerek dinlenmeye çalışan bu kadınlar açlık ve yoksulluğun pençesindeki kadınlardır. Bu halleri pazar dağıldıktan sonra tezgahların altına bırakılmış ve artık ticari kıymeti olmayan tarımsal ürünleri toplayan günümüz yoksullarını akla getirir. Nereden baksanız gösterilen derin yoksulluktur. Avrupa sanatında önceleri Hristiyanlık inancının tanımladığı yoksulluk, dini besleyen bir mağduriyet dünyasıyken, 19. yüzyılda yoksulluğun sosyolojisi ortaya çıkar. Bununla birlikte toplumsal nedenlerle yaşanan mağduriyetler sanatın konusu olmuştur. Yani çaresizliklere dinle çözüm aramak yerine yaşamak ve ayakta durabilmek için çalışıp direnen insanlar sanatın yeni konusuydu artık.
Hauser’e göre, Barbizon sanatçıları egemenlerle hep çekişme içinde olmuştur. Millet, fiziksel güçle yapılan işi yüceltmiş ve köylüyü yeni bir destan kahramanı yapmıştır. “Manzara” resmi bile, “egemen olan toplumun kültürüne karşı bir gösteri niteliğine dönüşür. Yeni manzara anlayışı, sanayi kentlerinin yaşamına karşıt bir görünüm olarak ortaya çıkmıştı. Romantik manzara resmi ise hâlâ özerk bir dünyayı temsil ediyor, güncel yaşam ile doğrudan ilişkili olması gerekmeyen, gerçek dışı ve ülküsel bir var olmanın resmi olarak varlığını sürdürüyordu. Bu dünya, güncel ve gerçek yaşamdan son derece değişik olduğu için, bu yaşamın karşısavı olarak kabul ediliyor, fakat henüz bir protesto anlamını içermiyordu.” Hauser bunu söylerken günümüz siyasal söylem ve tanımlamalarından farklı bir dil ve duruşu anlamamızı ister. Bu bakımdan Millet’yi ak ve kara gibi bilinen siyasal bir kompartımana yerleştirmek boşuna bir çabadır.
Köy yaşamından sahnelerin olduğu gibi yansıtılması ve bunun devrimci bir şey sayılması bizlere ilginç hatta yersiz gelebilir. Ama geçmişin sanatında her yeniliğin içinde devrimcilik de barındırdığını unutmamak gerekir. Eski anlayışları tümüyle reddeden bu sanatçılar gerçekliğin peşinde koşmanın bir biçimi olarak bu yaptıklarıyla devrimciydiler. Millet’den çok etkilendiğini bildiğimiz ve onun resimleri üzerinden çok sayıda resim ve eskiz çalışan Van Gogh bu resim anlayışının eskiden çok farklı olduğunu kardeşi Teo’ya yazdığı bir mektubunda şöyle anlatır: “Breughel’le Millet arasındaki konularını köyden köylüden alan resimlere bakıyorum da böyle bir şeyin ‘eskiye’ mal edilemeyeceğini anlıyorum. Köylüyle çalışırken, kendi işini yaparken, eylem içinde vermek, ancak modern sanatın amacı, çekirdeği olabilir...”
Millet’nin sanat anlayışını şekillendiren sadece siyasal dönüşümler olmamıştır. Bu dönüşümlerin de nedeni olan 19. yüzyılda artan sanayileşmeyle ekonomik ve sosyal değişimlerin gerçeklik algısını değiştirmiş olmasıdır. Makineleşme ve teknolojik yenilikler, özellikle de fotoğrafın yaygınlaşması gerçeklik üzerine düşüncenin farklılaşmasını da beraberinde getirir. Krausse’ye göre, “Sanayi Devrimi’nin değiştirdiği, buhar makineleriyle, trenlerle ve fabrikalarla donattığı hayat, önceleri çok az sayıda olmalarına rağmen bazı sanatçılara, Romantiklerin hayal dünyalarından çok daha cazip göründü. Motiflerini gündelik hayatın içinde buluyorlardı. Böylece Millet, Hollandalı ‘’janr ressamları’’ndan sonra işi ve işçiyi bir nesne olarak sanatın içine katan ilk ressamlardan biri olmuştur.’’
KÖYLÜLERİN KÖYLÜSÜ
Kendisine “köylülerin köylüsü” denmesini seven Millet döneminin yenilikçi bir ressamı olarak akademik sanatın gelenekçi tarzından farklı gerçekçilik akımı içinde ürünler verdi.
Millet’nin köylüleri konu edindiği resimlerinde, yoksulluk ve zorluklar içinde olan ama aynı zamanda güçlü ve dirençli köylülerin tarımsal üretim ve beslenme uğraşları betimlenir. Besin ve beslenme öyle kolayca ulaşılan bir şey değildir. Açlık önce yoksulların kapısını çalar. Kuraklıklar açlığın ve yoksulluğun diğer bir nedenidir. Çekya’da değişik tarihlerde yaşanan açlık dönemlerinde Elbe Nehri’ndeki taşlara yazılar yazıldığı biliniyordu. Bu taşlara “açlık taşları” adı verilmiş. Kuraklık dönemlerinde Elbe Nehri’nin suları çekildiğinde bu taşların ortaya çıkması gazete haberlerine konu oldu. Bu açlık taşlarından birinde görülen “Beni görürsen ağla” yazısı, insanlık hafızası denen bir şey varsa eğer, anısı belki de en güçlü olanıdır.
*Sanat Tarihçisi, Eskişehir Okulu