YAZARLAR

20 yaşınızdan mesajınız var!

Şimdiki fotoğraflarda kusurluluğa tahammül edilemediği gibi, alabildiğine filtrelenen görüntüler abanıyor zihnimize… 20 yaş fotoğraflarımızı çekici kılan şeylerden biri de bu olabilir mi?

Şehirler, alışkanlıklar, ilişkiler, mevsimler değişirken geçmişte neyi bıraktığımız ya da geçmişten bugüne neyi taşıdığımız, uğradığımız temel konulardan biri son zamanlarda... Günler birbirine benzer ilerlerken, hareketsizliğin içinde birçoğumuz sıkışıp kalmışken bu 20 yaş challenge’ıyla en hareketli yıllarımıza gidiverdik. Hiçbir günün birbirine benzemediği yıllar… Derdimizin de tasamızın da 20 yaşa benzediği zamanlar… 20 yaş fotoğraflarına bakmanın ve hatta onları paylaşmanın cesaret isteyen bir tarafı var mı diye düşündüm. Hani bu akıma challenge yani meydan okuma diyoruz ya, neye meydan okuyoruz? Kendimize mi? Şimdiki halimize mi? Geçmişe bakmak hep cesaret ister, yüzleşme kabiliyeti gerektirir. 20 yaşla birlikte eski aşklar, eski kentler, eski dostluklar, eski dertler, eskimeyen dertler, hayaller, kayıplar çıkıp geliverdi şimdinin ortasına… Şimdinin kaygısıyla, belirsizliğiyle baş etmenin yollarından biri bu toplu regresyon (geriye dönme) hali belli ki… Regresyon yatıştırıcıdır elbet, müptelası olmamak kaydıyla…

Sanırım yaşanmış olanı tekrar zihnimize getirmek için bakarız fotoğraflara… Oradan geçtiğimizi hatırlamak için. O kahkahayı attığımızı, o köşede durduğumuzu, o meyhanede sabahladığımızı, bakışımızın en sevdiğimizin bakışıyla tam da o esnada çarpıştığını anımsamak için… Geçmişi hatırlamak bazen şimdinin canını acıtır, bulandırır hatta hasta eder. Terapi odaları, yatak odaları geçmişin ıstırabından kurtulmak isteyen insanların hikayeleriyle dolu değil midir? Peki geçmiş, hasta ettiği kadar iyileştirebilir mi? Geçmişin kayıplarıyla temas kurulabilirse onun iyileştiriciliğinden de yararlanılabileceğine inanıyorum.

Fotoğraf bir şeyi çağrıştırmasıyla artık o şey değildir. Geçmişte mayalanan bir iç fotoğrafı harekete geçirmiştir çoktan. Fotoğraf sadece geçmişe dairdir ama tüm gücü şimdide anımsanmasıdır, şiddeti de oradan gelir. Fotoğrafla birlikte o şeyin kesin yaşanmış olduğunu, en azından kesinliğin bir parçası olduğunu biliriz, artık orada olmasak da… Eğer biz geçmişle dans eden biriysek yani gerektiğinde onunla hesaplaşma gerektiğinde onu sarıp sarmalama becerimiz geliştiyse bu iyicil kesinlik, şansımız varsa bizi iyileştirici bir güce de sahiptir, tıpkı iç fotoğraflarımız gibi, ansızın çıkagelen geçmiş iç yaşantılarımız gibi, bizi iyi eden iç kaynaklarımız gibi…

Bazen geçmişte sizi çok zorlayan bir olaya, bir meseleye şimdinin merkezinden bakınca ne müthiş bir deneyim yaşadığınızı düşünebilirsiniz. Deneyim, bizi dönüştüren yaşantıdır. Geçmişte yaşadığınız o korkunç ilişki, şimdiki keyifli ilişkinizin en büyük öğretmeni olabilir mesela. Biten bir dostluğun ardından yaptığınız ruhsal muhasebe, inşa edeceğiniz başka dostlukların çok güçlü bir harcı olabilir. Bittiğini sandığımız, bizi eksilttiğini düşündüğümüz her şeyin ruhsallığımızda bir kolon görevi gördüğüne inanıyorum, yeniyi daha sağlam tutan… Yani biten şey, gerçekten bitiyor mu yoksa artık başka türlü bakmayı, başka türlü yaşamayı mı sağlıyor? Daha iyi olmak zorunda değil ama daha farklı olduğu kesin. Dönüşüm de burada başlıyor zaten. Bu yüzden de onurlandırılmayı hak ediyor… Biten her şey başlayan başka bir şeyin zeminini kazıyor. Gülten Akın’ın dediği gibi;

“Her şey birikir
Sözler, düşünceler ve nesneler biçiminde
Her şey birikir
Duru sular, ters yazılar, emek ve gözyaşı
Akıyor sanılan, kuruyor sanılan
Haklar haklılıklar, ölüm zulumlar
Uçuyor sanılan her şey birikir.”

Biriktire biriktire, toplaya toplaya gidip geliyoruz. Döngüsel bir zamanın içerisinde bir ileri iki geri, iki ileri üç geri… Eninde sonunda her yol içsel yuvamıza çıkıyor. Her şey yaşama dair…

20 yaş challenge’ı bu bağlamda kimimiz için iyileştirici bir etkiye sahip. Şimdiki sıkışmışlığımızdan bizi çekip alan ve kendimize dair unuttuğumuz bazı şeyleri hatırlatan… En önemlisi de kendimize dair şefkatli bir tarafı ortaya çıkaran… Benim sosyal medya izlenimlerime göre herkes başını okşadı 20 yaşının, günahıyla sevabıyla, acısıyla tatlısıyla… Bunu şimdide yapabilmek, geçmişe duyduğumuz sevgiyi bugüne vermek pek kolay olmuyor. Bir şeyin içinde yer alırken onu fark etmek, kıymetini bilmek, şimdi ve burada’da onu soluklamak… Bunu başarabilmek çok güçlü bir uyanıklık, dikkat ve farkındalık gerektiriyor.

Geçmiş zaman fotoğraflarının kendinden menkul kusurlulukları onları benim açımdan epey çekici kılıyor. Siyah beyazlıkları, yıpranmışlıkları, çizilmişlikleri, o dönemin teknik yetersizlikleri, karanlık oda hataları… Halbuki şimdiki fotoğraflarda o kusurluluğa tahammül edilemediği gibi, alabildiğine filtrelenen görüntüler abanıyor zihnimize… 20 yaş fotoğraflarımızı çekici kılan şeylerden biri de bu olabilir mi? Kusurlu fotoğrafların içine girdikçe hatalarımızla, belki yanlış belki doğru kararlarımızla, seçimlerimizle, şimdi olsa asla giymeyeceğimiz kıyafetlerle, incecik alınmış kaşlarla, o korkunç renge boyanmış saçlarla yani bizi şimdiye taşıyan her şeyle şöyle bir selamlaşmak… Hiçbiri daha iyi ya da daha kötü değil… Ama hepsi bize dair ve hepsinin en azından 20 yıllık hatırı var. O 20 yıllık hatırın da eminim ki hepimizin kulağına fısıldadığı kıymetli şeyler…


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.