2021 siyasetinden ne beklemeli?
Siyaseti biçimlendirmeye aday bütün sorun başlıklarında zaman boyutu çok belirleyici olacak. En azından iktidarın tercihleri, gerçeklerle yönetilebilen sonuçlar arasındaki hız farkına göre şekillenecek. Ekonomideki sıkışmanın, beklenen “rahatlamaya” ulaşmaya yetecek kadar süre sağlayıp sağlayamayacağı önemli. Dış politikada enerji üretmeyen ama hareket yaratan makinenin tekerinin dönmeye devam etmesi ve hızı da öyle.
2020'nin son saatlerini idrak ediyoruz. Bir süredir, biten her yıla “aman aman hızla uzaklaşsın” demek adetten oldu. Neticede pek güzel zamanlarda yaşamıyoruz. Her yıl bir öncekini aratır oluyor. Ancak 2020’nin, uzun yıllar boyunca bütün dünyada unutulmayacak bir kabus sene olarak kayıtlara gireceğine kuşku yok. Bu kabusun, süren, sarkmış ve devam etkilerinin ne kadarının gelecek yılı şekillendireceğini, henüz ölçülememiş kalıcı hasarın boyutunu ve bizi daha nelerin beklediğini şimdiden kestirmek kolay değil.
Her yeri ve her şeyi etkileyen pandemi, başta iddia edildiği gibi herkese aynı muameleyi yapmıyor. Devamının daha da eşitsizlik üreteceği anlaşılıyor. Dünyadaki bazı trendleri hızlandırdığı, bazı beklentileri sıkıntıya soktuğu ve hâlâ beklenmedik gelişmeler yaratabileceği konuşuluyor. Elbette bunların hepsi Türkiye’yi de yakından ilgilendirecek. Bilinmezliği bir kenara bıraksak bile, Türkiye açısından belirginleşen alametler de pek hayırlı değil zaten. Şimdi 2021 siyasetini biçimleyecek ana konu başlıklarına hızlıca bir bakalım:
EKONOMİ
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sıkıntı, salgın bahanesine sığdırılamayacak kadar derin. Kriz tablosunu haber veren sayısal veriler de hiç yeni değil. İktidar, uzunca bir süre, veri havuzundan kafasına göre yaptığı seçimlerle, bazı verileri isteğine göre “sadeleştirerek, “başka” hikaye anlatmayı sürdürebildi. Bazı rakamlara bakmadığını ilan ederek, bazılarını yok sayarak ilerledi. Ancak daha önemlisi iç-dış politika hamlelerini ekonomi bahsinin önüne koymayı veya yaşanan ekonomik sıkıntılara buralardan gerekçe üretmeyi becerdi.
Artık işsizlikten enflasyona, ekonomik daralmadan derinleşen eşitsizliğe kadar açık seçik hissedilen bir rahatsızlık mevcut. Kriz, bunalım, havada asılı bir çıplak hakikat halinde; herkesin yaşadığı, gördüğü ve hissettiği bir tabloya dönüştü. İnsanların önüne daha çok borç ve acı ilaç reçetesini koyan iktidar, mecburen sorunun varlığını kabul noktasına geldi belki ama sorunun çözümünde kimlere öncelik vereceği konusunda tercih değişmedi. Belirlenen asgari ücret sonrasında kimin isyan, kimin teşekkür ettiği çok açık.
2021’de, ekonomideki sıkışmanın yaratacağı siyasi sonuçlar, ağırlıklı olarak zaman faktörüne bağlı. Kabaca iki öngörü var: Birincisi, -iktidarın da oynadığı seçenek- salgın sonrası dünyada parasal genişleme yaşanacağı ve gelişmekte olan ülkelerin bundan faydalanacağı fikri. İkincisi, sıkıntının çok daha uzun süre devam edeceği, genişleme olsa bile Türkiye’nin rahatlamasının uzun süreceği ve ekonominin siyasete tazyikinin artacağı şeklinde. İktidarın “yüzdürme” stratejisini bir kez daha başarabilmesi, zamana karşı dayanma gücüne bağlı.
DIŞ POLİTİKA
2020, özel bir katkı olmadan kendiliğinden yeterince felaket ve sorun üretmeyi başarabildi. Ancak Türkiye, özellikle dış politikada böylesi bir senede bile dört-beş alanda özel gerilimler yaratmayı başarmış bir ülke oldu. Mümkün olan en çok alanda, mümkün olduğu kadar en çok maraza çıkartarak etkili aktör olmayı sağladığını söylemek gerek. “Oyun kuramasa bile oyun bozabilen olmak” diye tarif edilen bu stratejinin, kaç arpa yolu mesafe kazandırdığı tartışmalı ama her zeminde “konuşulan” olmayı sağladığı, “işe yaradığı” açık.
ABD yaptırımları, AB yaptırım tehdidi, AİHM süreci sonrası Avrupa Konseyi tepkisi gibi başlıklar, Türkiye’nin hâlâ kendisini görmekte olduğu batı kampında durumun parlak olmadığı gösteriyor. Dış politika ve diplomasi uzmanlarının son derece rasyonel biçimde çizdikleri tablo, iyimser bir yakın gelecek vadetmiyor. 2021’in ilk üç ayında da özellikle Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından kritik eşikleri içeren sıkıntılı bir takvim söz konusu. Dolayısıyla, Türkiye gerilim düşürmeyi denese bile bu alandaki gündem, hareketliliğini kaybetmeyecek.
İktidar, biraz önce değindiğim gibi ekonomide olduğu gibi dış politikada da, gerçek durum ile kontrol edebildiği durum arasındaki zaman farkını kullanmayı tercih ediyor (aslında kullanmasına da izin veriliyor). ABD’nin ve AB’nin yaptırım veya yaptırım tehditleri önemli bir kriz olsa da, iktidar açısından “gördünüz işte yapılabileceklerin sınırı var” diye sunulabiliyor. Erdoğan’ın “paranın dini ve ideolojisi yok” lafına imanla bağlılığını görüyoruz. Bu yüzden Batı ile krizlerde “savuşturma”, doğuda “güvenlikçi” ataklar devam edecek.
SİYASET VE REFORM
Salgın günlerinin toplumları “birlik ve beraberlik” içine çekmeye pek yaramadığının tek örneği Türkiye değil elbette. Mesela dünyanın en büyük sahnesi ABD’deki akıllardan çıkmayacak acayiplikler çok çarpıcıydı. Fakat Türkiye de, kutuplaştırmanın, ayarı kaçmış siyasi dilin müstesna örneklerini verdi yıl boyunca. Özellikle yılın son çeyreğinde, yaz aylarında vites büyütmenin hız artırarak devam edeceğini anladık. Muhalefet partilerini aşıp meslek ve sivil toplum örgütlerine içine alan cenderenin giderek sıkıştırıldığını izledik.
Ekonomi ve “dünyadaki gelişmelerle” baş etmek için ortaya atılan “reform” sözünün şaşırtıcı bir heyecan yaratması, siyasetle kurulan gerçek dışı ilişkisiyle ilgiliydi. İktidar, biraz maksatlı olarak böyle anlaşılacak imalara yol verdi ve sonra da hizaya girilmesi gereken sınırları kalınca –kolayca- çizdi. Bunun ne kadarının iç çatışma ne kadarının iş bölümü mahsulü olduğu hâlâ tartışılıyor. Ancak Bahçeli’nin kılavuzluğunda Erdoğan tarafından da teyit edilen bu çerçeve, atılan somut adımlarla ve 2020 ruhuyla gayet uyumlu.
AİHM kararlarını tanımayarak Demirtaş’ı içerde tutma talimatı, Kavala’nın hakkının ihlal edilmediğine hükmeden AYM çoğunluğu, “reformun” iktidarın güç ve güvenlik meselesinin çözümü için atılacak adımlardan ibaret olduğunu net gösteriyor. Bu çerçevede Bahçeli’nin “siyasi itlaf” sınırına dayanan tanzim talebi, Erdoğan’ın “yerli-milli muhalefet” inşası iddiası ve danışmanı Mehmet Uçum’un “siyaseti güvenlikçileştirme” önceliğine ilişkin söylediği korkunç şeyler, 2021’den beklenebilecekleri belirgin biçimde çiziyor.
NE BEKLEMELİYİZ?
Görüldüğü üzere, siyaseti biçimlendirmeye aday bütün sorun başlıklarında zaman boyutu çok belirleyici olacak. En azından iktidarın –ki siyasetin hâlâ ana belirleyicisi- tercihleri, gerçeklerle yönetilebilen sonuçlar arasındaki hız farkına göre şekillenecek. Ekonomideki sıkışmanın, beklenen “rahatlamaya” ulaşmaya yetecek kadar süre sağlayıp sağlayamayacağı önemli. Dış politikada enerji üretmeyen ama hareket yaratan makinenin tekerinin dönmeye devam etmesi ve hızı da öyle. “Elit muhataplar” bu zamanı verme eğiliminde gibi.
Ekonomi ve dış politika alanlarında zamanı kullanmak iktidar lehine olur ve sağlayabildiği “izinler” uzatılırsa, siyasette 2020’nin genel havasına çok benzeyen –ikinci sezon gibi- bir yıl geçirilmesi olasılığı çok yüksek. İçeriyi Bahçeli ile dışarıyı Avrasyacılıkla korkutarak ikna etmeye devam edilir. Sorunları yüzdürmeye müsait zaman akışı, siyaseti de yavaşlatacaktır. Ancak bu durum, güç konsolidasyonu ataklarının zayıflaması anlamına gelmeyeceği gibi, sürecin yeterince ürkütücü olmaya devam edeceği anlamına gelir.
Eğer tersi olur; sorun alanlarında zaman baskısı yükselir ve sıkışma derinleşirse, siyaset sayacının da hızlandırılması gündeme gelebilir. Elbette -ben fazla ihtimal vermesem de- iktidar içi gerilimin artmasının da benzer bir etki yaratması olası. Bu seçeneğin somut sonucu, muhtemelen seçim zamanlaması olarak karşımıza çıkar. Ancak bu noktada iktidarın zeminini hazırlamaya başladığı, “meşru siyasete kabul edilecekler” ve izin verilen sınırlar açısından çok tehlikeli adımlar beklemeliyiz.
İçinizi yeterince karartabildiysem; herkese iyi yıllar dileyerek burada durayım.