2021’e girerken Türkiye ve dünya

Biden yönetiminin dış politika öncelikleri çerçevesinde 2021 yılında Washington’da bir Global Demokrasi Zirvesi toplaması bekleniyor. Dünyada demokrasilerin ve temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi amacıyla düzenlenecek bu zirveye Çin, Rusya, İran, Macaristan, Filipinler ve Myanmar gibi ülkelerle beraber Türkiye'nin de davet edilmeyeceği konuşuluyor. Düne kadar kör topal da olsa demokrasi cephesinde yer alan Türkiye’nin düştüğü içler acısı durum ibretlik.

Google Haberlere Abone ol

2020 her bakımdan zor ve sorunlarla dolu bir yıl oldu. 2021’den umutlu olmamız için iktidarın değişmesinden başka çözüm yolu yok. İçeride her yeni gün “artık bu kadarı da olmaz” dediğimiz otoriter baskılar, çürümüşlük, keyfî uygulamalar, işsizlik ve ekonomik çöküşten, dışarı ise Türkiye’yi “değerli yalnızlığa” mahkûm eden çatışmacı, maceracı, mezhepçi dış politikadan kurtulmak ancak muhalefet cephesinin AKP-MHP’ye karşı kararlı bir tavır almasına ve asgari demokratik müşterekler etrafında bir an önce örgütlenmesine bağlı olacak. HDP’nin dışlandığı bir muhalefet cephesinin başarı şansı yok. Bu konuda CHP’nin ön alması ve çalışmalara bir şekilde HDP’yi de dahil etmesi gerekiyor. Muhalefetin geniş halk kitlelerinin benimseyeceği demokratik bir anayasa taslağını erken bir tarihte kamuoyuna sunması gerekir. CHP’nin kendi Anayasa önerisini önümüzdeki günlerde sadece dar kapsamda siyasi partilere sunması yeterli olmaz. Önerinin sivil toplum kuruluşlarına da sunulması ve ortaya çıkacak müşterek taslağın bir an önce kamuoyunun önünde tartışmaya açılması lazım. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verilebilirlik, laik ve sosyal devlet yapısı, seçim güvenliği gibi temel değerler ve demokratik hak ve yükümlülüklerin yeni anayasada güvence altına alınması lazım. Bunlar AKP öncesinde de sorunlu alanlardı. Artık Türkiye’nin geriye değil ileriye bakması ve yeni bir toplumsal sözleşme etrafında buluşması gerekiyor.

Kürt sorununun çözümü bu bakımdan kilit önemde. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’nin demokratik bir ülke olması, refaha ve sosyal adalete ulaşması mümkün değil. Devekuşu misali inkâr politikalarında ısrar etmek, kangren olmuş bir yarayı daha da sorunlu hale getirir. Anadilde eğitim ve yerel yönetim reformu Kürt sorununun çözümü yolunda asgari bakımdan temel önemde. Bunlar bugünkü şartlarda hassas dengelere dayanan AKP-MHP karşıtı ittifakın yeni anayasa taslağı içine alınamazsa, daha dar ve uzun vadeli bir ittifak platformunun hedefi haline getirilmeli.

Dış politikada mezhepçi-ulusalcı anlayışlar sonucu girdiğimiz Suriye, Irak ve Libya bataklıklarından bir an önce çıkmamız lazım. Suriye, Irak ve Libya’da askeri operasyonların sürülebilmesi mümkün değil. Kürt sorununun çözümü yolunda atılacak adımlar Ortadoğu bataklığında Türkiye’yi rahatlatır. Uluslararası dengelerin hep aynı kalacağı beklenmemeli. Türkiye ummadığı kadar kısa sürede Suriye, Irak ve Libya’dan çıkmaya zorlanabilir. Rusya ile yaşanan bahar iklimi yerini fırtınalı günlere bırakabilir. Türkiye’nin bu kamburlardan kurtulması gerekiyor.

Bugünkü çatışmacı üslup Türkiye’nin aleyhine çalışıyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını ikna edici şekilde savunması dış politika anlayışını değiştirmekten ve başta İsrail, Suriye ve Mısır olmak üzere, bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirerek ittifaklar kurmasından geçiyor.

Her şart altında Türkiye’nin yüzünü yeniden Batıya çevirmesi lazım. AİHM Büyük Dairesi’nin Selahattin Demirtaş bağlayıcı kararını reddeden Türkiye’nin Batıyla ilişkilerini yeniden rayına oturtması mümkün değil. Türkiye’nin bir an önce üyesi olduğu Batılı kurumlardaki yükümlülüklerini yerini getirmesi gerekiyor. AB’yle ilişkilerde yaşanan tahribatın onarılması için demokrasi, hukuk, insan hakları ve ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlükleri alanlarında önemli reformların gerçekleştirilmesinden başka çare yok. Bunlar sicili belli AKP’nin yapabileceği şeyler değil.

Joe Biden, seçimi kazandığında izleyeceği dış politika önceliklerini daha 2019 yılında New York’ta yaptığı bir konuşmada açıkladı. Yeni yönetimin dış politikasında öncelikli konular arasında Transatlantik bağların güçlendirilmesi, uluslararası kurumlara yeniden işlerlik kazandırılması, demokratik dünyanın güçlendirilmesi, iklim değişikliği ile mücadele edilmesi, nükleer silahsızlanma gibi meseleler olacak. Yeni ABD yönetimi dış politikasının odağına Asya-Pasifik bölgesini alacak. Türkiye ve Orta-Doğu ABD’nin dış politika öncelikleri arasında değil. Ama bu, Orta-Doğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da önceki yönetimden farklı davranılacağı anlamına gelmiyor. İsrail, Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye gibi meselelerde Türkiye ABD ile aynı sayfada yer almıyor. Özellikle S-400 ve Halkbank konuları Türkiye-ABD ilişkilerini uzun süre meşgul edecek. Türkiye’nin CAATSA yasasıyla yaptırımlar kapsamına alınmasına neden olan S-400 füzeleri, ABD silah sanayini, NATO uyumunu ve Rusya ile rekabeti örselemesi nedeniyle ABD’de sinir uçlarına dokunuyor. Bu silahlar depoya kaldırılmadan ufukta çözüm gözükmüyor. Bu sonucun öngörülememiş olması tek adam iktidarının ve asker-sivil bürokrasinin halipürmelalini ortaya koyuyor.

Biden yönetimi Obama’nın Asya’ya öncelik veren “Pivot” politikalarını kaldığı yerden devam ettirmeye çalışacak. Esasen Trump yönetimi de farklı şekilde Asya’ya (Çin’e) öncelik vermişti. Ancak Biden, Trump’ın bölgedeki müttefikleri rencide eden, uluslararası anlaşmalara kuşku ile yaklaşan, Çin’le ekonomik çatışmayı norm haline getiren “America First” politikaları yerine, kurumlar, kurallar ve ittifaklar üzerinden bir dış politika izlemeye çalışacak. Çin aradan geçen dört yıl içinde hayli mesafe kazandı. Çin, arkasına büyük miktarda mali fonlar koyduğu “Kuşak ve Yol Girişimi” (BRI), “Asya Altyapı ve Yatırım Bankası” (AIIB) ve “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” (RCEP) projeleriyle Avrasya, Güney ve Güneydoğu Asya, Pasifik ve Afrika kıtalarını/bölgelerini kapsayan Pekin merkezli, Dolar’a dayanan mali yapıları ve ABD’yi dışlayan bir ekonomik sistemi hayata geçirdi. Çin hata yapmadıkça ABD’nin bu girişimleri durdurması artık imkansız. Bu safhada ABD’nin sahneye yeniden dönmesi için, Trump’ın çekildiği “Transpasifik Ortaklık” (TPP) serbest ticaret anlaşmasına yeniden katılarak, başta ASEAN ülkeleri olmak üzere Pasifikteki ortaklarını yeniden kazanmaktan ve Çin’in girişimlerine alternatif yeni işbirliği projelerini hayata geçirmekten başka çaresi yok. Bu coğrafyada ABD’nin elini güçlendirecek iki kozu var. Birincisi Çin’in silahlı saldısına uğrayan Hindistan’ın ABD’nin destek ve işbirliğine ihtiyaç duyması. İkincisi ise Güney Çin Denizi’nde Çin’in uluslararası hukuk dışı saldırgan politikalarına ve uygulamalarına maruz kalan Vietnam, Filipinler, Endonezya, Brunei gibi ASEAN ülkelerinin Çin’i dengeleyecek müttefik arayışı. Ancak Filipinler dışında bu ülkelerin ABD ile askeri alanda müttefiklik ilişkilerine girmeleri sözkonusu değil.

Pasifik bölgesindeki askeri dengede ABD hâlâ en güçlü devlet olmakla beraber artık tek hâkim güç değil. Batı Pasifik’te Çin artık ABD ile denizde, havada ve stratejik silahlarda rahatça rekabet edebiliyor. Bu iki ülkenin uçaklarının, savaş gemilerinin Güney Çin Denizi’nde zaman zaman çatışmanın eşiğine gelmeleri, işbirliği ve güven arttırıcı mekanizmaların hayata geçirilmesini gerektiriyor. Pasifik bölgesinde ne böyle bir gelenek ne de niyet var.

ABD’nin Batı Pasifik’teki sorunları sadece Çin’le sınırlı değil. Kuzey Kore lideri Kim Jong-un Kuzey Kore’nin elindeki kıtalararası füzelerle (ICBM) Washington ve New York’u vurabileceği tehditleri savuruyor. Trump’ın kameralar önünde yürüttüğü zirve diplomasisinden sadece Kim Jong-un kârlı çıktı. Kuzeydoğu Asyalı diktatör bu zirveler sayesinde uluslararası meşruiyet elde etti. Kuzey Kore sorunu Biden yönetiminin hayli başını ağrıtacak.

Çin ve Kuzey Kore, “Economic Intelligence Unit” adlı saygın yayının her yıl açıkladığı dünya demokrasiler sıralamasının en altında, otokratik rejimler klasmanında yer alıyor. Onların biraz üstünde melez demokrasiler klasmanında Türkiye var. Biden yönetiminin dış politika öncelikleri çerçevesinde 2021 yılında Washington’da bir Global Demokrasi Zirvesi toplaması bekleniyor. Dünyada demokrasilerin ve temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi amacıyla düzenlenecek bu zirveye Çin, Rusya, İran, Macaristan, Filipinler ve Myanmar gibi ülkelerle beraber Türkiye'nin de davet edilmeyeceği konuşuluyor. Düne kadar kör topal da olsa demokrasi cephesinde yer alan Türkiye’nin düştüğü içler acısı durum ibretlik. Bu zirveye Gana, Güney Afrika ve Tunus gibi ülkeler davet edilirken Türkiye edilmezse, AKP iktidarının dış güçler teranesiyle durumu tevil etmesi hayli güç olacak. Dünya demokrasi cephesinin güçlendirilmesi amacıyla bir adım da İngiltere’nin dönem başkanlığındaki G-7 2021 Zirvesi’ne Avustralya, Güney Kore ve Hindistan’ın davet etmesiyle Boris Johnson tarafından atıldı. Hindistan demokrasisi Hindu milliyetçisi Modi yönetiminde hayli geriledi. Bu nedenle, D-10 olarak adlandırılacağı iddia edilen zirveye Hindistan’ın da davet edilmesi demokrasi-otokrasi denkleminde kuşkusuz sıkıntı yaratacak. Buna rağmen, demokrasi cephesinin Biden’la beraber silkelendiği ve 2021 yılında belli bir ivme içine gireceği kuşkusuz. Bu cephede Türkiye’nin yer almaması çok üzücü olacak.

*Emekli Büyükelçi