2023 Seçimleri gölgesinde Türkiye’de siyaset ve göçmenler

Sivil toplumun daralan alanı ve siyasal alanın göçmen karşıtlığınca belirlenmesi bir arada düşünüldüğünde göçmen ve mülteci hakları alanında söz söylemek veya faaliyet yürütmek çok daha zor olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

 

Didem Danış - Fırat Çoban

Türkiye’de son yılların en kritik seçimleri Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın galibiyetiyle sonuçlandı. Türkiye’deki göçmen-sığınmacı nüfus, 14 Mayıs sürecinde özellikle Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın seçim kampanyasının önemli başlıklarından biri oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasının ardından ise göçmen ve sığınmacılar; Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu’nun “karar ver” başlıklı ikinci tur kampanyasının ve seçim sürecinin merkezine oturtuldu.

AKP iktidarının mültecileri araçsallaştıran göç yönetim mantığı karşısında, muhalefet partilerinin toplumsal ve siyasi sorunlara sağ popülist göçmen karşıtı bir söylemle cevap vermesiyle Türkiye’de göçe ilişkin ana akım tartışma, geçici koruma altındaki Suriyelilerin geri gönderilmesi meselesine hapsedilmişti. Seçimler boyunca da bu tartışmanın kendisi, parti ve ittifakların seçim beyannamelerinden miting meydanlarına varlığını sürdürdü.

Göçmen ve mültecilerin “geri gönderilmesinde” mutabık olan muhalefetin ayrım çizgilerini, ne zaman ve nasıl sorularına verilen yanıtlar oluşturuyordu. Türkiye’de muhalefetin üzerinde mutabık olduğu başlıkların başında ise 18 Mart 2016 tarihinde Avrupa Birliği ile Türkiye tarafından kabul edilen göç anlaşmasının “iptal edilmesi” geliyordu. Ancak, Türkiye’yi Avrupa’ya yönelen göçü sınırlandırmakla görevli bir uç karakol olarak kodlayan bu anlaşmaya karşı çıkılırken, göç yönetiminin nasıl yapılacağına ve Suriyeli sığınmacıların geleceğine dair güvenlikçi ve dışlayıcı bir bakış dışında bir perspektif sunulmuyordu.

Hem seçim öncesinde, hem de 14 Mayıs süreci boyunca “Suriyelileri iki yıl içerisinde vatanlarına göndereceğim” diyen Kılıçdaroğlu, ikinci tur ile birlikte, göçmen-karşıtlığı merkezli bir “karar ver” kampanyasına başladı. Kadın cinayetleri, barınma krizi, işsizlik, düşük ücretler gibi esaslı sorunlara karşı göçmen ve sığınmacılar merkezli bir söylemle yanıtlar üreten “karar ver” kampanyası; neoliberal küreselleşmenin ve AKP iktidarının derinleştirdiği sorunlar karşısında güvencesiz, geleceksiz, en temel yurttaşlık haklarını dahi yitirmiş milyonları göçmen karşıtlığı temelinde harekete geçirmeyi hedefliyordu.

Bu hedef doğrultusunda atılan en önemli adımların başında şüphesiz 24 Mayıs 2023 tarihinde Zafer Partisi ve CHP arasında imzalanan 7 maddelik protokol ve Zafer Partisi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi geldi. Protokol göçmenleri “Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu” olarak tarif ediyor; 3. maddesi ile “başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içerisinde ülkelerine geri gönderilecektir” diyordu. 14 Mayıs sonrasında seçim kampanyasının ana odağını göçmen karşıtlığına oturtan Kılıçdaroğlu, bu protokol ile hem alanın hamisi ZP tarafından siyasetini tescilliyor hem de şiddetini artırıyordu. Daha önce pek çok parti belgesi ve açıklamasında “en geç 2 yılda göndereceğiz” denilen Suriyelilerin geri gönderilmesi bu protokol ile 1 yıl öne çekildi; Zafer Partisi ile CHP arasında -belki yalnızca dilsel düzeyde olan- “rasyonellik, hukuka uygunluk, insan haklarına saygı” vb. ayrımlar ortadan kalktı. Kurulduğu 26 Ağustos 2021 tarihinden bu yana manipülasyona ve dezenformasyona dayalı bir strateji ile göçmen karşıtlığını istikrarlı biçimde üreten ve sürdüren Zafer Partisi’nin dil ve siyaseti, 15 Mayıs sabahıyla birlikte Kılıçdaroğlu’nun çizgisini ele geçirdi. Ancak seçim sonuçları, toplumda göçmen karşıtlığı ne kadar yüksek olsa da, göç meselesinin oy davranışını belirleyen ana motivasyon olmadığını gösterdi.

Öte yandan, AKP iktidarı on yılı aşkın süredir Türkiye’deki yaşamlarını geçici koruma rejimi altında sürdüren milyonlarca Suriyeli’nin geleceklerine ilişkin bir projeksiyon sunmazken; iç ve dış politikada “araçsallaştırma” mantığını istikrarlı biçimde sürdürdü. Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde sürdürülen imar faaliyetlerini işaret ederek zaman zaman test ettiği “geri göndereceğiz” söylemi, seçim sürecinde Cumhur İttifakı unsurlarınca sıklıkla tekrar edilmiş; 14 Mayıs sonrası Erdoğan da, "1 milyona yakın mültecinin topraklarına dönmesi için Suriye'de konut yapımıyla ilgili projeler hazırladık. Mültecilerin ülkelerine dönmesini sağlayacağız” demişti.

Önümüzdeki dönemde, AB üyesi ülkeler ile Türkiye arasından kabul edilen mutabakatın, yani Türkiye’nin küresel göçmen idare merkezi konumunun devam edeceğini; bununla birlikte sayısı 1 milyon olmasa da Suriyelilerin bir kısmının geri gönderileceğini tahmin edebiliriz.

İlk düşüncemizi teyit etmek için, 28 Mayıs seçimleri sonrasında AB üyesi ülkelerden ardı ardına gelen tebrik mesajlarının, von der Leyen’in “ilişkileri geliştirmek için” duyduğu “sabırsızlığın” ve bilhassa Avrupa basınında yer alan “Avrupa rahat bir nefes aldı” haberlerinin altını çizmeliyiz. Öte yandan, yeni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından “Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeceği kalmamıştır” sözleriyle ifade edilen ve enflasyonla mücadeleyi işaret eden programla beraber işsizliğin yükseldiği bir ortamda “geri gönderme” seçeneğine, işsizliği baskılamanın, “düşük ücret - geniş istihdam” politikasını sürdürmenin imkanlarından biri olarak başvurulabilir. Ancak eski Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, Türkiye’deki sığınmacı-göçmen nüfusun tarım ve sanayi sektöründe ucuz işgücü olarak önemini vurgulayan, o yüzden de “tümünü göndereceğiz dersek doğru olmaz” şeklinde ifade bulan pragmatist bakışın süreceğini de söyleyebiliriz.

Seçimlerin ardından yeni Cumhurbaşkanlığı kabinesi, 4 Haziran 2023 tarihinde açıklandı. Türkiye’nin göç politikası açısından belirleyici öneme sahip iki mevki olan İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarında da değişiklik yaşandı. Yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ilk temaslarından birinde, Yunanistan Dışişleri Bakanı Kaskarelis ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde düzensiz göç konusunu ele almış olması yeni dönemde de göç yönetimi açısından Batı cephesinde bir değişiklik olmayacağına işaret ediyor.

Öte yandan, Göç İdaresi Başkanlığı’nın da bağlı olduğu, Türkiye’deki göç yönetiminin merkezi olan İçişleri Bakanlığı görevine 2018’den bu yana İstanbul Valisi olan Ali Yerlikaya getirildi. İstanbul Valiliği süresince “düzensiz göçle mücadelesinin” eseri olarak sınır dışı istatistiklerini yayınlayan Yerlikaya, 2019 yazında İstanbul'da Suriyeli sığınmacılara yönelik sınır dışı kampanyasını da yöneten kişiydi. İstanbul’dan önceki görevinin de, 2015-2018 yılları arasında Gaziantep Valiliği olduğu düşünülürse göç konusunda deneyimli ama daha çok güvenlikçi bir bakışa sahip bir bakan olduğunu söyleyebiliriz.  

Önümüzdeki dönemde, hem seçim süresince doruk noktasına çıkarılan mülteci karşıtlığı hem de yeni kabine ve ekonomik konjonktür nedeniyle göçmen ve mülteci hakları alanında söz söylemek veya faaliyet yürütmek çok daha zor olacaktır. Sivil toplumun daralan alanı ve etkisizliği ile siyasal alanın göçmen karşıtlığınca belirlenmesi bir arada düşünüldüğünde önümüzde hem insan hakları hem de Türkiye’nin esaslı sorunlarına gerçek ve kalıcı çözümler bulunması açısından oldukça karamsar tablo bulunmaktadır.