24 Temmuz Basın Özgürlüğü Günü: Türkiye’de medya manzarasının eleştirisi ve geleceği
Türkiye’nin metamorfozu medya eliyle gerçekleştirilmek istenmiştir. Türkiye toplumu; AKP elinde, medyanın koçbaşı olarak kullanıldığı bir iktidar pratiğine tanıklık etmiştir.
24 Temmuz Basın Özgürlüğü Günü: Türkiye’de medya manzarasının eleştirisi ve geleceği
22 yıl boyunca medya, ekonomi, devlet, siyaset, toplum ve sivil alan eş zamanlı ve koordineli bir biçimde nasıl şekillendirildi? AKP'nin medyaya olan yaklaşımı, her detayında belirginleşen radikal bir değişimi ve kontrolü nasıl sağladı?
Medya patronlarının, yapılarının ve habercilik ilkelerinin değiştiği yeni medya düzeninde; bir ideoloji, parti ve lider etrafında nasıl örgütlenildi?
Türkiye'de medya ve iktidar arasındaki ilişki düşünce ve ifade özgürlüğü ile haber alma hakkını nasıl etkiliyor? gibi soruların cevapları için Türkiye’nin medya iklimindeki dönüşümünün 22 yıllık iktidar mimarisinin kendisiyle birlikte ele alınması zorunludur.
AKP tarafından doğrudan bir “ideolojik aygıt” olarak tasarlanan medya düzeni toplumsal dönüşümün aparatı ve bir yöntem olarak anlamlı bir biçimde ilişkilendirilecek işaretlere sahiptir.
Durum birbirini tamamlayan, besleyen bağlar içerirken, bu 22 yıllık süreçte gazetecilik, basın özgürlüğü ve medya üzerindeki baskılar ciddi boyutlara da ulaştı.
2023 yılında, MLSA gözlemcilerinin takip ettiği 233 davada, 314'ü gazeteci olmak üzere toplam 1,646 kişi yargılandı. Bu davalarda 23 gazeteci, toplamda 67 yıl 8 ay 12 gün hapse mahkûm edildi. 29'u gazeteci olan 30 sanık tutuklu yargılandı.
Ankara'da 11, Diyarbakır'da ise 15 gazetecinin tutuklanması, oranların yükselmesinin sebebi... Gazetecilere en sık "terör örgütü propagandası", "terör örgütü üyeliği" ve "terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef göstermek" suçlamaları yöneltildi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın (TGS) 2023-2024 Basın Özgürlüğü Raporu'na göre de son bir yılda en az 14 gazeteci cezaevine girdi. Bugün itibarıyla 16 gazeteci gazetecilik faaliyeti nedeniyle cezaevinde. Ayrıca, 69 gazeteci gözaltına alındı, 66 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı ve 26 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi. (Buna MHP’nin listesi dahil değil)
Ceza yargılamalarında toplamda 47 yıl 1 ay 24 gün hapis cezası ve 31,160 TL adli para cezasına hükmedildi. RTÜK tarafından basın yayın kuruluşlarına 38 ayrı idari para cezası verildi, toplamda kesilen ceza tutarı 40,744,956 TL. Tüm cezalar tabi ki muhaliflere… Bu baskılar, medya üzerinde yaratılan tahakkümün bir parçası olarak görülmelidir. Bu yüzden AKP devrindeki medya dönüşümü devlette tasarlanan dönüşümlerden bağımsız düşünülemez.
2003’te TMSF eliyle başlayan süreç çok katmanlı ve eş zamanlı tasarlanmıştır.
Medya, AKP’nin negatif dönüştürücü stratejilerinin işlevsel bir aparatı, iktidarının kurumsallaşması ve hegemonyası için etkili bir manivela olmuştur.
Örneğin, Demirören’den Turkuvaz’a kadar medyayı her zerresine kadar içine alan AKP, tüm bunları iktidar mimarisinin bir uzantısı haline getirmiştir.
“Alo Fatih” örneğindeki gibi her anını, “penguen belgeselleri” ya da tek manşetlerdeki haliyle her adımını yönlendirdiği bir düzeni varlığı için mutlak kılmıştır.
Hukuki şiddet ya da sermaye transferi ile medya patronlarını ve medya yapılarını değiştirmiş, temel gazetecilik, habercilik ilkelerini kendi ideolojisinin ve liderinin nüfuz alanına, yörüngesine sokarak, tarihimizdeki pek çok kırılma anını yönetmiştir.
Tüm bunlarla “hakikatin peşine düşme işi”, “ilk yükümlülüğü gerçek haber”, “sadakatle bağlı olacağı ilk merci halk” “icra edenler konu aldıkları, kişi, kurum ya da olaydan bağımsız olmalı” biçiminde tanımlanan gazetecilik; AKP döneminin en önemli beklenti alanını oluşturdu.
Basın, gazetecilik, bir bütün olarak medya AKP’nin adım adım muradına ereceği, ikbalini şekillendireceği bir “yalan siyasetinin” kaldıracı oldu.
Böylece zamanla yörüngeye oturan medya AKP ile birlikte bazen bir siyaset mühendisliğine bazen bir toplum mühendisliğine girişti uzun yollar boyunca.
AKP tüm bu mühendislik çalışmalarını eş güdümlü olarak ve büyük ölçüde finans akışıyla tayin etti.
Bu düzen onun ekonomik tercihleri ile olduğu kadar kendi rejimini kurma arzusuyla da ilintiliydi.
AKP’nin görkemli (!) iktidarında iltisaklı medya grupları tam da sistemin işleyişine uygun olarak kendilerine sağlanan olanaklarla medya faaliyetlerini diğer alanlardaki işlerini de kolaylaştıracak bir biçimde iktidarla hem hal oldular.
İşte bu işleyen düzen içinde, AKP güdümündeki medya grupları, gerçek anlamda bir basın ahlakı kaygısı da taşımadı.
Bu ahlaki kaygı kaybolunca da AKP karşısında eğilmekten, bükülmekten hicap duymayan ve aynı ölçüde şekilsizleşen bir yapıya büründü.
AKP de iktidarını işte bu omurgasızlık üzerinde kurumsallaştırdı.
Erdoğan aşkıyla yanıp tutuşanlar da onun azarıyla salya sümük ağlayanlar da bu devirde türedi.
AKP çiçeği burnunda bir iktidar partisiyken TMSF’nin 2003 yılında bir medya grubuna yaptığı operasyonla kendine bir yol açtı; yeri geldi hukuku çiğneyerek yeri geldi devlet gücünü kullanarak zamanla diğer medya gruplarını da bir bir kendine ram kıldı.
Demirören’den Turkuvaz’a her bir medya organizasyonu AKP’nin yarattığı bu iklimde boy verdi.
AKP bir yandan medya üzerindeki tahakkümünü katmerleştirirken bir yandan iktidarını ismi cismi başka ama tek merkezden sevk ve idare edilen yüzlerce tetikçisiyle muhaliflerini susturmak üzere yoluna devam ediyor.
116 yıl önce başlayan saray gazeteciliği 116 yıl sonra farklı bir formda hayat buluyor.
Tek manşetli, aynı dilli saray gazetecileri iktidarı bila kaydu şart savunmayı kendine vazife ediniyor.
Tam da bu ortamda AKP iktidarındaki en açık çürümelerden biri devlet kurumları olan TRT ve Anadolu Ajansı’nda gözlerimizin önünde yaşanıyor.
TRT de AA da kendini devletin yerine koyan bir siyasi güruhun elinde Louis Althusser’in tanımıyla gerçek anlamda bir “ideolojik aygıta” dönüşüyor.Bu anlamda TRT Haber’in birkaç gün önce sokak hayvanlarına yönelik katliam yasasındaki manipülatif tutumu ibretlikti.
Gerek TRT ve AA gibi devlet kurumları gerekse Demirören’den Turkuaz’a medya organizasyonları AKP’nin ideolojik aygıtına, bir partinin, bir ideolojinin, bir siyasinin mızrak ucuna dönüşürken, bu çemberin dışında kalanlara yukarıda değindiğim gibi; tutuklamalar, sürgünler, fiziksel şiddet ve iktidar ortağı MHP’nin 154 kişilik listesi gibi hedef gösterilmeler reva görülüyor.
AKP’nin medya eliyle iktidarını kurumsallaştırma eğilimi 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından OHAL ile başlayan yeni rejimin inşasıyla ve medyadaki altüst oluşlarla yeni bir yere evrildi.
Yeni rejimle ve yeni siyasal iklimle sadece medya değil koca bir toplumsal yapı AKP’nin zihin dünyasına hizmet edecek şekilde yeniden bir yola sokulmak isteniyor.
Öyle ki ülkenin cumhurbaşkanı bir gazeteciyi “haddini bil haddini, bilmezsen haddini bu millet patlatır enseni” sözleriyle tehdit ettiği günlerden sonra; ortağı daha dün elinde listeyle tüm ülkenin gözü önünde 154 kişiyi tehdit edebiliyor.
Velhasıl AKP’nin medya sicili gösteriyor ki basın ve medya koca bir toplumun 22 yıllık süreçte bir değişim dönüşümü için kalkış noktası olmuş.
AKP, iktidar olduğu 2002 yılından itibaren iktidar- medya ilişkilerinde demokratik zeminde buluştuğu bir an hiç olmamış. Aksine baskının, zorun, gerçek anlamda şiddetin yanında hukuki şiddetin egemen olduğu bir hatta ilerlemiş.
AKP’nin 22 yıl boyunca medya ile kurduğu hiyerarşik ilişkili politik blok, yükselişinde önemli bir role sahiptir.
22 yıl; zorlamayla, tekleşmeyle, tek sesleşmeyle, tek manşetleşmeyle bir dayatmalar tarihidir.
22 yıl; baskıcı totaliter ruhun, ceberrut iktidarın, zorbalığın saltanatıdır.
22 yıl; Türkiye bütünlüğünün zaman içinde geriletilmesidir; haber alma hürriyetinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin önünü alabildiğince kapatan, sonunu getiren bir örgütlü kötülüğün zaman dilimidir.
22 yıl; bunların hiçbirinin biçimsel olarak bile yaşandığı bir bütünlük vermemiştir ülkeye.
Türkiye’nin metamorfozu medya eliyle gerçekleştirilmek istenmiştir.
Türkiye toplumu; AKP elinde, medyanın koçbaşı olarak kullanıldığı bir iktidar pratiğine tanıklık etmiştir. Siyaset, ekonomi, eğitim, sağlık, hukuk, güvenlik gibi birçok alanda değişimi yaşarken medyanın bunların önemli bir parçası olduğunu müşahede etmiştir.
Muhalefetle girdiği her mücadeleyi medya eliyle bir mevzi savaşına dönüştürmüş olan AKP; manevra alanını her yitirişinde iktidarını yeniden düzenleyecek kabiliyeti medya eliyle sağlamanın yoluna gitmiştir.
Bu ortamda, gazetecilerin karşı karşıya kaldığı baskılar, sadece medya özgürlüğü açısından değil, demokrasinin temel ilkeleri açısından da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. AKP’nin medya sicili, 22 yıllık süreçte demokrasiyi zehirleyen kök sorunların da işaretidir.
Evet AKP su-i misaldir. Ama yaptıklarına bakarak basın özgürlüğünü neden önemsememiz gerektiğini ve ahlaki seçeneğin ne olduğunu gösteren ibretlik ve aynı zamanda müfredatlık bir vakadır.
Mücadelenin ne olduğunu, aşılması gerekeni de gösterir. Bu yüzden hakikatin, bilginin, anlamın inşası; aygıtlaştırılmış gerçekliğe galebe çalmalı.
24 Temmuz Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü'nde, medyanın derinliklerinde yatan gerçekleri, çıkarımları Türkiye medyasının, siyasal ve sınıfsal dinamiklerle derin ilişkisini ormandaki ekmek kırıntıları misali bellemeliyiz.
Çünkü aynı yoldan geri döneceğiz.