30 yıldır kapalıydı: Mağaranın derinliklerinde mikroplastik bulundu
ABD’nin Missouri eyaletinde bulunan ve 1993 yılından bu yana neredeyse hiç kimsenin ziyaret etmediği bir mağaranın plastik atıklarla yüksek oranda kirlendiği ortaya çıkarıldı.
Becky Ferreira
Bilim insanları, 30 yıldan beri halka kapalı olan Missouri mağara sisteminde yüksek düzeyde plastik kirliliği olduğunu ortaya çıkardılar; bu, pek çok yeraltı habitatının, insanlar gitmese dahi insan kaynaklı atıklarla kirlendiğini gözler önüne seren bir keşif.
Bir keşif ekibi, Saint Louis yakınlarında bulunan, 1993 yılındaki ölümcül sel baskınından bu yana halka kapalı olan ve labirent benzeri karstik geçitlerden oluşan bir mağara sistemi olan Uçurum Mağarası’nda ('Cliff Cave') örnek topladıkları her yerde küçük plastik parçacıkları olan antropojenik mikroplastikler keşfettiler. Ulaşılan sonuçlar, mikroplastiklerin ve diğer antropojenik kirlilik biçimlerinin çoğu yerde yeraltı mağaralarına sızabileceğini, bu durumun ise orada varlığını sürdüren hassas ekosistemler açısından potansiyel tehditler oluşturabileceğini ve akiferler gibi insanların kullandığı su kaynaklarını kirletebileceğini gösteriyor.
KAPALIYKEN BİLE KİRLENMEYE DEVAM ETTİ
Her yıl, insanlar yüz milyonlarca ton plastik üretiyor ve var olan talep, artan miktarda plastik atık akışına yol açıyor. Bu akış kimi zaman doğal çevreye büyük parçalar halinde girer; fakat çoğu zaman uzak ve geniş bölgelere dek yayılabilen küçük parçacıklara ayrılır. Bu mikroplastikler okyanusun en derin kesimlerinde, soluduğumuz havada ve hatta kanımızda bile tespit edildi.
Son olarak, ABD’deki Saint Louis Üniversitesi’ne bağlı Suya Erişim, Teknoloji, Çevre ve Kaynaklar (SU) Enstitüsü’nün müdür yardımcısı Elizabeth Hasenmueller öncülüğünde çalışan bilim insanları, güvenlik ve koruma nedenleriyle Uçurum Mağarası’na erişim kesin biçimde sınırlı olsa da suda ve çökeltilerde mikroplastiklerle birlikte selüloz bazlı kirleticilerin tespit edildiğini duyurdular.
‘Science of the Total Environment’ adlı dergide yayınlanan yeni araştırmaya göre, ekibin ulaştığı sonuçlar, mağaradaki tortuların “küresel ölçekteki benzer alanlarda bulunan su kaynakları ve kırılgan habitatlar için potansiyel olarak ‘miras’ kalacak bir kirlilik kaynağı örneği olduğunu” gösteriyor.
Hasenmueller verdiği demeçte “Mikroplastik atıklar hakkında yürütülen araştırmalar, bu alandaki fazlasıyla görünür devasa plastik kirliliği sorunu yüzünden başlangıçta okyanusa odaklandı. Son dönemde, nehirleri, gölleri ve diğer yüzey tatlı su sistemlerini incelemeyi amaçlayan daha fazla araştırma çalışması yürütüldü. Bununla birlikte, bu parçacıkların yer altı ortamlarına girip girmediği ve nasıl girdiği hakkında fazla bir şey bilmiyoruz” dedi:
“Mikroplastik atıklar yeraltı sularımıza, ortak içme suyu kaynaklarına ya da kırılgan ekosistemlerin hüküm sürdüğü mağaralara sızıyor olabilir. Araştırma ekibim, son birkaç yıldan beridir su kaynaklarına ve yeraltı ekosistemlerine dönük tehditleri değerlendirmek amacıyla bu yeraltı ortamlarında bulunan mikroplastik yaygınlığını ve bunların nasıl taşındığını anlamayı hedefledi.”
Hasenmueller ile meslektaşları, Mayıs 2019 ve Nisan 2022’de gerçekleştirdikleri günlük geziler esnasında, Uçurum Mağarası’nı keşfetmek ve su ve tortulardan örnekler almak için özel izinler aldı. Ekip mağaranın derinliklerine inerken girişten yaklaşık 180 metre mesafeye ulaşana dek her 25 metrede bir örnek topladı ve bunun ardından sel tehlikesi sebebiyle erişim yetkililer tarafından tamamen durduruldu.
TORTULAR SUDAN YÜZ KAT FAZLA ATIK İÇERİYOR
Ekip, “Örneklerin tamamında temel olarak lifli (yüzde 91) ve berrak (yüzde 59) antropojenik mikropartiküller olduğunu tespit ettik” diyor: “Tortudaki miktarlar sudakilerin yaklaşık olarak 100 katıydı. Ulaştığımız bulgular, tortunun mağarada antropojenik mikropartikül kirliliğini tuttuğunu ortaya koyuyor. Bütün tortu örnekleri arasındaki mikroplastik yoğunlukları benzerdi; öte yandan, ana girişteki yalnızca bir su örneği mikroplastik içmekteydi.”
Araştırmacılar bunun yanı sıra, antropojenik mikroparçacıkların özellikle de mağara ağzının yakınında yoğunlaştığını gördüler; bu durum, havadaki parçacıkların girişte birikebileceğini ve burada görülen yüksek yoğunluğa katkıda bulunabileceğini ortaya koyuyor.
Hasenmueller, “Karasal yüzeyde ne oranda yaygın olduğu hesaba katıldığında, mağarada büyük olasılıkla mikroplastik kalıntılar bulmayı bekliyorduk; ne var ki mağaradan alınan tortu örneklerinde, su örneklerine nispeten çok daha az kalıntı bulmak bizi şaşırttı. Zira tortu, sudan yaklaşık 100 kat daha fazla mikroplastik parçacık içeriyordu!” dedi ve devam etti:
“Bununla beraber, yağışların ardından mağara su baskını yaşadığında, suda bulunan mikroplastik yoğunlukları daha da arttı. Yaşanan seller, parçacıkları mağaraya taşıyor ve sel suyu çekildikçe bu maddelerin potansiyel olarak mağara tortusunda onlarca yıl ya da daha uzun bir süre boyunca kaldığından şüpheleniyoruz.”
Hasenmueller tarafından ortak yazarı olduğu ve geçtiğimiz ay ‘Water Research’ adlı dergide yayınlanan farklı bir araştırmaya bakılırsa, bu ara sıra gerçekleşen seller, mağara sisteminde biriken antropojenik mikroparçacık çeşitliliğini artırıyor.
Eldeki bulgular, çoğu zaman insanlara yasak olmasına rağmen plastik atıklarımızla kirlenmiş olan bir mağaranın içine nadir bir bakış imkanı sağlıyor. Antropojenik mikroparçacıkların bunun gibi farklı yaşam alanları üzerinde yarattığı etkiler hâlâ pek bilinmiyor; yine de Hasenmueller ve meslektaşları gelecekte bu meseleyi daha ayrıntılı biçimde anlamayı umuyorlar.
“Şu anda bu sistemlerin üzerinde yer alan arazilerin kullanım biçimlerini gözden geçirerek mağaralara ve yeraltı sularına karışan mikroplastiklerin kaynaklarını saptamak doğrultusunda çalışıyoruz. Ayrıca, bu maddelerin mağaralarda ne kadar süre için kalabileceğini de tespit ediyoruz” dedi:
“Yüzeydeki mikroplastikler, Güneş ışığından kaynaklanan ultraviyole ışığa maruz kalmaları nedeniyle bozunabilir; fakat yerin altında bu tür bir ışık kaynağı mevcut değil. Bundan ötürü, yüzey habitatlarına kıyasla mikroplastiklerin yeraltı ekosistemlerinde daha uzun süreyle dayanıp dayanamayacağını anlamaya çalışıyoruz.”
Yazının orijinali Vice sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)