30 yıllık esaret
Kimsenin bu kurumsallaşmış, normalleştirilmiş, içselleştirilmiş adaletsizlik ve ayrımcılıkla ilgilenmeye vakit, niyet ve hevesi yok. Böyle devam ettiği sürece de toplumun ne geçmişiyle ne bugünüyle yüzleşmesinin imkanları yaratılabiliyor.
Siirtli Fevzi Esen 32 yıl hapis yattıktan sonra geçen hafta tahliye oldu. Hakkındaki habere göre eşi 3 aylık hamileyken hapse girmiş, 32 yıl sonra serbest kaldığında 4 torun sahibi olmuş. Nusaybinli Yaşar Aslan 1993’te cezaevine girdiğinde 20 yaşındaymış. Tam 30 yıl sonra, 50 yaşında cezaevinden çıkmış. Şırnaklı Mehmet Zengeralp de aynı yıl cezaevine girdiğinde 26 yaşındaymış, 56 yaşında tahliye edilmiş. Bir başka Nusaybinli Nebi Yavuz 30 yıl 6 ay sonra cezaevinden çıkabilmiş. 23 yaşında cezaevine giren Hikmet Kara 53 yaşında, Şırnaklı Mehmet Şahin de 30 yaşında girdiği cezaevinden 60 yaşında çıkmış.
İsimlerini yeni duyduğumuz, hikayelerini bilmediğimiz, kuvvetle muhtemel büyük çoğunluğu uydurma deliller, işkence altında verdirilen aleyhe tanık beyanlarıyla cezalandırılmış, hukuksuz yargılanmalarına kendileri ve aileleri dışında kimsenin tanıklık edemediği, her türlü mağduriyetleri sessizliğe boğulmuş kişiler. Başta Kürt meselesi olmak üzere “devletin güvenliği” bahsinde çıt çıkmasın diye kurulmuş, sesini çıkaranı gözünün yaşına bakmadan müebbet hapis cezalarına mahkûm eden devlet güvenlik mahkemelerinin sanıkları. Yine kuvvetle muhtemel, JİTEM’in öldürmeye ya yeterli teçhizatı olmadığı (JİTEM itirafçısı Abdulkadir Aygan bir röportajında teknik imkansızlıklardan yakınmıştı: “Araç olarak elde bir Toros araba vardı. Arabaya, bagaja kaç kişiyi sığdıracaksın? Çünkü personel de binecek arabaya…”) ya da yeterli vakit bulamadığı için “Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak” suçlamasıyla icaplarına bu mahkemelerce bakılan kişiler.
Yukarıda adı geçenler 1993 yılında tutuklanıp cezaevine atılan, en az 30 yıl hapis yatan binlerce kişiden yalnızca medyaya yansıyan birkaçı. Elbette sadece Kürt medyasına yansıyan birkaç kişi. Kürtlerin uğradığı haksızlık ve hukuksuzluklarla hiçbir zaman hakkıyla ilgilenmemiş, aksine bunları çarpıtarak veya meşrulaştırarak aktaragelmiş ana akım medya için Siirtli, Nusaybinli, Şırnaklı birilerinin haklı veya haksız yere 10, 20, 30 yıl hapis yatmış olması tabii ki haber değeri taşımadı, hala da taşımıyor.
Son 30-40 yılda binlerce Kürt gencinin ne şekilde yargılandığı, hangi işkencelere maruz kaldıkları, 30 koca yıllarını hangi şartlarda cezaevlerinde geçirdikleriyle ilgilenen ne iktidar yanlısı ne ana akım muhalefet yanlısı bir medya oldu. Kamuoyunun önemli bir kesimi başından bu yana Ergenekon-Balyoz davalarında yargılanan şahısların yargı ve cezaevi süreçlerinin hemen her ayrıntısına hâkim olabilmişken konu Kürtler olduğunda mesele herkesin bildiği ama konuşmaya, araştırmaya ve eleştirmeye değer görmediği kamusal bir sır oluverdi. Yıllarca helikopterlerle, panzerlerle “sınırın sıfır noktasına” seyahatler düzenleyen gazeteciler için buralardaki adliyelere de uğrama, duruşmaları izleme, sanıkların yakınları veya avukatlarıyla görüşmek görevlerinin bir parçası olmadı.
Herhangi bir adliyeye uğrasalar “gözaltında tutulduğum süre boyunca insanlık dışı işkencelere maruz kaldım, gözlerim kapalı halde ve içeriğini bilmediğim birtakım ifadeler bana zorla imzalatıldı” (1995 yılına ait bir dosyadan) gibi ifadelerin binlerce kişi tarafından tekrarla ve ısrarla kendilerini “duymayacak” mahkemelere anlatıldığını görebileceklerdi. Ya da çok sayıda sanığın sadece bir kişinin aleyhe beyanıyla müebbet hapse çarptırıldığını, aleyhe beyan veren kişinin de yargılama sırasında mahkemeye “Emniyet’te verdiğim ifadenin büyük bir ekseriyetini işkence neticesinde ve korkudan söyledim, ifade tutanağını zorla imza attılar, bana değişik şekillerde işkence yaptılar” diye daha sonra açıklama yaptığına tanıklık edeceklerdi.
Elbette yine ne medyanın ne siyasetin gündeme getirmediği bir konu da bu yargılamaları yapan mahkemelerin bağımsız ve tarafsız merciler olmadığı hususuydu. AİHM daha 1998 yılındaki Incal/Türkiye kararında bu mahkemelerdeki askeri hâkimlerin varlığının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını ortadan kaldırdığına hükmetmişti. Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi 17/7/2018 tarihli kararında Diyarbakır 3 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999’da verdiği ömür boyu ağır hapis cezasına ilişkin Abdullah Altun başvurusunda, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermişti.
Önümüzdeki birkaç yılda, tarafsız ve bağımsız olmadıkları mahkeme kararlarıyla sabit Devlet Güvenlik Mahkemelerinin önüne gelene müebbet hapis cezası dağıttığı yargılamalarının mağdurlarıyla yüzleşmeye devam edeceğiz. Bu yıl bir süre daha 1993 tutuklularının tahliye haberlerini, gelecek yıl 1994’te tutuklanıp 30 yılı çalınan başka mahpusların hikayelerini öğreneceğiz. Tabii yine ve sadece Kürt medyasından.
Kürt medyasının ailelerine kavuşma anlarını paylaştığı yukarıdaki kişilerin her birinin dava dosyalarından sayfalar dolusu hukuksuzluk çıkacağına kuşku yok. Ancak tabii ki kimsenin bu kurumsallaşmış, normalleştirilmiş, içselleştirilmiş adaletsizlik ve ayrımcılıkla ilgilenmeye vakit, niyet ve hevesi yok. Böyle devam ettiği sürece de toplumun ne geçmişiyle ne bugünüyle yüzleşmesinin imkanları yaratılabiliyor. Aksine adaletsiz geçmiş bugünü olduğu gibi yarını da boğmaya, aynı karanlığın içine sürüklemeye devam ediyor.
Kürt sorununa yönelik inkara dayalı, bu gerçekle yüzleşmemeye odaklı istikrarlı siyaset son 30-40 yılda on binlerce hayata mal oldu. Binlerce insan hayatını kaybetti, binlercesinin de dört duvar arasında hayatları söndürüldü. Bugünkü mevcut siyasetin de 2050’li, 2060’lı yıllara benzer bir miras bırakmaktan başka motivasyonu yok.