44 günün hikayesi, 43 yılın birikimi

Liz Truss vakası, finans kesiminin, baskın olduğu ekonomilerde izlenen politikalarda ne kadar etkin olduğunu gösteriyor. Truss, finans kesimini mutsuz ederek ancak 44 gün ayakta kalabildi.

Google Haberlere Abone ol

Cem Oyvat*

Liz Truss 44 günlük başbakanlığının ardından görevi bırakacağını açıklayarak Birleşik Krallık tarihine, tarihin en kısa süre görev yapan başbakanı olarak geçti. Birleşik Krallık, son dönemde ülkedeki siyasi istikrarsızlık nedeniyle epey öne çıkıyor. Aslında 5 yıllık seçim dönemi ve tek parti iktidarının siyasi istikrar getirmesi beklenebilir. Ama tam tersi oluyor. Birleşik Krallık’ta daha 3 yıl bitmeden iki başbakan, 4 hazine şansölyesi değişmiş durumda. En son göreve gelen başbakan ise eski hazine şansölyesi Rishi Sunak.

Tabii Liz Truss’ın, ancak 44 gün dayanabildiği için diğer başbakanlara göre özel bir durumu var. Truss vakasını anlamak için geriye, Liz Truss’ın nasıl seçildiğine gitmek gerekiyor.

Bilindiği gibi Brexit kampanyasında öne çıkan eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson, referandumda Brexit’e onay çıkmasından sonra geriye çekilmiş; ancak referandum sonrası başbakan olan Theresa May’ın Brexit uzlaşması döneminde iyice yıpranması sonucu başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Boris Johnson, 2019 seçimlerini de kazandı aslında. Ancak gerek artan enflasyon gerekse kendi döneminde ortaya çıkan skandallar nedeniyle yıprandı ve hızla oy kaybetti. Johnson, en son o dönemki hazine şansölyesi Rishi Sunak’ın istifası ve Sunak’ın yerine getirdiği şansölye Nadhim Zahawi’nin de içinde bulunduğu bakanların kendisine sırtını dönmesi sonrasında görevi bırakacağını açıklamak zorunda kaldı.

Yeni parti liderini ve başbakanı belirlemek için Muhafazakâr Parti içinde gerçekleştirilen seçimler ise Thatcherist söylemlerin, vergi indirimi vaatlerinin havada uçuştuğu bir yarışa dönüştü. Yarışta vaatleri en çok öne çıkan aday ise “seçildiği ilk gün vergi indirimlerine başlayacağını” söyleyen Liz Truss’tı.

Mesela Truss, 2023’te yapılması planlanan kurumlar vergisi artışını yapmayacağını söylüyordu. Sebep olarak da “ülkemize yatırım çekebilmenin hayati önemi olduğunu düşünüyorum” diyordu. Seçilmeden birkaç gün önce BBC’ye verdiği röportajda ise en zengin kesimin ödeyeceği vergiyi neden azaltmak istediğini şöyle açıklıyordu:

Gelir dağılımının en tepesinde yer alan insanlar daha çok vergi veriyorlar. Dolayısıyla eğer vergiyi azaltırsanız, doğal olarak bundan en çok vergi ödeme ihtimali daha fazla olanlar faydalanır… Ben ekonominin büyümesi ile ilgiliyim ve büyümeden herkes faydalanır”. 

Yani Liz Truss, ‘zenginler üzerindeki vergileri azaltalım, zenginlerin önünü açalım, onların yaratacağı büyümenin getirileri aşağıdakilere de akar; büyümeden herkes faydalanır’ olarak özetlenebilecek olan “damlama ekonomisi” (trickle-down economics) kavramını öne çıkarıyordu. Bu sağ liberal anlayışın Muhafazakâr Parti’de alıcısı çoktu tabii. O kadar ki, Truss’ın seçimlerdeki rakibi Rishi Sunak aslında vergi indirimlerine karşı olduğu halde bunu ancak “bu hiçbir şey almadan verme politikası muhafazakâr değildir, bu sosyalizmdir” şeklinde savunuyordu.

Neticede Muhafazakâr Parti içinde seçimler yapıldı ve Truss 142 bin delegenin katıldığı seçimlerin son turunu rakibi Rishi Sunak’a yaklaşık 15 bin puan fark atarak rahat bir şekilde kazandı. Truss, göreve geldikten hemen sonra da söz verdiği vergi indirimi paketini açıkladı. İşin ironik olan tarafı da bu aslında… Truss tam da Muhafazakâr Parti seçimlerinde söz verdiği politikaları uyguladığı için yine Muhafazakâr Parti tarafından istifaya zorlandı.

LİZ TRUSS’IN VERGİ İNDİRİMLERİ NEYİ KAPSIYORDU?

Liz Truss’ın çok tartışılan vergi indirimleri özetle (daha önce kararı verilen) şirketler üzerindeki kurumlar vergisinin 2023’te yüzde 19’dan yüzde 25’e çıkmasını iptal ediyor, konuttaki damga vergisini azaltıyor, 2023’te sağlık ve bakım harcamalarının finansmanı için yürürlüğe girecek olan, sosyal güvenlik katkıları ve temettüler üzerindeki vergileri kapsayan Sağlık ve Sosyal Bakım Vergisi paketini iptal ediyor ve gelir vergilerini azaltıyordu. Liz Truss’ın paketi toplamda yaklaşık 45 milyar poundluk bir vergi indirimi içeriyordu.

Kaynak: World Inequality Database

Paketin en çok tepki alan kısmı en yüksek gelirli kesimin yıllık 155,000 pound üzeri gelirleri için ödediği yüzde 45’lik verginin, yüzde 40’a düşürülmesiydi. Çünkü zaten en yüksek gelir grubundakilerin belli bir gelirin üzeri için ödediği vergi yıllar önce Thatcher döneminde yüzde 83’ten yüzde 40’a düşürülmüş, sonraki dönemlerde bir miktar arttırılmıştı.

Birleşik Krallık’ta, Margaret Thatcher’ın 1979’de iktidara gelmesi sonrası en zengin yüzde 1’lik kesimin gelirleri hızla yükselmişti (Şekil 1). En zengin yüzde 1’lik kesimin vergi ve transferler sonrası gelirden aldığı pay 1980’de yüzde 4.2 iken, 2018’de neredeyse iki katına yani yüzde 8.1’e çıkmıştı. Gelir eşitsizliklerinin bu kadar artmış olduğu bir dönemde, en zengin kesimleri destekleyecek bir vergi kesintisi o kadar anlamsızdı ki; iş dünyasının gazetesi Financial Times dahi paketle ilgili “(Hazine şansölyesi Kwarteng) Thatcher’ı çağırıyor, ancak Birleşik Krallık çok farklı bir dönemle karşı karşıya” yorumunu yapıyordu

İngiliz düşünce kuruluşu Resolution Vakfı’nın hesaplamaları ise Liz Truss hükûmetinin getirmeye çalıştığı vergi indirimlerinin yüzde 47’sinden en zengin yüzde 5’lik kesimin faydalandığını ve en fakir yüzde ellilik kesimin vergi indirimlerinin sadece yüzde 12’sinden yararlandığını gösteriyordu. Dahası gelir vergisi için olan vergi dilimleri 2025-26 yılına kadar sabitlenmiş durumdaydı. Yani eğer bu dilimler değişmezse nominal ücret artışına bağlı olarak alt gelir gruplarının ödeyecekleri vergi miktarları da artacaktı. Yine Resolution Vakfı’nın hesaplamalarına göre eğer enflasyon böyle giderse Truss’ın vergi indirimleri sonucunda, 2025-26 dönemine kadar en zengin yüzde 5’lik kesimin dışındaki herkes daha fazla vergi ödeyecekken, sadece en zengin yüzde 5’lik kesim daha az vergi ödeyecekti. Yani ortada regresif vergi politikası vardı.

Dahası Truss’ın, 45 milyar poundluk vergi indirimi paketinin dışında sermaye kesiminden yana tavır aldığını gösteren başka politikaları da vardı. Truss, mesela bankacıların bonusları üzerindeki üst sınırı kaldırdı. Ayrıca vergisi düşük yatırım bölgeleri kuracağını ve bir önceki hükûmetin enerji firmalarının aşırı kârlarına getirdiği düşeş (windfall) vergisinden de vazgeçeceğini açıkladı.

VERGİ İNDİRİMİ PAKETİNİN SONUCU

Truss’ın vergi indirimi paketinin yaratacağı bütçe açıkları, her şeyden önce gelecekte yeni bir kemer sıkma politikasına yol açma riski taşıyordu. Oysa Birleşik Krallık’ta kemer sıkma politikaları şöyle dursun, özellikle çökme noktasına gelmiş sağlık sistemi için yeni kaynak yaratılması elzem. Birleşik Krallık’ta şu anda yaklaşık 7 milyon hasta kamu sağlık sistemi, NHS’den sağlık hizmeti almayı bekliyor. Hal böyle olunca da, İngilizler özel sağlık hizmeti almak için cebinden neredeyse Amerikalılara yakın oranda harcama yapıyor. Hatta pek çok İngiliz, sağlık hizmeti almak için daha ucuz olan Türkiye’ye geliyor. O kadar ki, Londra Metrosu’nda İstanbul’daki diş muayenelerinin reklamlarını dahi görebiliyorsunuz.

Vergi paketinin regresif tarafı ise aslında uzun dönemli büyüme için kötüydü. Çünkü Birleşik Krallık üzerine yapılan 8 farklı çalışma da, Birleşik Krallık’ın ücret çekişli bir ekonomi olduğunu, yani Birleşik Krallık’taki gelir dağılımının emek lehine düzelmesinin üretimi olumlu etkileyeceğini gösteriyor. Buna paralel olarak biz de Özlem Onaran’la yaptığımız simulasyonlarda kâr ve servet üzerindeki vergilerin arttırılmasıyla yaratılan kaynağın kamu eğitim, sağlık ve bakım harcamaları için kullanılmasının orta vadede hem talebi arttıracağını, hem de kamu kesiminin borçluluğunu azaltacağını buluyoruz. Aynı harcamaların, emek kesiminden alınan vergilerle finanse edilmesi durumunda ise talep olumsuz etkilenirken, kamu kesiminin borçluluğu artıyor.

Liz Truss’ın 45 milyar poundluk vergi indirimi paketi, devletin doğalgaz desteklerinin üzerine geldiği için finans çevrelerinde de olumsuz karşılandı. Kaygıların temelinde ise artması muhtemelen olan bütçe açıkları vardı. Financial Times’ın baş ekonomi yazarı Martin Wolf vergi indirimlerinin ve deregülasyonların iktisadi performansı olumlu etkileyeceğini düşünmenin bir “fantezi” olduğunu söylüyordu ve hazine şansölyesi Kwarteng’i, borçluluğu arttırarak “iktisadi dengesizlik” riskini arttırmakla suçluyordu. Aslına bakarsanız Financial Times editörleri, Liz Truss’ın vergi indirimi planını Truss daha başbakan seçilmeden hedef almıştı. “Truss seçim kampanyası yapmaktan yönetmeye geçmeli. Eğer Truss ideolojilerine sıkıca bağlanırsa bu daha da zor olacak… Zor tercihler, gözden gelindikçe daha da zorlaşacak” diyordu FT editörleri. FT’nin eleştirileri, Truss’ın başbakan seçilmesiyle sertleşerek devam etti.

Liz Truss’ın başbakanlığa seçilmesi ve vergi indirimi paketini açıklaması sonrası, finansal piyasaların da bu pakete oldukça olumsuz baktığını gördük. Truss döneminin ilk iki haftasında pound, dolar karşısında yüzde 8 değer kaybetti. Birleşik Krallık’ın 10 yıllık devlet tahvilleri faizi yüzde 3’ten, yüzde 4.5’lara fırladı. 10 yıllıklardaki değer kaybı piyasalar için o kadar tedirgin edici oldu ki, elinde yüksek miktarda devlet tahvilleri bulunan emeklilik fonlarının finansal durumu sorgulanmaya başlandı.

Tabii bu arada, seçim anketlerinde de Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi’nin 30 puan gerisine düştü. Dar alanlı seçim sisteminin uygulandığı Birleşik Krallık’ta, bu büyüklükte bir fark Muhafazakâr Parti milletvekillerinin büyük çoğunluğunun bir sonraki seçimde koltuklarını kaybetmelerine yol açacaktı.

Bütün bu gelişmeler sonunda, artan baskılara dayanamayan Truss geri adım atmak zorunda kaldı ve paketteki vergi indirimlerinin bir kısmından vazgeçti. Vazgeçtiği vergi indirimleri arasında çok tepki toplayan en zengin kesimin gelir vergisinin yüzde 40’a düşürülmesi de yer alıyordu. Ancak Truss hükûmete gelen tepkiler dinmeyince, önce Kwarteng’in istifasını istemek zorunda kaldı. Bu istifa da özellikle parti içindeki tepkileri dindiremeyince, sonunda Liz Truss’ın kendisi istifa etti.

THATCHERİZM’İN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

Liz Truss, Thatcherizm’in etkisinde olan ve sıkça da Margaret Thatcher’e benzetilen bir politikacı. Neoliberalizmin en önemli figürlerinden biri olan Margaret Thatcher, 1979-1990 yıllarında (bizdeki Özal dönemiyle örtüşen bir dönemde) başbakanlık yapmıştı. Thatcher, “damlama ekonomisi” olarak da tanımlanabilecek siyasi anlayışını bir röportajında şöyle açıklıyordu:

“Britanya’da artan miktarda kısıtlamalarımız vardı ve iki şeyi görüyorduk. Birincisi, daha fazla servet yaratmak yerine, giderek daha fazla elimizdeki servetin yeniden dağıtımına yoğunlaşmıştık. Servet yaratmak için biraz daha özgür bir topluma ihtiyacınız var ve müşevvik(incentive) toplumuna ihtiyacınız var. Böyle baktığım zaman, daha fazla sola gitmiş toplumlar beni aşırı endişelendiriyor. Bu toplumlar serveti iyice yeniden dağıtmaya çalışan ve kendileri için var gücüyle çalışan, aileleri için başarılı olan ve çoğunlukla diğerleri için istihdam yaratan insanlara yeterince müşevvik sağlamayan toplumlar.”

Bu anlayış büyük ölçüde Liz Truss’ın sunduğu vizyonla da örtüşmektedir.

Thatcher dönemi en yüksek gelirli kesimin ödediği vergilerin düşürüldüğü, sendikaların zayıfladığı, KİT’lerin özelleştirildiği, sosyal konutların epey bir kısmının satıldığı ve özellikle son yıllarında kemer sıkma politikalarının öne çıktığı bir dönem oldu.

Peki Liz Truss’ın istifasını neoliberalizmin hezimeti olarak değerlendirebilir miyiz?

Hem ‘evet’, hem de ‘hayır’… Kuşkusuz Truss’ın 44 günlük başbakanlığı, “zengin kesimin vergi yükünü azaltarak ekonomiyi büyütme” anlayışının itibarını epey zedeledi. Ancak finansal kesimlerin rahatsızlığı, vergi indirimlerinin eşitsiz yapısından çok yaratacağı bütçe açıklarıyla ilgiliydi. Yeni seçilen başbakan Rishi Sunak ise Goldman Sachs’te çalışmış, yatırım bankacılığından gelen bir politikacı. Sunak’ın Kasım ayında açıklayacağı yeni bütçede vergi indirimlerinden vazgeçmenin yanında, yeni kemer sıkma politikaları da getirmesi bekleniyor. Bu anlamda Liz Truss’ın “almadan veren” sağ ideolojisinin yerini, daha klasik ortodoks bir sağ anlayışın aldığını söyleyebiliriz.

Dahası Liz Truss vakası, finans kesiminin, baskın olduğu ekonomilerde izlenen politikalarda ne kadar etkin olduğunu gösteriyor. Truss, finans kesimini mutsuz ederek ancak 44 gün ayakta kalabildi. Belki Truss’ın düştüğü durum ve istifası sol kesimden insanları mutlu etti. Ancak yaşananlar, Jeremy Corbyn benzeri sosyalist bir liderin seçilmesi halinde de işinin kolay olmayacağını, böyle bir başbakanın radikal sol politikalar izlemek istediğinde de finans kesiminin büyük baskısıyla karşı karşıya kalacağını gösterdi.

Bu anlamda Truss vakasının, Erdoğan’ın politikalarına benzer tarafları da var. Malum Erdoğan iktidarı da, “faiz lobisi”ne savaş açtığını iddia ederek (ama sonunda emek kesiminin aleyhine olacak şekilde) TCMB’yi faiz indirimlerine zorlamış, finansal piyasalardaki yaygın düşüncenin tam tersine gitmiş ve döviz kurunu zıplatmıştı. Seçim anketlerine göre bu hamlelerin sonunda Erdoğan’ın da oyu düştü. Ancak Truss’a kıyasla Erdoğan siyasi olarak çok daha güçlüydü. Her şeyden önce kendi partisini tamamen kontrol ediyordu ve ana akım medyaya büyük ölçüde hâkimdi.

Erdoğan, medyadaki hâkimiyeti sayesinde halkın ekonomideki gidişatı nasıl algıladığını kontrol edebiliyor, dahası halkın bir bölümünü alternatifinin daha iyi olmayacağına ikna edebiliyor. Erdoğan, bu nedenler ve tabii kimlik siyasetinin Türkiye’de çok daha baskın olması nedeniyle, kuru ve enflasyonu çok daha yüksek miktarda patlatmasına rağmen ayakta kalabildi. Ne partisi, ne kendisi Muhafazakâr Parti kadar dibe çökmedi. Aradaki farkı “muhalefet”le de açıklamak kolay değil, çünkü İşçi Partisi lideri Keir Starmer da Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha aktif veya radikal bir politika izlemiyor. Nitekim son YouGov verilerine göre Keir Starmer’ı beğenenlerin oranı sadece yüzde 26.

Starmer’ın fazla popüler olmamasına karşın Sunak’ın başbakanlığı sırasında yapılan ilk YouGov anketine göre, İşçi Partisi yüzde 51 ile Muhafazakarların 28 puan önünde yer alıyor. Yani böyle giderse Muhafazakarların yalpalamaları Starmer’ın şansı olacak. Tabii Sunak, eğer partisinin oy oranlarını düzeltemezse, 2025 başındaki seçime kadar ayakta kalamayabilir. Hatta daha şimdiden bazı Muhafazakâr Parti milletvekillerinin, Sunak’ı düşürme planları yaptığı yazılıyor. Yani Birleşik Krallık yakın dönemde birkaç tane daha başbakan değiştirebilir. Bekleyip göreceğiz…

*Greenwich Üniversitesi, Ekonomi ve Uluslararası İşletmecilik Bölümü Öğretim Üyesi