6 Şubat depremi işlerin bu şekilde devam edemeyeceğini gösterdi

Devlet çöktü ama sivil toplum, özellikle gençler çok iyi bir sınav verdiler. Gelecek bu ruhun üstüne inşa edilecek. Yeni bir başlangıç yapmak için önümüzdeki seçimler büyük bir fırsat sunuyor.

Google Haberlere Abone ol

6 Şubat günü meydana gelen 7,7 ve 7,6 şiddetindeki Maraş merkezli depremler iktidar tarafından hemen “yüzyılın afeti” ilan edildi. Depremler şiddetliydi, hava şartları kötüydü ama kayıplar bu kadar büyük olmayabilirdi. Aklı başında herkes, bir doğa olayı olan deprem ile, yolsuzluk-kötü yönetişim, duyarsızlık-ahlaksızlık ürünü büyük can kayıplarının ve yıkımın birbirinden ayrı tutulması konusunda hemfikir. Bu satırlar yazıldığında resmi açıklamalara göre can kayıpları 35 bini geçmişti. Ancak maalesef kayıpların çok daha büyük olması bekleniyor. Çatısı altında TÜSİAD'ın da bulunduğu TÜRKONFED, can kaybının 72 bin, maddi zararın ise 84 milyar dolar civarında olacağını tahmin etmiş. Bunlar devasa kayıplar. Yıllarca bunların acısını çekeceğiz.

Depremin Maraş-Antakya fay hattı üzerindeki geniş bölgeyi vuracağı biliniyordu. Uzmanlar yıllardan beri gerekli uyarıları yapıyorlardı. Devlet de güya hazırlıklarını yapmıştı. Ama her şeyin kof bir dekordan ibaret olduğu felaket geldiğinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. İskambil kağıtları gibi devrilen binaların önemli bir kısmı imar barışı ile affedilen kaçak yapılar. Gerisi ise deprem standartlarına uygun olmadan, kötü zemine inşa edilenler. Bunların yolsuzluk, rüşvet ve ahlaksızlık ürünü olarak oralara dikilebildiği çok açık. Aslında yıkılan, göçük altında kalan, ranta, göz boyamacılığına dayalı çarpık devlet anlayışı. Binaları kötü yönetişim yıktı. Burada elbette en büyük sorumluluk 20 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarında. İktidar marifetmiş gibi seçim meydanlarında imar barışlarıyla övünüyordu. Bu binalar affedilenlere mezar oldu. Yıkılan hastanelerin, yolların köprülerin, havaalanlarının, devlet dairelerinin çoğu bu iktidar zamanında inşa edildi. Ne yazık ki muhalefet “imar barışlarına” oy kaygısıyla zamanında cesurca karşı çıkmadı. Yaşanan yıkımda her partiden yerel yönetimlerin de, halkın kendisinin de müteselsil sorumluluğu var. Yukarıda kullanılan “yönetişim” (İngilizcesiyle “governance”) sözcüğü sadece merkezi hükümet tarafından gerçekleştirilen yönetim faaliyetlerini değil, belediye, okul, iş yeri gibi tüm alanlardaki yönetim ve karar mekanizmalarını içeren refleksif bir sözcük. İmar barışını çıkarmakla elbette en büyük sorumlu merkezi hükümet. Ancak hükümetin sunduğu rüşveti kabul ederek kaçak bina yapmış, kaçak kat çıkmış milyonlar da (burada çaresizlikten dolayı başını sokacak tek bir gecekondu inşa eden yoksulları ayırıyorum) ikincil derecede suçun ortağı. Çürük binalara rüşvet alarak veya göz yumarak imar ve iskan izni veren tüm kamu otoriteleri ve belediyeler de suçlu. Suç işlenirken hepimiz oradaydık!

Depremler konusunda bizde hep Japonya örneği verilir. Depremlerde Japonların binaları yıkılmıyor değil. Elbette orada da binalar yıkılıyor, orada da can kayıpları oluyor. Ama bizdeki gibi değil. Japonlar yasa ve yönetmeliklerin arkasından dolaşmazlar, malzemeden çalamazlar. Buna isteseler de cesaret edemezler. Kamu otoriteleri kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Halk depremlere karşı daha iyi hazırlanır, yardım kuruluşları da işlerini daha iyi yaparlar. Deprem için “çök, tutun, kapan”dan çok farklı bir hazırlık gerekiyor.  “İmar barışı” kavramı ne Japonya’da, ne Almanya’da bilinir. Çünkü kimse oralarda kaçak bina yapmaya tevessül edemez. Hiçbir iktidar da kanun dışı faaliyetleri affetmeyi aklından geçiremez. O yüzden sık sık “batı” normlarının gereğinden bahsediyoruz. AB normları bizde uygulanabilse böyle mi olurduk?

OLAĞANÜSTÜ HAL YÖNETİMİ ENKAZ ALTINDA KALDI-SİVİL TOPLUM YÜKSELDİ

Depremde yaşanan can kayıplarının önemli bir bölümü olağanüstü hallerde acil yardıma koşması gereken kurumların içinin boşaltılması nedeniyle vuku buldu. Burada artık kötü yönetişimden değil, merkezi hükümetin kötü yönetiminden söz etmek gerekiyor. Afetlerde acil yardım koordinasyonu için kurulan AFAD’ın gözünü ve kulağını yardım bekleyenlere değil, saraya çevirmiş, içi boş, hantal bir bürokrasiden ibaret olduğu iyice anlaşıldı. AFAD üzerine düşen görevi yerine getiremediği gibi, affedilmez şekilde yardıma koşan belediyeleri ve STK’ları da engellemeye çalıştı. Arama ve kurtarma faaliyetleri (SAR) için kritik önem taşıyan ilk iki günde sahada ne AFAD, ne Kızılay ne de asker görülebildi. Bu kuruluşlar ilk andan itibaren sahada olsaydı çok sayıda insan enkazdan kurtarılabilir, can kayıpları çok daha düşük olabilirdi. Hele yardım için elini kımıldatmayan Diyanetin, depremzedelerin enkaz altından yükselen yardım çığlıklarını bastıracak şekilde sela okutması affedilecek bir şey değildi.

Dışişleri Bakanlığı dış teşkilata yardımlar için AFAD, Kızılay ve Diyanet Vakfı’nın adres olarak gösterilmesi talimatını vermiş. AFAD’ın ne halde olduğu ortada. Alınan onca vergiye rağmen depremin onuncu günü hâlâ çadır, tuvalet ve hijyen malzemesi yeterince bölgeye ulaştırılabilmiş değil. Kızılay ve Diyanet Vakfı ise sahada hiç yok. 150 yılın koca çınarı Kızılay’ın içi boşaltılmış. Kızılay artık yandaş vakıfların şaibeli paralarını yurtdışına transfer etmesiyle tanınıyor. Diyanet ise İslami yaşam tarzını topluma dayatmakla meşgul. Sela okutmayı ilk gün akıl eden Diyanet, emrindeki binlerce imam aracılığıyla depremzedelere bir tas çorba vermeyi akıl edemedi. Diyanetin insaniyeti bu kadar. Bunlar mı depremzedelerin yaralarını saracak kurumlar? Ama ne yurt içinde, ne yurt dışında kimse aldanmıyor artık. Yurttaş AFAD’a değil, muhalefetin elindeki belediyelere, AHBAP’a ve bağımsız STK’lara gönderdi yardımlarını. Dış dünya da aynı şeyi yapıyor. Dünya Bankası deprem nedeniyle Türkiye için ayırdığı 1,8 milyar dolar tutarındaki yardım fonlarını proje bazında belediyelere ve STK’lara vereceğini açıkladı.

İktidar muhalif belediyeleri ve başta AHBAP olmak üzere bağımsız STK’ları baskı altında tutmakla, ayrımcı, çemkirici bir dil kullanmakla meşgul. Fanatik yandaşlar ise üzerlerine düşen görevin hakkını veriyorlar. İstanbul BB Başkanına hakaretler yağdıran sabık kadın vekil, Çubuk saldırganları gibi hareket etti. BTK’nın Twitter’ı ilk gün yavaşlatması affedilecek bir davranış değildi. Sosyal medyada eleştirel sesler susturulmaya çalışılırken, depremzedelerin enkaz altından sağ kurtarılma şansları ellerinden alındı. Defter tutuluyorsa, bunların da bir gün muhasebesinin yapılması gerekecek. 

MEĞER DÖRT YANIMIZ DÜŞMANLARLA SARILI DEĞİLMİŞ

Korkunç depremin ortaya çıkardığı bir başka gerçek dört yanımızın düşmanlarla çevrili olmadığı, aksine halkımızın çok sayıda dostunun olduğu. Depremin ilk anından itibaren Türkiye’ye dış dünyadan yardım yağdı. Aralarında Yunanistan, Ermenistan, İsrail gibi her fırsatta şeytanlaştırılan ülkelerin bulunduğu 80’e yakın ülkeden SAR ekipleri daha AFAD ekipleri deprem bölgelerinin çoğunda zuhur etmeden yardımımıza koştular. Bir gece ansız gelebiliriz diye tehdit ettiklerimiz, bir sabah köpekleriyle, doktorlarıyla bize yardıma geldiler. Maalesef bu ekiplere pek de iyi muamele etmedik. Koordinasyonsuzluk, iş bilmezlik, rol kapma çabası ve güvenlik zaafı gibi nedenlerle yabancı SAR ekiplerinin bir kısmı çalışmalarını erken keserek ülkeden ayrıldılar. Ama yabancı ekiplerin çoğu çalışmaya devam ediyor, yardımlar da durmadan akıyor. İçişleri Bakanının her fırsatta düşman ilan ettiği ABD 80 milyon dolar yardım yapacağını açıkladı. Dışarıdan sadece ayni ve maddi yardım değil, sıcak sevgi mesajları da geliyor. Kim unutabilir Yunan devlet tv’si ERT’nin haber bültenini Kazım Koyuncu’nun dokunaklı Karadeniz ezgisiyle açmasını? Kim unutabilir Midillili öğrencilerin sınıf tahtalarına Yunanca ve Türkçe dostluk ve sevgi mesajları yazarak Türkiye’deki arkadaşlarına ulaşmak istemelerini? Beyler, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, görüyorsunuz halklar düşmanlık değil, sevgi istiyor.

Ermenistan yardımlarının kara sınır kapısı açılarak kabul edilmesi hem Türkiye hem de Ermenistan için çok olumlu adımlardı. Deprem acıları vesile olsun, artık bu kapılar kapanmasın. Umarım Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan Ankara’ya geldiğinde bu konuda bir mutabakat sağlanır.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da Türkiye’ye gelecek. Bu ziyaret, 1999 depreminde Cem-Papandreu dostuluğunun iki ülke ilişkilerinde başlattığı yumuşamanın yeniden canlandırılma umutlarının doğmasına neden oldu. İsmail Cem ve Yorgo Papandreu iki müstesna entelektüel ve sosyal demokrat olarak 1999’da aralarında çok kolay anlaşabilmişlerdi. Bu kez birbirlerine sık sık medya önünde yüklenen sağcı Dendias ve Çavuşoğlu bunu yapabilir mi? Umarım olur. En azından bir gece ansızın gelebiliriz nakaratı bir süre olmayacak. Bu kesin.

Türkiye bir tek “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden gelen yardım ekibini nazikçe reddetmiş. Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını ve bu devletin Rum yönetimi tarafından temsil edilmesini tanımaması nedeniyle bu son derece anlaşılabilir bir tavır. Gönül, Mağusalı voleybolcuların enkazdan kurtarılması için iki toplumun “Kıbrıs” adı altında gönüllü karma bir ekip oluşturmasını çok isterdi. Güney Kore ve Kuzey Kore Olimpiyatlara tek bir takım olarak, tek bir bayrak altında katılırken bu niye yapılmasın? Veya Rum tarafı bir iyi niyet jesti olarak resmi devlet kuruluşunu değil, bir STK’yı gönderebilirdi. Maalesef bu fırsat kaçtı.

YENİ BİR ANLAYIŞ LAZIM

6 Şubat depremi Türkiye’de işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu. Devlet çöktü ama sivil toplum, özellikle gençler çok iyi bir sınav verdiler. Gezi’deki özveri ve dayanışma ruhu Maraş depreminde de kendini gösterdi. Gelecek bu ruhun üstüne inşa edilecek. Yeni bir başlangıç yapmak için önümüzdeki seçimler büyük bir fırsat sunuyor. Ama iş sadece iktidar değişikliği ile bitmiyor. Artık hukuka, evrensel norm ve değerlere dört elle sarılma zamanı. Herkese görev düşüyor. Bu felaket çağdaş ve demokratik Türkiye için milat olsun.