'72 saat televizyonda kalan, uzmanlıktan beli ağrıyan adam var'
Normal şartlarda demokratik aşınmaya yol açması gereken YSK'nın İstanbul seçimlerini tekrarlama kararı Türkiye bağlamında tam tersi demokratik olgunlaşmaya yol açtı. Yani bir demokratik aksaklığın, otokratik kaymaya değil de demokratik ilerlemeye vesile olduğu bir başka örnek yok. Bir cümlede özetlersem; bizim memlekette seçim çok kutsal bir şey. Seçim olmadığı zaman elimizde demokrasiye dair hiçbir şey kalmıyor.
Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emre Toros ile henüz yayınlanmayan, Electoral Integrity in Turkey başlığını taşıyacağını söylediği kitabından yola çıkarak seçimler üzerine yaptığımız söyleşiye devam ediyoruz...
Ben bu anket mevzuunu iyice öğrenmek istiyorum. Electoral integrity'ye dönecek olursak senin diyagramda onun bir yatay düzlemde “nedenleri sonuçları” var. Yukarıdan aşağıya doğru da “bireysel-kurumsal” bir düzlemi var. Şimdi bakıyorum bireysel nedenlerde “enformasyonel kaynaklar” var, “partizanlık” var, “EMB'lere güven” var. Mesela burada başlayalım mı Hocam, neden seçimlere dair bireysel nedenler kategorisi var ve misal partizanlık niye burada, niye bireysel neden mesela. İkinci olarak “enformasyonal kaynaklar” nedir ve neden o da bu düzlemde yer alıyor?
TÜRKİYE: BİR SOSYAL YARILMA’YA DOĞRU 'PARTİZANLIK'
Şöyle Mete Hocam, benim bu kitabı yazarken motivasyonum şuydu: Altın standartlar var ama bu seçimlere dair uluslararası standartların bağlamlardaki görüntüleri nasıl? Yani her şeyi kapsamıyor olabilirler çünkü bağlamların farklı dinamikleri var. Her ayrı bağlamın bir seçimsel dinamiği var. Ben, bahsettiğimiz uluslararası literatürdeki bu standartların, Türkiye'yi açıklamada yetersiz olduklarını iddia ederek bunu yazmaya başladım. O yüzden böyle bir teorik model ürettim. Dedim ki; nerede olursanız olun bu seçimsel aksaklıklarla alakalı, algıyla ilgili bir şey. Vatandaş seviyesine indiğimiz zaman bunun algı ile alakalı olması gerekiyor. Seçim hiç iyi olmadı, adil gerçekleşti mi, eşit gerçekleşti mi? gibi sorular soruyoruz kamuoyu araştırmalarında.
Mesela şuradan başlayalım, sizin söylediğiniz gibi, seçimsel bir aksaklıkla alakalı bireylerin, vatandaşların kafasındaki oluşan algı ve tutum, daha doğrusu daha sonra geliştirecekleri tutum beslendikleri kaynaklardan şekillenebiliyor. Ne demek bu? Çoğunlukla bizimki gibi toplumlarda mevcut. Bizdeki toplumsal yarılma hattı son 20 yılda partizanlık üzerinden yürüyen bir yarılma hattı. Hatta en kuvvetli toplumsal yarılma budur. Societal cleavage denilen şey aslında political cleavage'a dönüştü. Yani konuşuyoruz ya "Türk-Kürt ayrımı var", "İslamcı-laik ayrımı var." İşte, şimdi nerde görsem, hangi araştırmada baksam bu ayrımın en kuvvetli olduğu yerin partizanlık olduğunu görüyoruz ve bu ayrım da çok partili bir rejimde yaşıyor olmamıza rağmen iktidar yanlıları ve iktidarın karşıtları olarak görünüyor. Yani o büyük ayrım üzerinden partizanlık şekilleniyor.
O zaman geri dönelim konuya. Sizin beslendiğiniz bu enformasyonal kaynaklar nedir? Unutmayın enformasyonel kaynaklar - sizin beslendiğiniz kaynaklar bu toplumsal yarılma üzerinden belirleniyorsa seçimsel aksaklıklarla ilgili düşünceniz ve algınız da buna göre şekillenebiliyor. Basitçe söylersek, iktidar yanlısı kaynaklardan besleniyorsanız memlekette hiçbir seçimsel aksaklık olmadığı, seçimlerin hiçbir problemle karşılaşmadan rahat rahat yürüdüğü ile alakalı bir düşünce sistemi içerisinde kendinizi bulabilirsiniz. Ama muhalefet tarafındaysanız iki büyük blogtan bahsediyorum. Bu arada yeri gelmişken, şimdi bazı aklı evveller çıkar öyle bloglar yoktur falan filan diye itiraz ederler; onu da hemen söyleyelim de tabii ki yoktur. Yani onu biz de biliyoruz da bir soyutlama gerekiyor, bu benim yaptığım analitik açıklamanın kategorizasyonu bu. Yoksa hani başka kategorizasyonlarda başka açıklamalar mümkün. Velhasıl, karşı taraftaysanız başka türlü besleniyorsunuz. Dolayısıyla, bu seçimle alakalı seçimsel aksaklıklarla ilgili kendi düşünceleriniz bambaşka bir yere evrilebiliyor. Yani mesela 24 saat boyunca Halk TV seyrediyorsanız bu memlekette hiçbir şekilde düzgün bir seçim yapma ihtimalinin olmadığını düşünüyorsunuz ama ne bileyim Akit TV, A Haber izliyorsanız her şeyin son derece güllük gülistanlık olduğunu ve hiçbir problem olmadığını düşünüyorsunuz. Bu çok şekillendiriyor, seçimlerle alakalı algıları.
SEÇİMLERİ YÖNETEN KURUMLARA GÜVEN(SİZLİK)
Bir diğer konu mesela bireysel olarak kurumlara, seçimsel bürokratik kurumlara (Electoral Managment Bodies- EMB) güvenle alakalı. Burada çok büyük bir külliyat var. Bizim bu konudaki yeni projemiz TUBİTAK1001 tarafından desteklendi, adı Türkiye Güven Araştırması. Bir seneye yaklaşıyoruz şu anda Türkiye'de siyasete, medyaya ve bilime olan güveni anlamaya çalışıyoruz. Konunun burayla da bir bağlantısı var: Bürokratik kuruma olan güven seçimsel aksaklıkla ilgili algıyı çok şekillendiren bir şey. Bu da çok beklendik bir şey aslında. Siz eğer bürokratik hayatınızda devletle olan ilişkinizdeki kuruma güveniyorsanız o zaman onunla ilgili hizmetin de meşru, sağlıklı ve düzenli düzgün olduğunu düşünüyorsunuz. Yani bu ne demek? Evinizdeki su faturası düzgün geliyorsa, hiçbir problem olmuyorsa işte o zaman ASKİ'ye güveniyorsunuz "Bu adamlar işlerini düzgün yapıyor." diyorsunuz veya arıza oluyor hemen düzeltiliyorsa da böyle düşünüyorsunuz. Aynı şey seçim için de düşünebilir. Eğer seçimi düzenleyen bürokratik kuruma güveniniz varsa o zaman seçimlerin adil ve eşit ortamda gerçekleştiği ile alakalı düşüncenizde daha o tarafa yatkın olmaya başlıyorsunuz.
Tabii bir de bunların çıktıları, sonuçları da var. Yani bizim düzlemimizdeki iki yatay düzlemden biri nedenlerdi diğeri de sonuçlar. Bireysel seviyedeki sonuçlarına bakıldığı zaman eğer seçimsel aksaklık varsa bir yerde, yani electoral integrity ile alakalı bir sorun yaşanıyorsa herhangi bir bağlamda, demokratik sistemle alakalı, demokrasinin işleyişiyle ilgili de bir problem olduğunu düşünebiliriz. Bunlar bir memleketteki otoriteryen kayışa (authocratic bacsliding) destek veren şeylerdir. Yani demokratik bir sorun, seçimsel bir sorun varsa bunlar otokratik kayışa işaret eder. Fakat 2019 İstanbul tekrar seçimlerinde çok acayip bir şey oldu. Kitabımın bir bölümü de bununla alakalı Şunu sorduk insanlara "YSK'nın verdiği kararı adil, ahlaklı, doğru buluyor musunuz?" diye. Başka bir yöntemle sorduk soruyu, doğrudan soru yöntemiyle değil tabii. Sonra ortaya çıktı ki aslında AKP seçmenleri de YSK kararını onaylamadılar. Yani seçimin saygınlığına gölge düşürüldüğünü düşünüyorlar. Bir cümlede özetlersem; bizim memlekette seçim çok kutsal bir şey. Neredeyse siyasi katılımın gerçekleştiği tek organizasyon olması vesilesiyle çok kutsal bir şey. Kalan tek şey “seçim” elimizde. Yani seçim olmadığı zaman elimizde demokrasiye dair hiçbir şey kalmıyor.
UZMANLIKTAN BELİ AĞRIYAN ADAMLAR VERSUS AKADEMİK AKIL
Seçimsel aksaklığa neden olan YSK'nın kararı, insanların algılarında şuna yol açtı: "Bir dakika ya! Seçimime dokunma!" Yani seçmen "seçimle ilgili sen böyle bir şey yapamazsın!" dedi ve mevzuyu tersine çevirdi. Aslında bir demokratik olgunlaşmadan bahsettik. Yani normal şartlarda demokratik aşınmaya yol açması gereken YSK'nın bu kararı Türkiye bağlamında tam tersi demokratik olgunlaşmaya yol açtı. Sonuçlar dediğimiz şey bizim diyagramda tam olarak buna benzer bir şey. Yani bu çok ilginç bir örnek bana sorarsanız. Ben bu konuda uzun zamandır çalışıyorum. Böyle bir örnek yok dünyada; pratikte görebildiğim bir örnek hatırlamıyorum. Yani bir demokratik aksaklığın, otokratik kaymaya değil de demokratik ilerlemeye vesile olduğu bir başka örnek yok.
Demokratik ilerlemeye vesile oldu derken de yanlış anlaşılmak istemem. "Muhalefetin adayı kazandı" diye demokratik oldu demiyorum. “Seçimime dokunma” dediği için, seçmenin seçimle alakalı hassasiyetlerini ortaya çıkarttığı için diyorum bunu. Yoksa seçimi A'nın B'nin kazanmış olması ile alakalı değil söylediğim şey. Dediğim gibi çok aklı evvel var. Memlekette çok ciddi bir yarılma hattı olduğu için "akademik akılla konuşuyorum"a ikna etmek çok zor oluyor insanları. Yani bak kardeşim, benim de bir ideolojik konumum var. Evet yani ben ideolojisi olmayan birisi değilim. Tabii ki bir düşüncem var ama ben şimdi seninle akademik şapkamla konuşuyorum. O yüzden benim konuştuğum laf, böyle düşünülmesi gereken bir laf. Tabii bu biraz karşımızdakine atfettiğimiz hayalî bir olgunluk seviyesi. Yani gazeteciler falan nadir de olsa bana ulaştıklarında söylediğimle zaten ilgilenmiyorlar. Muhakkak bir spekülasyon, bir uçuş kaçış falan bekliyorlar. "Uzman dedi ki şöyle oldu." O değil işte.
Şimdi burada ABD'deyken, Türkiye'de olduğundan daha fazla haber kanalı seyretme fırsatım oluyor. Şöyle bir şeye şahit oldum; bunu söylemek zorundayım; 72 saat televizyonda kalan, uzmanlıktan beli ağrıyan adam var Türk televizyonlarında.