'995 km'de Türkiye'nin yakın tarihi
Murathan Mungan, geçen hafta iki günlük program için Diyarbakır'daydı. Yeni romanı için düzenlenen söyleşiye katılan Mungan, "Öğretmek için değil, hatırlatmak için yazdım" dedi.
Murathan Mungan, geçen hafta Diyarbakır'daydı. Diyarbakır'da hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi var Mungan'ın, bunu daha önce katıldığı kitap fuarından biliyordum. Kitap imzalama etkinliği yayınevinin standında değil, fuarın boş bir bölümünde düzenlenmişti ve önünde upuzun bir kuyruk vardı.
Mungan, her yazara nasip olmayan ilgiye iki günlük program için geldiği Diyarbakır'da bir kez daha nail oldu. Yeni romanı '995 km' vesilesiyle Diyarbakır'a gelmişti Mungan. İlk etkinlik, benim katılamadığım Yayın Ağacı'ndaydı. İmza, 6 saatten uzun sürmüştü. Bir gece sonra Ro Kafe'de sohbet ederken, Mungan, imzaya 5'er dakikadan sadece iki kez ara verdiğini söyleyecekti.
İkinci etkinlik Wêjegeh Amed'de yapıldı. Söyleşinin gerçekleştiği Ro Kafe'nin bahçesi tıka basa doluydu. Mungan'ı dinleyebilmek isteyen birçok insan, bahçede yer bulamadığı için geri dönmek zorunda kaldı.
Söyleşinin gerçekleştiği bahçede onca kalabalığa rağmen çıt çıkmıyordu. Mungan, can kulağıyla dinlendi. Bahçede toplananlar kuşkusuz Murathan Mungan hayranıydılar ve söylediklerini önemsiyorlardı. Ancak şu da vardı: Bahçede toplananlar herhangi bir hayran kitlesi değildi. Edebiyatı ve siyaseti yakından takip eden bir kitleydi. Mungan, 1990'lı yılları konu alan bir roman yazmıştı. Roman, Musa Anter cinayetiyle başlıyordu. Romanın konusu ve kişileri bile Mungan'ı can kulağıyla dinlemek için yeterliydi.
Bahçeyi hıncahınç dolduranlar gençlerdi. Dinleyiciler arasında Mungan'ı ilk kitaplarından bu yana takip eden bir kesim de vardı elbette. Söyleşi bittikten sonra, imza sırasının kendilerine gelmesini beklerken, kendi aralarında Mungan'ın dizelerini ezbere okudular.
MUNGAN'IN ANLATTIKLARIDIR
İmzanın bitmesini beklerken birlikte oturduğumuz arkadaşlara yıllar önce Murathan Mungan'la yaptığımız söyleşinin izlenimlerini anlattım. "En rahat söyleşi yaptığım yazarlardan biri oldu" dedim. Sahiden öyleydi. Her soruya kekelemeden ve bozuk, anlaşılmaz cümleler kurmadan cevaplar vermişti. Bu beceri, hiç kuşku yok ki en başta ele aldığı konulara hakimiyetiyle ilgiliydi. Bu beceri, sorusuna cevap arayan gazetecinin işini de çok kolaylaştırıyordu.
Mungan, Diyarbakır Ro Kafe'deki söyleşide de teklemeden, konuyu dağıtmadan ve dinleyicilerin dikkatini diri tutan bir söyleşi yaptı.
Peki, Mungan neler anlattı? Kestirmeden söyleyecek olursam, Mungan, söyleşide önemli şeyler söyledi. 1990'lı yılları yaşamış olanların hafızalarını tazeledi, onları o berbat günlere götürdü. O berbat günleri yakınlarından dinlemiş, kitaplardan okumuş gençler, 1990'lı yılları bir de Mungan'dan dinlediler.
Mungan, öncelikle kitabın hikayesini paylaştı okuruyla. Kitabın hikayesini dinledikçe Türkiye'nin yakın tarihi de, neredeyse kendiliğinden, belleklerde canlanıverdi. Zaten Mungan da şöyle diyecekti: "Öğretmek için değil, hatırlatmak için yazdım." Mungan'ın hatırlattıkları ise zulümden başka bir şey değildi.
Çocukluk günlerinde tanık oldukları ve duyduğu korkunun üniversiteli bir solcu olduğu yıllarda yeniden yaşadığını anlattı. Şunları da söyledi: "Türkiye zulüm eşitsizlik, adaletsizlik konusundaki istikrarını başka hiçbir alanda koruyamıyor ve sürdüremiyor, bunu koruyor. Roller, karakterler, kimlikler, oyunlar değişiyor fakat maruz kaldığımız iklim hiç değişmiyor."
Romanda katilin bir ismi yok. Aslında diğer karakterlerin de ismi yok romanda, Hoca'dır, Eğitmen'dir ama isimleri yoktur. Mungan'a göre bunun bir önemi de yoktur, çünkü "İsimlerin değiştiğini görüyoruz. Türkiye'nin siyasi tarihini anlamak istiyorsanız eğer, Türkiye'deki İçişleri Bakanları tarihini okumanız gerekir. İçişleri Bakanları zinciri Türkiye hakkında her şeyi söyler aslında. Sistem aynı kaldıkça, bu çark böyle işledikçe Ahmet gidiyor, Mehmet geliyor, bir şey değişmiyor.”
Roman, Musa Anter cinayetiyle başlıyor. Bu meşakkatli konuyu ele alma biçimini, bir uyarıda bulunarak, şöyle anlattı Mungan: "Sakın ha kitabımı Musa Anter cinayetini anlatıyor diye okumaya kalkmayın. O günden bugüne dek işlenmiş bütün cinayetler için bir sembol cinayettir. Bu, belgesel değil, belgesel bir roman değil. Çok belgeden yararlandım, çok okuma yaptım. Dönem gazetelerini taradım. Özellikle adı geçen İslami tarikatlar üstüne okumalar yaptım. Kitabı yazarken Diyarbakır'dan başlayarak kitabın bütün geçtiği yerlerde 2 kez yolculuk ettim. Kitabın ana kişisi olan katilin gezdiği yerleri gezdim. Bazı söyleşiler yaptım. Mesela okuyacağınız gar sahneleri, otobüs sahneleri için o dönemin otobüs şoförlerinden bilgiler topladım. Benim bilemeyeceğim detayları onlardan dinledim."
BİR KATİLİN KATETTİĞİ MESAFE
Romanı söyleşiden sonra okumaya başladım. Roman çıkalı iki gün olmuştu ve maalesef söyleşiden önce edinip okuma imkanım olmamıştı. Söyleşiye katılan okur için bu biraz sıkıntılı bir durum. En başta, yazara romanla ilgili soru sorma imkanını alıyor okurun elinden.
Ancak, yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, Murathan Mungan doyurucu bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu sayede romanı okurken söyleşide söyledikleri de eşlik etti.
Romana ismini veren 995 km, katilin Diyarbakır'dan başlayarak katettiği mesafeyi işaret ediyor. Bu nedenle '995 km' için bir yol romanı demek mümkün. Ama esas olarak bir gerilim romanı dersek yanılmış olmayız. Okuyucu, roman ilerledikçe, 1990'lı yılların iklimini, karanlık atmosferini kuvvetle hissediyor. Dönemin faili meçhul cinayetleri, domuz bağları, ölüm evleri, işkenceleri... İnsanların beklenmedik bir saldırı karşısında duyduğu korkuyla hep tetikte olduğu günler. Katilin mensubu olduğu siyasal İslamcı örgüt ile 'derin devlet' için çalışanların acımasızlığı... Bütün bunlara, katilin çıktığı yolculuk boyunca tanıklık ediyor okur. Bu döneme bir katilin peşinden giderek tanık olmak ise enteresan bir deneyim oluyor. Katil, okuru kendi dünyasının içine çekiyor, katilin bir sonraki hamlesi, karşılaşması, hatırası merak konusu oluyor. Ancak bütün aksiyon boyunca katille herhangi bir duygudaşlık kurulmuyor. Buna yazar izin vermiyor ve yazarın gücü de burada çıkıyor karşımıza. Bir nefret nesnesinin macerasını soluk soluğa okutuyor Mungan.
KAYIPLAR, CİNAYETLER ZİNCİRİ
Evet, '995 km', siyasi cinayetlere odaklanan bir aksiyon romanı. Buna rağmen bir belgesel değil, cinayetlerin perde arkasını göstermeye çalışan bir gazetecilik işi de değil. 'Yüksek Topuklar' ile 'Şairin Romanı'ndan çok farklı bir dünyayı anlatıyor olsa da edebi kurgusu güçlü bir roman. Ancak elbette, kendisinin de söyleşide anlattığı gibi, çok sayıda okuma yapmış Mungan. İslami örgüt hakkında satır aralarında verdiği bilgiler de bunu gösterir nitelikte.
Bir polisiye kurgusu içinde ilerlediği için roman hakkında çok şey söylememek gerekiyor. Ancak, Mungan'ın söyleşide söylediklerinden bir bölüm daha aktarmamın bir sakıncası yoktur: "Diyarbakır'da başlayan bir hikayeyi anlatıyor ama kitabın teması ‘90’ların ikliminin çok da değişmediğini, hâlâ sürdüğünü gösteriyor. Yani ben Musa Anter cinayetini anlatıyorum demiş olabilirim. Ama siz isterseniz Tahir Elçi cinayeti diye de okuyabilirsiniz. Çünkü bu süre uzun bir zaman dilimini kapsayan kayıplar, ölümler, cinayetler zinciridir.”
Mungan, bir de "Türkiye'nin doğusu ile batısının hatırladığı şeyler aynı değil” demişti söyleşide. Romanın görevi değildir, ancak '995 km' sayesinde batıdaki okur, doğudakilerin 90'lı yıllarda neler yaşadığını kısmen de olsa fark edecek diye umuyorum.
Son olarak, önceki kitaplarının dünyasından farklı bir dünyayı anlatıyor olsa da Murathan Mungan, okurunu hayal kırıklığına uğramayan bir kitaba imza attı, demek isterim.