ABD, hayırseverlerimize niye el koyuyor?
İşimiz zordu, bundan sonra daha da zorlaşacak… Ekonomi bir yana, onlarla birlikte gönlümüze, ruhumuza hitap eden şahsiyetlerden yoksun kalıyoruz. Yoksullaşıyoruz. Asıl kaybımız bu...
Başta devlet büyüklerimiz olmak üzere, bütün milletin hayırsever işadamı olarak tanıdığı Rıza Zarrab bilindiği üzere Amerika’da tutuklandı. Zorunlu ikamet koşuluyla serbest kaldı. Türkiye Cumhuriyeti bütçe açığının yarısını tek başına karşıladığı söylenen ve TC vatandaşlığına geçen Sarraf’ı ABD rehin aldığından beri bütçe bir türlü toparlanamıyor. Belimizi doğrultamıyoruz.
Neyse ki, Zarrab’ı kaptırdıktan hemen sonra bir başka hayırsever iş insanı sahne almıştı: Ayakkabı boyacılığından gelme holding sahibi, eksi sıfır sermayeyle servet yaratma ilminin yanı sıra yardımlarıyla gönüller fethetmenin de sırrına vakıf Sezgin Baran Korkmaz.
Heyhat!
Robin Hood namıyla bir anda tüm dikkatleri üstünde toplayan, ABD’den Avrupa’ya dünyanın dört bir yanında yatırımlar yapan şirket, para avcısı, ama her şeyden önce devlet, memleket aşığı, yoksul babası SBK’ya da ABD el koymuş bulunuyor.
İşimiz zordu, bundan sonra daha da zorlaşacak… Ekonomi bir yana, onlarla birlikte gönlümüze, ruhumuza hitap eden şahsiyetlerden yoksun kalıyoruz. Yoksullaşıyoruz. Asıl kaybımız bu.
AŞK VE GÖNÜL İNSANI
Rıza Sarraf, aşk insanı, gönül adamı, etrafına neşe saçan, zarif, cömert, eli de gönlü gibi açık, genç, parlak bir iş insanı olarak girmişti hayatımıza. İş dediğiniz, ticaret dediğiniz sırlar alemi. Ayrıca malum, hukuken “ticari sır” diye bir şey var. Sarraf adıyla müsemma olarak altın ticareti yaptığı biliniyordu, o kadar. Uluslararası ölçekte ve tonlarca…
Bu alıcı – satıcı, gümrükler, vergi daireleri, bakanlıklar ve personeli, hasılı ilgili ve yetkililer arasındaki iş.
Sarraf’ın basına, medyaya ve oradan bize yansıyan yanı ise gönül işleriydi.
Köken olarak İran Azerisi’ydi. Türkçeyi gayet akıcı konuşuyordu. Aksanı yok gibiydi. Benim diyen okur – yazar takımını cebinden çıkaracak düzeyde lugata hakimdi. Ağzı laf yapıyor, eli kalem tutuyordu.
İran’da doğmuş, ailesiyle yerleştiği Dubai’de iş hayatına atılmış, 20’li yaşlarda da Türkiye’yi ve elbette İstanbul’u mesken tutmuştu. 1998’den beri Tatlıses’in kanatları altında icrayı sanat eyleyen Azerbeycanlı şarkıcı Günel’e sırılsıklam aşık olmuştu. Aşkıyla kaleme sarılıp şiirler yazmıştı. Bunlar bestelenmiş, genç aşık Reza böyle ünlenmişti.
Müzikte de piyasanın en büyükleriyle çalışıyordu: Sibel Can, o zamanlar hala İmparator namını taşıyan Tatlıses, sevgilisi Günel aracıyla tanıştığı, bilahare evleneceği Ebru Gündeş…
Günel’le ilişki, karşılıklı ithamlar, tehditler ve nihayetinde karakolda bitmişti. Ebru Gündeş’le adı anılmaya başladığında, magazin değil, iş insanı olduğunu hatırlatacaktı gazetecilere: “Ben bir işadamıyım. İşim ve şirketimle ilgili bir ekonomi haberinde çıkabilirim, adım yazılabilir ama benim ne işim var magazinle!”
Yine de duygularını, aşkını kameralar, mikrofonlar önünde açıklamaktan geri durmuyordu. “Her kadının ondan kadınlık dersi alması lazım. Çocuklarımın annesi olması için her şeyimi veririm” dediği Gündeş’e evin bütün duvarlarına benimle evlenir misin yazarak, dünyanın gözü önünde evlilik teklif etmişti.
Düğün hediyesi EBR plakalı BMW ve yanında pahalı bir spor arabaydı ve tabii sayısız mücevherat, takı. Doğum günü hediyesi olarak Kanlıca’da ikiz yalı satın alıp kapısına bir kamyon gül yaprağı döktürmüştü. Bir başka hediye, Dutyfree isimli yarış atı. Bodrum ve Dubai’de evler…
Her yanıyla zengin ve cömert aşk.
İş hayatını, devlet hizmetini, devletlilerle ilişkisini aşkı gibi icra ettiğini 17 -25 Aralık faslında öğreniyorduk. Sevgiliye tekne, bakana saat. Çikolata kutusu, Vakıflara bağışlar…
Gönül insanı olmak başka şey!
ABD Sarraf’a el koyarak ekonomiyi sekteye uğratmakla kalmadı, gönül hanemizi de yetim bıraktı.
ROBİN HOOD DEĞİL, BİLL GATES!
Sarraf’tan boşalan yeri alan Sezgin Baran Korkmaz’ın en önemli özelliği hikaye anlatıcılığıydı.
Sarraf şarkı sözü yazarak, aşkını – aşklarını dillendirerek duyurmuştu adını. SBK, hikaye kuruyor, sahneliyor ve ardından anlatıyordu.
Görünmez adam oluyor, pazar yerinde bütün tezgahları ne var ne yok toptan satın alıp halka dağıtıyor, şehir şehir dolaşıp yoksul semtlerde bakkallardaki veresiye defterlerini kapatıyor vb vb…. Sonra da işte o adam, benim diyordu.
Ayakkabı boyacılığından gelmişti, geldiği yeri hiç unutmamış, terk etmemişti.
“Sanatla, kültürle arası olan biri olduğumu söyleyemem” diyordu açık yüreklilikle. “Genellikle gençlik yıllarından kazanır insanlar bu sevgiyi veya ilgiyi, ancak benim o dönemlerde de böyle bir durumum olmadı. Ailemle vakit geçirmeyi seviyorum. Eşimi ve çocuklarımı alıp uçağa atlayıp Kars'a gidiyoruz. Beraber doğduğum yerlere, okuduğum okula gidip oralarda geziyoruz. Bu yıl dört tane mülteci kampını ailemle beraber gezdim. Maldivler'e tatile gitmiyoruz ama Somali'ye gidiyoruz. Çocuklar paylaşmayı, yoksulluğu, kaderi görmüş oluyor. Bunları bilecekler ki senin varlığına sahip çıkacaklar.”
Zenginliğini kendisi yaratmış, kurduğu hikayeye göre de bunu da bilgeliğe çevirmişti. “Tanrı'nın beni çok özel yetiştirdiğini düşünüyorum” diyordu. Ve tabii kendi kendini yetiştirmişti. 40 yaşında, yaş grubunda kimsenin yarattığı bir servet yaratmadığını, babalarının da para sahibi olmadığına dikkat çekiyordu. “Büyük ailelere bakın, Koç grubu, Sabancı grubu gibi. Bu ailelerin dedelerine baktığınız zaman herkes ne iş yaptıklarını bilir. Türkiye'de aristokrat bir aile geleneği yok.”
Kısaca, köy kökenli biri olarak beyazlar takımıyla farkı olmadığını söylüyordu dolaylı yoldan. “Kendime örnek almak istersem, Bill Gates'i örnek almak isterim” demişti.
Doğru söze ne denir?
Evet, SBK tam bir yazılımcıydı. Üstelik Gates’de olmayan şey onda vardı: Hikaye anlatıcılığı.
ABD dayanamayıp onu da aldı elimizden.
Peker de giderse, hayırseverlik ve hikaye anlatıcılığı babında hepten yoksullaşacağız.