ABD Ortadoğu'dan çıkabilecek mi?
ABD sistemi artık Ortadoğu bölgesinin zaten bu zayıflamış haliyle daha fazla mücadele ve müdahele etmek istemiyor, dikkatini daha çok Uzak Doğu’ya Pasifik bölgesine yoğunlaştırmaya çalışıyor.
Filistin ile İsrail arasında Mayıs 2021 ortasında yaşanan çatışmalar dikkatleri tekrar bu bölgeye ve soruna çevirdi. Uzun bir süredir içinde bulunduğu istikrarsızlıktan kurtulamayan Ortadoğu’da, geçmişte yalnızca Filistin sorunu merkezdeyken, günümüzde bölgedeki siyasal, ekonomik, insanî tablo çok daha vahim ve bunun kapsamlı bir çözümü yok. Daha önceki yazılarda ABD’nin iddia edilenin aksine bir uzun vadeli Ortadoğu politikası olduğunu, bunun kendi içinde tutarsızlıklar içerse de, son 20 yılda ABD’nin bölge siyasetinde ağırlığının arttığını savundum. ABD Saddam, Kaddafi gibi Arap milliyetçiliğinin temsilcileri tasfiye ederken, Esad Suriye'sinin Türkiye ve Katar gibi müttefikleriyle birlikte harabeye çevrilmesini sağlayarak, diğer bir Baasçı rejimi çok düşük bir maliyetle zayıflattı ve ilk kez bu ülkeye asker sokarak üs elde edebildi, ittifak kurduğu PYD sayesinde bunu kalıcı hale getirme imkanına kavuştu. Neredeyse son 10 yıl boyunca bölge ülkelerinin istikrarsız, çatışma içinde ve zayıf tutulmasına dayanan bu siyasetten, ABD, küresel gelişmeler nedeniyle, Biden yönetiminde uzaklaşma işaretleri vermişti. Bunun temellerini ve nedenlerini aşağıda tartışacağım. Ne var ki, ABD siyasetindeki bu değişimi fark eden Netanyahu hükümeti ve İsrail sağı, bu hamleyi boşa çıkaracak bir provokasyona başvurarak, Biden yönetiminin bu girişimini engellemeye çalıştı. Bu yazıda ABD’nin bu yaklaşımının daha geniş kapsamlı olduğunu, Netanyahu’nun kısa vadede amacına ulaşsa bile, orta vadede bunu engellemesinin mümkün olmadığını savunacağım.
ORTADOĞU TABLOSU
Bölge Arap Baharının getirdiği yıkım ve sarsıntıyı üzerinden tam atamadı. Libya, Suriye ve Yemen’de günümüz çatışma yöntemlerinin hepsi kullanılırken ve test edilirken, Lübnan, Ürdün, Irak gibi ülkelerde de ya tam istikrar sağlanamadı ya da buradaki siyasal sistemler ekonomik sıkıntıların da etkisiyle çok kırılgan hale geldi. Geçmişte Batı/ABD hakimiyetine karşı güçlü direniş merkezleri varken, günümüzde devlet düzeyinde İran, devlet altı gruplar olarak da Hizbullah, Hamas dikkat çekiyor. Bunların da genel olarak bölge siyasetini dönüştürücü ve Batı üstünlüğü ile onun bölgesel işbirlikçi müttefiklerine denge oluşturabilmeleri mümkün değil. Öyle ki, bölgede bırakın ABD üstünlüğüne direnç oluşturmayı, gerilim eksenleri ABD müttefikleri arasında yaşamaya başlandı. Türkiye-Mısır ya da Katar-BAE, Suudi Arabistan gibi.
Filistin sorunu açısından bakıldığında ise hareket içinde 1990’larda belirginleşen ideolojik bölünme, bunun 2006’dan itibaren topraksal bir boyut kazanarak Hamas’ın Gazze ve Filistin Yönetimi'nin Batı Şeria’da hakim olmaları, Trump yönetiminin tarihteki en İsrail yanlısı politikaları izlemesi Filistinlilerin haklı davasını zayıflatan gelişmeler oldu. Suriye’nin denklemden düşmesi, Rusya’da Putin’in Netanyahu ile yakın ilişkiler kurması Filistin halkını İsrail devletinin insafına bıraktı.
TRUMP MİRASI
Bütün bu olumsuz tablonun üzerine Trump yönetiminin Filistinlileri iyice zor duruma düşüren politikaları geldi. Washington’daki Filistin temsilciliğinin kapatılması, Filistin Yönetimi'ne yapılan yardımın kesilmesi, ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması, hatta İsrail’in yasadışı yerleşim bölgelerinde üretilen ürünlerinin ABD’ye girişine izin verilmezken bunu serbest bırakması ve en sonunda İbrahim Anlaşmalarıyla BAE, Bahreyn, Sudan ve sonra da Fas’ın İsrail’i tanıması. Bu düzeyde bir İsrail yanlılığı ve Netanyahu yönetiminin başka ülkelerde de görülen sağcı, ırkçı politikalarının doğal olarak Filistinlileri hedef alması, Filistin hareketi içinde Batı Şeria’yı zayıflatırken, Hamas’ın güçlenmesine yol açtı.
Biden yönetimi ayrıca Obama’dan devraldığı askerî müdahalede bulunmama politikasına yönelirken, bölgedeki otoriter yönetimlere de her türlü diplomatik desteği sağladı.
BIDEN İLE GELECEK OLAN
ABD’nin genel olarak Ortadoğu ve İsrail politikasında Yahudi unsuru bir sır değil ve bunun yönetimlere göre radikal değişiklikler göstermediği herkesin malumu. ABD’deki Yahudilerin siyaset, finans, medya, entelektüel hayat, düşünce kuruluşları, üniversiteler, sanat, sinema dünyasında kurdukları etki ve bu haliyle ABD kurulu düzen/establisment’nın en önemli bileşenlerinden biri olduğu gerçeği ortada. Bu durum ABD içinde de tartışma konusu olsa ve eleştirilse de değişmedi. Dolayısıyla, Biden yönetiminin bu çemberden çıkmasını kimse beklemiyor. Ama ABD siyaseti de sonuçta tek başına İsrail/Yahudi lobisi bagajına dayalı olarak ilerleyemez. Sonuçta, ABD’nin küresel başka kaygıları da var ve bunların başında Çin’in yükselişi ve Rusya’yı kontrol etmekte zorlanması geliyor. Bu kaygılar altında Biden daha yönetime gelmeden yeni bir Ortadoğu politikası oluşturmaya başlamıştı. Bunun unsurları mümkün olduğunca asker azaltma, çatışmaların sona ermesi, müttefikler arası uyum, insan hakları konusunu öne çıkarma, Çin ve Rusya’yı bölgede sınırlama ve İran ile uzlaşma idi.
İLKE Mİ ÇIKAR MI?
ABD’nin yalnızca Ortadoğu değil, herhangi bir bölge ya da ülkeye yönelik olarak insan hakları konusunda baskıda bulunacağını ileri sürmek genellikle siyasetin doğasını anlamamış olma eleştirisini getirir. Artık klişeye dönüşmüş bir söylem olarak ABD’nin çıkarları gerektiğinde Suudilerle ilişkisinde olduğu gibi insan hakları konusunu kolayca göz ardı ettiği dile getirilir. Bu doğrudur. Ama insan hakları konusunun ABD dış politikasında yeri olmadığı da ileri sürülemez. Bu bir insan hakları ilkesine dayalı politika ile çıkar odaklı politika arasındaki bir karşıtlık değildir. ABD’nin bu ikisinden birini seçmesi gibi bir zorunluluk yoktur. İnsan hakları konusunda müttefiklerine baskı yapması bazı durumlarda siyasetin, yani o anki çıkarın kendisi de olabilir. Çıkar ile ilke pekâlâ örtüşebilir. Biden yönetiminin Ortadoğu’da kurmayı planladığı düzenin önemli bir parçası insan hakları vurgusu olacaktı ve bundan hâlâ vazgeçmiş değil. Netanyahu hükümetinin son kışkırtması ve şiddeti tırmandırması bunu yalnızca geciktirecek ama kapsamlı bir politika dönüşümünün önünü kesemeyecek.
NEDEN İNSAN HAKLARI POLİTİKASI?
Biden yönetiminin Ortadoğu’ya yönelik bir insan hakları politikası geliştirmeye çalışması, genel politikasının bir parçası olarak önem taşıyor. Bunun da diğer direkleri, yukarıda sıraladığım gibi, bölgesel bir uyumun yaşanması, ABD’nin dikkatini ve enerjisini artık Ortadoğu’da harcamak istememesi. ABD’nin fark ettiği gelişmelerden biri, otoriter liderlerin giderek Çin ve Rusya gibi aktörlere daha çok yaklaşması oldu. Trump yönetiminin de otoriterliğe göz yumması ya da açıktan desteklemesi, Mısır’da Sisi, S. Arabistan’da Prens Selman’ın, hatta Erdoğan’ın hareket alanlarını genişletti, ABD karşısındaki konumlarını güçlendirdi. Bölgede artan demokratikleşme, insan hakları vurgusu, sivil toplumun güçlenmesi gibi gelişmelerin yalnızca rejimler değil toplumsal düzeyde de Batıya yönelimi artıracağı düşünülüyor. Diğer bir deyişle, insan hakları politikası bir yandan ABD’nin elinde bir araç olarak dururken, aynı zamanda Rusya ve Çin gibi bölge dışı güçlerin işini zorlaştıracak bir araç olarak görülüyor. Küresel olarak Biden yönetimi zaten dünyayı demokratik rejimler ile Çin tarafından temsil edilen otoriter rejim arasında bölerek, Çin’i ideolojik olarak yalnızlaştırmaya çalışıyor. Bunun gerçekçi görülebilmesi için en azından kendi müttefiklerine de, ani ve radikal bir dönüşüm olmasa da, telkin ve baskıda bulunduğunu göstermek istiyor. İnsan hakları politikasının tek bir şablon olarak uygulanmasının mümkün olmadığını, her bir ülke için o siyasal sistemin, rejimin standartları içinde gündeme getirildiğini hatırlatmak gerek.
UYGULAMADA BIDEN
Biden ekibi uzun süredir ABD’nin Ortadoğu’da gereğinden fazla zaman ve enerji kaybettiğini savunan isimlerden oluşuyor. Örneğin, Dışişleri Bakanı Blinken daha göreve gelmeden önce, Ortadoğu’da daha çok değil, daha az olmalıyız diyordu. Yine Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ABD’nin Ortadoğu’daki çatışmalara dahil olmaması gerektiğini savunuyordu. Biden göreve geldiğinde öncelikle ilk mesajı Yemen’deki çatışmaya ve bölgedeki otoriter rejimlere oldu. Suudi Arabistan için “parya devlet” diyen, Trump’ın “benim gözde diktatörüm” dediği Sisi için, diktatörlere “açık çek vermeyeceğini” açıklayan Biden Sisi ve Erdoğan’ı uzun süre aramazken, Netanyahu’yu bir ay sonra aradı, Prens Selman’ı aramayıp babası Kral Faysal ile görüştü, Trump yönetiminin sümen altı ettiği Kaşıkçı cinayeti raporunu yayınladı, cinayete katılanlara yaptırım uyguladı, başkan olduğu gerekçesiyle Selman’ı dahil etmese de onun sorumluluğu teyit ederek fiilen statüsünü düşürdü, Erdoğan’ı ise üç ay sonra Ermeni soykırımı ifadesini kullanacağını söylemek için aradı.
İkinci adım Libya ve Yemen konusunda geldi. Yeni ABD yönetimi bu iki çatışmada çözümün daha kolay olacağı varsayımından hareket ediyor. Bunun doğru olup olmadığını zaman gösterecek. Ama Biden özellikle Yemen’deki savaşın bitmesi gerektiğini söyleyerek BAE’ye burada kullandığı silahların satışını durdurdu, Trump’ın terörist ilan ettiği İran yanlısı Husileri, bu statüden çıkardı.
Körfez ülkeleri daha Biden göreve başlamadan, Ocak 2021 başında aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirmeye karar vererek Katar’a uyguladıkları ablukayı kaldırdılar. Hem Suudi Arabistan, hem de Mısır bazı siyasî tutukluları özellikle de ABD ile çifte vatandaşlığı olanları ve kamuoyuna mâlolmuş isimleri serbest bırakarak Biden yönetiminden gelecek baskılara karşı ön almaya çalıştılar.
Türkiye’de AKP yönetimi bu dönüşümü fark edip Mısır, Suudi Arabistan hatta son dönemdeki azılı rakibi/düşmanı BAE’ye yanaşmaya çalıştı. ABD’nin müttefikleri arasında uyum politikasına dahil olmaya hazır olduğunu göstermeye çalıştı.
Çatışma dinamiği son 10 yıl boyunca bölgeyi zayıflatıp İsrail’i güçlendirirken, bir noktadan sonra bölge dışı müdahalelerin de önünü açmaya başlamıştı. Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesi ve Libya’ya kadar uzanması, İran’ın Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta nüfuzunu artırması bunun örnekleri. ABD bölgesel istikrarın ve müttefikleri arasındaki yakınlaşmanın, diğer büyük güçlerin ve İran’ın etkisini azaltacağını umuyor olmalı.
NETANYAHU ÇELMESİ
Biden yönetimi bu politikayı uygulamaya çalışırken hem içerideki seçimlerde hükümeti kuracak oyu alamayan, hem de bu politikanın İsrail’i zayıflatacağını düşünen Netanyahu bir provokasyon ile ABD’yi zor durumda bıraktı. Hem ABD sağı, hem de Netanyahu insan hakları politikasının İsrail’in müttefikleri olan Sisi, Prens Selman, BAE’nin Emiri bin Zayed gibi yönetimleri zayıflatacağından endişe ediyor. Tabii İsrail’in kendisi de bu politikadan payını alacaktı. Mart 2021’de ABD Dışişlerinde bakan yardımcısı Hady Amr tarafından “ABD’nin Filistin'le Yeni Başlangıcı ve İzleyeceği Yol” (US Palestinian Reset and Path Forward) başlıklı bir rapor hazırlanmıştı. Bununla Trump’ın yaptığı hasarı gidermek istiyor, daha dengeli bir politika ve iki devletli çözüm öneriyordu. Rapor 2018’de kapatılan Filistin Yönetimi'nin Washington ofisinin tekrar açılması, yine Filistin Yönetimi'nin İsrail’deki ABD elçiliğiyle doğrudan temas edebilmesi, Filistin’de sivil toplumun güçlendirilmesi, kurumların desteklenmesi, Filistin içinde insan haklarının gözetilmesi, muhaliflerin ve siyasal nedenlerle hapse atılanların salıverilmesi gibi hususlar içeriyor, seçimlerin yapılmasını, İsrail’in Doğu Kudüs’teki Filistinlilere oy kullanma hakkını vermesi ve genel olarak Filistinlilerin yaşam koşullarının yükseltilmesi gerektiğini söylüyordu. 15 milyon dolar Covid yardımı olmak üzere 235 milyon tutarındaki yardımın da verileceğini Biden yönetimi zaten duyurmuştu.
Netanyahu çatışmayı başlatıp tırmanmasını sağlayarak yeni ABD yönetimini kendi yanında yer almak zorunda bıraktı. Biden, adı geçen raporu yazan Amr Hady’i bölgeye gönderip, BM’yi araya sokmadan, Mısır ve Katar’ı da kullanarak çatışmaları durdurmaya, kendi partisinin her iki kanadından gelen eleştiriler altında bocalayarak ama mecburen İsrail’i kollayarak pozisyon almaya çalıştı. ABD’nin terörist olarak tanıdığı Hamas’ın devreye girmesi, şimdiye kadar görülmemiş bir roket salvosuyla 4 bin civarındaki roketi İsrail’e gönderecek kapasiteye eriştiğini göstermesi, Biden yönetimini zorladı, dünyayı şaşırttı. Demokratik Parti içinde başta Bernie Sanders, Alexandria Ocasio Cortez, Filistin kökenli ilk Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib gibi isimler haklı olarak, sıkışmış, abluka altındaki sivil yerleri bombalayan ve 270 civarında insanın ölümüne yol açan İsrail’in kendisini savunma hakkından söz eden Biden’ı sert bir şekilde eleştirdiler. ABD sistemi içinde bu ölçüde İsrail karşıtı ses çıkması, İsrail’i tedirgin etmiş olmalı.
Sonuçta ABD diplomatik profilini, güvenlik endişelerini azaltmaya çalıştığı Ortadoğu bölgesinden çekilmenin yollarını arıyor. Bu tabii ki mutlak bir çekilme ya da bölgeyi terk etme olamaz. Ama küresel dinamiklerin dönüşümüyle birlikte, ABD sistemi artık Ortadoğu bölgesinin zaten bu zayıflamış haliyle daha fazla mücadele ve müdahele etmek istemiyor, dikkatini daha çok Uzak Doğu’ya Pasifik bölgesine yoğunlaştırmaya çalışıyor. Kendisine yakın, çatışmadan uzak, Rusya ve Çin’e mesafeli, İran’ın da görece uyumlu olacağı bir Ortadoğu hayali gerçekleşecek mi, bunu zaman içinde göreceğiz. Ama kısa vadede Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelerdeki çatışmaların sona erme ihtimali bile şimdilik bir kazanım olabilir. Başta Filistin ve Kürt sorunlarının çözülmeden kalması, bölgenin yapısal sorunları olan ekonomik gelişmemişlik, eşitsizlik, genç nüfusun beklentilerinin karşılanamaması, demokrasi ve insan hakları konusundaki eksiklikler giderilmeden, ne ABD ne de başka bir dış gücün işleyen bir düzen kurma çabası işe yarayacaktır.