ABD, Rusya, Çin: Hangi kutuptansınız?

Savaşın aktörleri arasında kaybeden yok. Sadece siyasi iktidarlar değil, enerji, gıda, silah tekelleri asıl kazanan. Kaybedenin kimler olduğunu söylemeye gerek var mı? Elbette halklar...

Google Haberlere Abone ol

Medyanın, o muhteşem gücünü hepimiz biliyoruz, farkındayız. Bilgiyi topla, tasnif et, ideolojik tercihine ya da maddi çıkarına göre servis et. Hatta çoğu zaman yorum yapmana, birilerini fonlayıp “düşünce ürettirmene” bile gerek yok. Çünkü servis ettiğin bilgi/ler sadece ve sadece istenilen türden bir “fikir/sonuç” üretebilir. Zaten bir kere o “fikri” küresel hale getirirsen, ondan sonrası çok daha kolay; vagonların lokomotifi takip etmesi gibi, fikirler de “gönüllü” olarak ardına dizilir.

Yok, yok kaygılanmayın, Saray’ın “fikir yayma” icraatları değil konumuz, yani “medya yasası” kapsamına girmeyecek, okumak suç teşkil etmeyecek (sanırım). Bu seferki gündem daha global, daha küresel! Şu Ukrayna meselesi…

Daha bir yıl bile dolmadı (Şubat 2022), Rusya-Ukrayna kapışması[1] başlayalı. Buna rağmen, şu an dünyada yaşananların bütün sorumlusu “Putin/Zelenski”. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün ülkelerde enflasyon yükseldi, bütün dünyada enerji, gıda krizi yaşanıyor, hatta bütün devletler bu olay üzerinden saflaştı ve hatta yine her an bir 3.Dünya Savaşı’nın çıkabileceğini bekler olduk.

Tamam, farkındayım, “bir Sırp’ın, Avusturya-Macaristan İmparatorunu öldürmesiyle 1. Dünya Savaşı’nın çıktığına inanmış öğrencileriz”, ancak biraz büyüdük sanki. Diyebilirsiniz ki büyüdük ve “kelebek etkisi”ni de öğrendik.[2]

YA KUTUPSUZ KALSAYDIK

Biraz daha baştan başlayalım. Son on yıldır, giderek artan dozda “tek/çok kutupluluk” tartışılır hale geldi. (Eskiden işler daha kolaydı; iki kutup, iki sistem ve bunların garantörü nükleer denge vardı. Ama kapitalizm işte bu, hiç var olanla yetinmez ki!) İki, üç hatta AB’yi de katıp dört kutuptan söz edilmeye başlandı. Pekiyi, gerçekten bir “çok kutupluluk” var mı?

Bu soruya yanıt aramadan önce, şu “kutup” sözcüğünü/kavramını biraz dürtmek gerekli! Bilindiği üzere “iki kutupluluk”, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da iyice yerleşen, bir tarafta ABD’nin diğer tarafta Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki ayrı dünyanın düzenini tanımlıyordu. Kutuplardan biri sosyalist[3], diğeri kapitalisti. İki ayrı “işletim sistemi” mevcuttu ve sadece karşı devleti değil, karşı sistemi de yok etmeyi amaçlıyordu. Kutup kavramına yüklenen anlam tam da buydu, basit bir rekabetten çok öte bir “kapışma”.

Oysa şimdi kapitalist işleyişe sahip, emperyalist ilişkileri önceleyen devletlerin/blokların rekabetinden, birbirlerine askeri, ekonomik olarak üstünlük kurma çabalarından söz ediyoruz. Birbirlerini yok etmeye değil, zayıflatmaya ve birbirleri üstünde hegemonya kurmaya çalışıyorlar. Ayrı bir “işletim sistemi” kurmaya da niyetleri yok. Yani ortada çok kutup falan yok, tek bir kutup/sistem içerisinde hegemonya mücadelesi var.[4]

YOK ÖYLE ÇAKTIRMADAN İLERLEMEK

Şimdi soruyu daha anlaşılabilir hale getirelim. Emperyalist/kapitalist sistem içerisinde ABD hegemonyasını kırabilecek ya da onunla eşit bir pozisyona gelebilecek ya da onun yerine kendisini ikame edebilecek bir gücün/güçlerin başarılı olma ihtimali var mı? Rusya ve Çin, ayrı ayrı ya da birlikte bunu gerçekleştirebilir mi? “Bence” diye başlayan afaki yanıtları bir kenara bırakırsak, ekonomideki ve askeriyedeki verilerle kanıt aranması yeterli. (Sanata, spora, kültürel etkinliklere, yönetim biçimlerine falan bakmamıza gerek yok. Emperyalistler arası hegemonya esasen bunlarla kurulmuyor.)

Ekonomide ve askeriyede bakacağımız verileri de sınırlandırarak kıyaslayalım. 2021 verilerine göre ABD, GSYH’si 23 milyar dolarla birinci, Çin 17,5 milyar dolarla ikinci, Rusya 1,7 ile onbirinci. ABD ekonomisinin, dünya ekonomisi içindeki boyutları, dünya ticaret hacmindeki yeri, küresel finans sistemindeki önemini garanti altında tutan asıl faktör ise “dolar”. Dolar, en önemli para birimi olmanın yanı sıra bir “dünya parası” ve yakın gelecekte de bu durum değişmeyecek.[5] Yani Dolar’ı yıkmadan ABD ekonomisi hep “1 Numara” kalacak.[6]

ABD’nin askeri bütçesi ise neredeyse dünyadaki diğer bütün ülkelerin toplam bütçesi kadar. Açıktır ki emperyalist hegemonyanın kurulmasının en önemli şartı, “dünyanın her yerine” müdahale edebilecek kapasiteye sahip olmak. Bunun için de bakılması gereken iki kritik nokta var; toprakları dışında sahip olunan askeri üsler ve uçak gemileri.[7] Askeri üslerin, mevcut çıkarı korumak ve o bölgeye müdahale kapasitesine sahip olma amacıyla kurulduğu aşikar. ABD’nin, (bilinen) 172 ülkede 800’den fazla askeri üssü var. Rusya’nın 17 farklı ülkede, Çin’in ise sadece Cibuti’de askeri üssü mevcut.

Uçak gemilerinde ise ABD 11, Çin 2 ve Rusya 1 durumda. Ulusaşırı çıkarların korunması için mutlaka sahip olunması gereken bu gemiler, aynı zamanda gezici açık deniz hava üssü demek. Sayının az olması, korunacak ya da müdahale planınızın olduğu ulusaşırı çıkarlarınızın da az olması demek.

Kısaca, ABD’nin emperyalist dünyadaki hegemonyasıyla baş edebilecek bir gücün yakın ve orta vadede oluşması imkânsız. Ancak bu, Rusya ve Çin’in değişik biçimlerle birer “tehdit” olmadıkları anlamına gelmiyor. Avrupa’nın ABD’ye olan bağımlılığının Rusya tarafından azaltılmaya çalışılması, aynı zamanda Rusya’nın çevresindeki ülkelerle ilişkisini genişletmesi ve derinleştirmesi açıktır ki ABD için dizginlenmesi ve önlenmesi gereken bir “bölgesel proje”. Benzer biçimde Çin’in dünya ticaretindeki pozisyonu, konvansiyonel enerji kaynaklarına erişimi ve bölgesel ilişkilerini geliştirmesi de ABD için dizginlenmesi ve önlenmesi gereken bir “bölgesel proje”.[8]

Eşitler arası bir rekabet söz konusu değil! Oysa bize bir süredir pompalanan bilgi/yorum; dünyanın çok kutuplu hale geldiği, Çin’in ticarette, Rusya’nın silahta öne geçtiği. (Dünyanın kaosa sürüklendiği, kaosa sürükleyenlerin Rusya ve Çin olduğu, düzenleyici bir garantöre[9] olan ihtiyaç, v.s.)

Trump dönemini bir “anomali” olarak kabul edersek, Biden ile birlikte (en azından müdahalelere bakarak bile olsa) bir taktiksel aklın operasyonlara başladığını söyleyebiliriz. Ukrayna, Tayvan ve ABD Merkez Bankası’nın icraatları, bu müdahaleleri görülebilir kılmaya yeter, sanırım.

SAVAŞ MI BAHANE, BAHANE Mİ SAVAŞ?

Hatırlanacağı üzere, Rusya’nın sınırlarını daraltmayı amaçlayan “renkli devrimlerin”[10] bir kısmı başarılı, bir kısmı da başarısız olmuştu. Ukrayna ise jeopolitik öneme sahip en önemli yerde durdu, Rusya için. Avrupa’ya bağlanan doğal gaz vanası ve dili/dini aynı olan yüzölçümü (hak ettiğinden) büyük bir toprağa sahip ülke. Yani vazgeçilemez!

Hadi ABD’nin bu durumu özel olarak örgütlemediğini, Zelenski’nin operasyonel bir aparat olmadığını kabul edelim. Ve sonuçlardan yola çıkıp nereye ulaşıldığına bakalım.

Avrupa’da enerji merkezli bir krizin olmadığını iddia etmek saçma elbette. Ancak “enerji krizinin” kim tarafından, hangi amaçla çıkarıldığına bakmak gerek. Rusya’nın Avrupa’yı, Ukrayna işgalini kabul etmeye zorlamasının bir neden olduğu ya da Avrupa’nın Rusya’yı geri çekilmeye zorlamasının başka bir neden olduğu söylenebilir elbette. Ancak en önemli nedenlerden biri olarak, Avrupa’nın Rusya’dan aldığı doğalgazın fiyatını düşürmeye çalıştığını da görmek gerek. Şu anda Avrupa ülkelerinde gaz fiyatı Asya'nın iki, ABD'nin 10 katı düzeyinde imiş. Ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen "Rusya enerji piyasamızı manipüle ediyor. Ama bizim de ekonomik gücümüz, siyasi irademiz ve birlikteliğimizden gelen gücümüz var" diyor. Rusya'nın Almanya'ya giden Kuzey Akım 1 boru hattını kapatması, G-7'nin Rus petrol ihracatına fiyat limiti getirme kararına bir yanıt aslında. Avrupa, “tavan fiyat” istiyor.

Kısacası başta ABD ve destekçisi Avrupa ülkeleri, Ukrayna krizini fırsata çevirdiler. Hammadde maliyetinin azaltılması, kârın arttırılması gerekti. Ukrayna işgalinden 3 ay sonra, yani Mayıs 2022’de, Almanya Ekonomi Bakanlığı’nın yayımladığı bir rapor, Moskova’ya yönelik başta kömür ve petrol olmak üzere enerji alanındaki bağımlılığını önemli ölçüde düşürdüğünü ortaya koyuyordu zaten. Rapora göre Rus petrolüne olan bağımlılık yüzde 35’den yüzde 12’ye, Rus kömürüne olan bağımlılık ise yüzde 50’den yüzde 8’e düşürülmüştü. Rus doğal gazına olan bağımlılığı ise yüzde 55’den yüzde 35’e indi. Avrupa’da en çok etkilenen ülke olan Almanya’da bile durum o kadar “vahim” değildi, anlaşılan.

Oysa yaratılan “panik” çok büyük oldu. Çünkü bu politikanın meşruluğu için Avrupa halklarının desteğine ihtiyaç vardı. Her birey bu savaşı hissetmeli ve taraf olmalıydı. Üstelik dondurucu soğuklar geleceğini haber veriyordu meteoroloji. Alakalı alakasız herkes katıldı bu kampanyaya.

İtalya Başbakanı "Bütün yaz klimaların açık kalmasını mı barışı mı tercih edersiniz?" diyordu. Başbakan derse İtalya’nın Nobel fizik ödüllü Profesörü Giorgio Parisi boş durur mu? “Makarnanın, ocağı söndürdükten sonra da pişmeye devam edeceğini” bilimsel yolla kanıtladı. Enerjisinin yüzde 70’inden fazlasını nükleer santrallerinden sağlayan Fransa bile “tasarruf etmek” için Eyfel Kulesi’nin ışıklarını erken kapatmaya karar verdi. (Milyonlarca turist soracaktı; “neden ışıklar yanmıyor”. “Rusya yüzünden”.) Oysa Almanya Enerji Bakanlığı bile kendi ülkesinde alınacak tüm önlemlerin sadece yüzde 2 tasarruf sağlayabileceğini açıklıyordu.

İş, hızla Putin karşıtlığından Rusya karşılığına dönüştü. Yeri geldiğinde “spora siyaset karıştırılmasın” diye nutuk atanlar, bütün Rus sporcuların yarışmalardan men edilmesini bile alkışlar hale geldi. Kadınlar tenisçiler içinde dünyanın 1 numarası olan Polonyalı Swiatek bile, maçlara Ukrayna bayrağının renklerini taşıyan kurdele ile çıkmaya başladı.

Avrupa halkı kendi iktidarları tarafından taraf edilir de Rusya boş durur mu? Asker sayısı 1 milyonun (yedeklerle 2) üzerinde olan Rusya, seferberlik ilan etti. Tabii ki amaç asker ihtiyacı değildi, Rus halkının Putin’in arkasına dizilmesiydi.

SONUÇTA KİM KAYBETTİ, KİM KAZANIYOR?

Ukrayna’da savaş başladığı andan itibaren, tabii ki analiz kokan ama tuttuğu tarafa göre bilgileri sıralayan değerlendirmeler yapıldı/yapılıyor.[11]

- Rusya batağa saplandı. Öldürülen Rus askeri sayısı 50 bin, düşürülen uçak/helikopter, patlatılan tank... İşgal ettiği yerleri kaybetmeye başladı. Putin’in iktidarı sallanıyor, hatta içeride darbe bile planlıyorlar.

-Avrupa kaybetti. Enerji krizi, gıda krizi derken enflasyon patladı. Ülkeler sadece ekonomik değil, siyasi krize girdiler.

-ABD kaybetti. Ukrayna’yı koruyamadı, NATO üyesi yapamadı. Karşı bloğu, Rusya, Çin ve hatta İran’ı birleştirdi.

Bir de şu verilerle bakalım!

Rusya, savaşın sadece ilk 6 ayının sonunda petrol, gaz ve kömür ihracatından 158 milyar euro kazandı. Bu dönemde fosil yakıt fiyatlarının rekor seviyeye ulaşması Rusya'nın düşen ihracatına rağmen rekor kazanç elde etmesini sağladı.

Putin, 27 bin km²lik Kırım’dan sonra Donetsk, Luhansk, Herson Zaporijya'nın topraklarının da ilhakını resmen açıkladı. Seçmen desteğinin arttığını söylemeye gerek var mı?

Almanya, savunma bütçesini 100 milyar euro yapacağını açıkladı. Dikkat edilmesi gereken konu şu; Başbakan Scholz bunu, NATO'ya üye her ülkenin gayrısafi milli hasılasının (GSYİH) yüzde 2'sinin savunma giderlerine harcanması şartının gereği olarak açıkladı. Yani ABD’nin yıllardır, “Avrupa ülkeleri NATO’ya yeterli desteği vermiyor” yakınması artık zorla değil “gönüllü” olarak yerine getiriliyor. Ve Almanya’yı diğerleri de takip etmeye başladı.

Aslında savaşın aktörleri arasında kaybeden yok (en azından şimdilik). Hatta neredeyse hepsi kazanmış, hatta kazanımları katmerlenmiş durumda. Sadece siyasi iktidarlar değil, enerji, gıda, silah tekelleri asıl kazanan. Ve elbette finans kapital.

Kaybedenin kimler olduğunu söylemeye gerek var mı? Elbette halklar, yani çıkarları, egemenlerin çıkarları ile aynı olmayanlar…

Ancak asıl kaybedenleri de söylemek gerek! En çok kaybeden kendisi olduğu halde hala bu “kutuplar”dan birisine taraf olmaya çalışan halk(lar)… 

NOT: Yazı burada bitmeyecekti aslında ama çok uzadı. Dünyadaki ekonomik kriz, enflasyon, faizler ve asıl olarak dünya tarihinde görülmemiş boyuta ulaşan “sermaye birikimi” diye devam edecekti. Artık bir sonraki yazıya…

O yazı için birkaç not;

Tedarik zincirlerindeki kırılma dünya gıda krizini ve enflasyonu arttırıyor. ABD neden ülkesine mal getiren konteynerleri geri göndermiyor, o zaman?

Petrol mü az, yoksa rafineri mi?

Dünyada enflasyonun artışına, üretim birimi başına düşen emek maliyeti mi yoksa tekellerin fiyatlandırma marjı mı neden oluyor?

 

[1] Kapışma, uygun bir tanım olmayabilir ancak savaş demek de uygun gözükmüyor.

[2] Kelebek etkisi; "Amazonlardaki bir kelebeğin kanat çırpışı, ABD’de bir fırtına kopmasına neden olabilir" basitliğinde anlatılabilir. Bir diğer basit anlatımı; dt/dX​=p(YX), dt/dY=−XZ+rXY, dt/dZ=XYbZ. Yaygın bilinirliğinin aksine ismini; bir kelebeğin kanat çırparak yarattığı rüzgâr etkisinden değil, grafik modellemedeki şeklin “kelebeğe benzemesinden” almakta.

[3] Sovyetler Birliği’nin gerçek anlamda bir sosyalist devlet olup olmadığı tartışmasına girmeyeceğim, buradaki genel bir kabul.

[4] Yeni kavramlar üretme kısırlığı sadece sosyalistlere özgü değil, diğerleri de yeni ilişki biçimlerini tanımlarken eski kavramlara yeni içerikler yüklüyorlar. Belki de “kutup” kavramıyla sunmak, işlerine geliyordur.

[5] Çok sayıda ülkenin merkez bankalarının rezervlerinde ciddi tutarda dolar ve dolara bağlı ABD Hazine kâğıdı bulunuyor. Bu ülkeler arasında Japonya (1,3 trilyon dolar), Çin (1,1 trilyon dolar) ve İngiltere (609 milyar dolar) ilk üç sırada bulunuyor.

[6] Ne S-400 ne de nükleer santral. Ne zaman ki Rusya ödeme sistemine (MİR) giriş tehlikesi görüldü, ABD müdahalesi geldi. Ve Türk Bankaları tıpış tıpış MİR’den çıktı. Hatırlanacak olursa Saddam’ın da sonunu, dolarla petrol satmaktan vaz geçmesi getirmişti.

[7] Nükleer başlıklı füzeleri bir kenara bırakıyoruz. Çünkü onların kullanılması, apayrı bir dünya demek.

[8] Belirtmek gerekir ki Çin konusunda ABD’yi rahatsız eden en önemli proje; “Bir Kuşak, Bir yol” projesi.

[9] Hem düzenleyici hem garantör olmak kritik bir pozisyon. Çünkü ABD’nin dünya lideri olma pozisyonunu, en makul biçimde savunmaya çalışanlar, bu kavrama yaslanıyor; “ABD olmasa dünya kaosa sürüklenirdi”. Ama yine de bir emperyalist “akıl”, BM’nin daimi 5 üyesinin yer aldığı bir kurul oluşturmuş ve onlara veto hakkı vermiş, yani oy birliği şartı getirmiş, sigorta olarak. Bizdekinin sürekli “dünya 5’ten büyüktür” demesi, aslında sonuçlarını hesap etmediği bir kaosa yol açma popülizminden başka bir şey değil!

[10] Kadife, Buldozer, Gül, Lale, Kot, Üzüm ve Ukrayna’daki Turuncu.

[11] İlhan Uzgel elbette muaf.