Absürtvari bir kara anlatı: Despotun Taşrası
Mehmet Taşdemir'in romanı 'Despotun Taşrası', Öteki Yayınevi tarafından yayımlandı. Taşdemir, anlatmak istediklerini sezdirerek, göndermelerde bulunarak, saçmanın renklerine başvurarak anlatıyor.
Mehmet Nora
'Despotun Taşrası', ilk bakışta aşağılanmış bir insanın intikam romanı gibi gözükse de ki bir yönüyle böyledir, esasen günümüz Türkiye sisteminin toplumun ezici bir kesimi üzerine kabus gibi çöken siyasetinin, saçmanın da sınırlarını zorlayan biçimde absürtvari bir anlatımıdır. Kitaptaki hikâye, uzak bir taşra şehrinde geçer. Şehrin birinci dereceden yöneticisi, bütün yetkileri kendinde toplar. Bütün mahkeme başkanlıklarına, cami imamlıklarına, tiyatroya, okullara vs. kendini atar. Görevini devraldığı herkesi de bir vitrin gibi kullanmaktan da vazgeçmez. Bütün kurumların içini boşaltır. Şehrin, aynı zamanda mahkemenin tek mübaşirinin görevini bile kendisi üstlenir. Kıyıda köşede kendisinin üstlenmediği tek bir resmi görev bırakmaz. Kurumlar bir süre sonra kendi asli görevinin tam zıddı bir çehreye bürünür. Asıl işi ziraat olanlar, demir çelik bölümüne yerleştirilir. Mal müdürü tiyatro bölümüne kaydırılır, vergi memurları veterinerlik bölümüne alınır. Şehrin birinci dereceden yetkilisi, bütün bunları bir bahaneye sarılarak yapar. Bahane kendiliğinden ayağına gelmiştir.
Romanın başkahramanı Nadir Eşsiz, hayvan tüccarı Muratsızoğlu’ndan kendisini aşağıladığı için intikam almak istemektedir. İntikam için önce ‘balta mı, silah mı kullansam?’ diye düşünür ama bu düşüncesinden çabucak vazgeçer. Bir aşağılamaya karşılık böyle hunhar bir yöntemle intikam almanın kendisine yakışmayacağını ve zaten doğasının da buna uygun olmayacağını düşünür. Günlerce, haftalarca içinde tuttuğu hınç ve intikam duygusunu, birkaç yumrukla dindirebileceğine karar verir sonunda. Harekete geçmeden önce, Muratsızoğlu’na karşı içinden iyice motive olur. Muratsızoğlu’nun ne kadar kötü ve aşağılık biri olduğunu tekrarlayıp durur ancak intikam için harekete geçtiğinde şansı pek de iyi gitmez. Uzaktan benzetip, ilk saldırdığı kişi kalem müdürü çıkar. Neyse ki yumruklarının isabetsizliği yüzünden birkaç gün gözaltında tutulur ve serbest bırakılır. İkinci başarısız saldırı girişimi, şehrin başka bir hayvan tüccarı Adnan Taklacı’ya karşıdır. Onu da Muratsızoğlu’na benzetmiştir. Bir kez daha gözaltına alınır ve birkaç gün sonra şartlı bırakılır. Romanın başkahramanı Nadir Eşsiz, Adnan Taklacı’ya ikinci kez saldıracaktır. Yumrukları şans eseri bir kez daha isabetsiz olacaktır. Bu başarısız saldırılar bile şehirde bir kaos yaratmaya yetecektir. Sokakta yürüyen herkes arkasını kollayarak yürümeye başlayacaktır. Bu giderek bir salgına dönüşür. Bütün şehir geri geri yürür. Her şey kısa sürede kontrolden çıkar.
Şehrin birinci dereceden yetkilisi bu kaosu, bütün yetkileri kendinde toplayarak karşılar. Yetkili bir meydanda konuşma yapmadan önce, alkış komiteleri orada toplanan kalabalığı, yetkilinin nasıl alkışlanması gerektiğine dair hazırlar. Yetkiliyi alkışlamamak bile suçtur.
Bu arada romanın diğer önemli kahramanı Maydanoz Mikail ise şehrin kırk yıllık arzuhâlcisidir. Onu arzuhâlci yapan şey ise bir vicdan yarasıdır. Çocukken babası Mikail’e ayağı kırılan atlarını vurdurtmuştur. Mikail ‘atı öldürmeye götürdüğümde kimse onu savunmadı, beni engellemedi’ der. Atı savunma düşüncesi onu arzuhâlci yapmıştır. Ama şehirde, başta avukatlar olmak üzere kimse Mikail’i ciddiye almaz. Kendini savunamayacak insanların davalarını karşılık beklemeden kendince üstlenir. Ama yazdığı dilekçelerin hiçbiri asıl muhatabına, yani mahkemeye ulaşmaz. Ulaşan olsa da zaten işleme konulmaz. Uzun uzun yazdığı dilekçeler ya bir kebapçıda dürüm kağıdı olur, ya bir ev kadının alışveriş listesi olur ya da birinin ayakkabılarına altlık. Bütün bunları bildiği halde dilekçe yazmaktan vazgeçmez. Bir dilekçesinde öldürdüğü atı uzunca yazar Mikail. Kapılarındaki kargaya değin faili meçhul biçimde kaybolan bir aileyi de yine uzun bir dilekçe halinde yazar.
'Despotun Taşrası', bir kara anlatı diyebilirim. Çıplak bir politik roman değil. Anlatmak istediklerini sezdirerek, göndermelerde bulunarak, saçmanın renklerine başvurarak, mizahı da göze sokmayarak anlatmaya çalışan politik bir roman. Anlatının içine yerleştirdiğim ise incinmiş bir insanın bunaltmayan, bir parça da çıkış yolu gösteren hikâyesi diyeyim...