Acı dinginlikle örülü bir hikâye
Álvaro Mutis'in Yağmurlarla Gelen Ilona adlı romanı, Pınar Savaş'ın çevirisiyle, Yedi Yayınları tarafından yayımlandı.
Gabriel García Márquez, Álvaro Mutis’in pek çok romanının başkarakteri olan, gemilerde çalışan, karaya ayak bastığında ise ormanlarda ve doğada gezinen, buralardan türettiği hikâyeleri fırsat bulduğunda anlatan ve hepsini defterlerine kaydeden Maqroll el Gaviero için “hepimiz oluyor; bizim içimizde yaşayan ve bizde vücut bulan bir kişiliğe bürünüp ölümsüzleşiyor” demişti.
1986’da Tropik Güncesi’yle başlayan hikâyesinde Maqroll, bilinmezin dünyasına yol alıyor, buradan öyküler yakalıyor, tekdüzeliğe karşı çıkarken boğucu iklimlerde hem ruhunun karardığını hissediyor hem de hüzünleniyor. Denizci ve maceraperest Maqroll, “başımıza gelenlerin çoğunu unutuyoruz” deyip hatırlamak için günlük tutuyor.
Çoğu insanın “sefil” diye nitelediği bu yaşam, Maqroll’a göre hayli anlamlı; sıradan bir gezgin olarak heyecanlar arıyor, gerek denizde gerek ormanda karşılaştıklarıyla tecrübe kazanıyor. Bu anlarda kendisini yerleştirdiği aynanın karşısında, benliğini ve yaşamını sorguluyor.
![](https://i.gazeteduvar.com.tr/storage/files/images/2025/01/27/0002135117001-1-b860.jpg)
Dramatik ve lirik hikâyelerin anlatıcısı Maqroll, fizik ve metafizik arasında salınırken sorular ve yanıtların birbirini izlemesine özen gösteriyor. Geçmişin ve geleceğin, ruhunda pek ağırlığı bulunmayan, esas amacı şimdiyi zenginleştirmek olan bu maceraperest denizcinin serüvenleri Yağmurlarla Gelen Ilona’yla sürüyor. Mutis, gezgin ve özgür Maqroll’u bu kez umudunu yitirme aşamasına gelmiş, çalıştığı gemi Hansa Stern’e el konulmasından sonra kendini Panama City’de bulan, anlamsızlığın sığ sularında boğulmanın eşiğindeki biri olarak çıkarıyor karşımıza. Onu heyecanlandıransa eski dostu ve sevgilisi, tropik yağmurlarla yeniden hayatına giren Triesteli Ilona Grabowska. Tekrar buluşan ikili, Panama City’den kurtulup yeni bir yaşama adım atma planlarını hayata geçirmek üzereyken beklenmedik durumlarla ve insanın içine işlemiş kötülüklerle karşılaşıyor.
MUTLAK SORUMSUZLUK ŞEHRİNDE
Panama City’ye zar zor varan Hansa Stern’in mürettebatından Maqroll, önce limana, ardından kente ayak bastığında bir belirsizliğe ve umutsuzluğa adım atıyor âdeta. Gemide ve kaptanla yaşadıklarını hatırlıyor; fırtınalı havadan ve dalgalardan yer yer daha sarsıcı olaylara birlikte göğüs geriyor ikili yolculuk sırasında. İşler çıkmaza girdiğinde ise Maqroll nasıl davrandığını da anlatıyor: “Talihsizliklerin birbirini felaketle izlediği böyle dönemlere aşkın bir metafizik anlam yüklemeyi asla düşünmemişimdir. İnsanların şanssızlık adını verdiği, hareketine ve yönelimine bizim hiçbir katkımız olmadan alın yazımızın karar verdiği bir şeye hiç inanmam. Bence dışsal, bizden uzak, belirli bir düzen vardır ve kararlarımızı, eylemlerimizi ters etkiler ama bunun dünyayla ve varlıklarıyla ilişkimizi etkilemesi söz konusu değildir. Üzerime böyle bir kör talih çöktüğü zaman barlardaki tanışlarımın, o sırada yarenlik ettiğim kişilerin, randevuevlerinin bilge ve sakin madamlarının eşliğinin tadını çıkarmaya devam ederim; gezegenin her köşesine dağılmış, birbirimizi anladığımız ve saygı duyduğum dünyanın çeşitli köşelerindeki saygı duyduğum arkadaşlarımla Batı’nın büyük hanedanlıkları ve onların açık siyasi niyetlerle ayarlanan ama sonra yüzyıllarca tüm tarihi değiştiren ölümcül evliliklerle damgalanmış kaderleri hakkında konuşurum.”
Yolculukların sonunda, karaya çıkmalarına beş kala içini kaplayan huzursuzluğun ve korkunun bu sefer daha şiddetlisini hissediyor Maqroll. Çünkü tekrar denize ne zaman açılacağı ve Panama City’den ne zaman ayrılacağı belli değil. Üstelik arkadaşı Wito’nun ölümüyle enikonu ağırlaşan hava canını biraz daha sıkıyor.
Maqroll’un defalarca geldiği, çok uzun süre kalmadığı ve “mutlak sorumsuzluk izlenimi uyandırıyor” dediği Panama City’de pek kimseyi tanımaması ve tanıdıklarının da kendisinde iz bırakmaması tedirginliğini artırıyor.
Yıllarca denizlerde ve ormanlarda seyahat eden Maqroll, bu kez sıkışıp kaldığı Panama City’de zorunlu bir keşif harekâtına girişiyor: “Bir geçiş yeriydi burası ve gelip gidenler için iz bırakmayan şehirlerin cazibesine sahipti, kendisini tanımlayacak gizli bir ruhu yoktu, gelip geçenin şehirlere yaşam veren o kendine özgü rutini yöneten tuhaf kurallara uyması için bir çaba göstermesi gerekmiyordu.”
Bir yanıyla hayli durağan ve atıl, diğer yanıyla kayıt dışı bir finans merkezi olan şehirde, en yıkık dökük ve en lüks yerleri gezen Maqroll, çalıntı eşya satacağı bir iş ayarlıyor kendine, böylece biraz olsun ayakta kalmasını sağlayacak bir çözüm bulduğu sırada, aniden bastıran yağmurlarla birlikte eski aşkı Ilona’ya denk geliyor.
AĞLARINI ÖREN HAYAT
Maqroll, geçip gidilmesi ve asla demir atılmaması gereken Panama City’de Ilona’yla karşılaştığında kaygılanıyor fakat ikili, küllenmiş bir sevdayı yeniden alevlendiriyor. Mutis, bu karşılaşmayı denizde hızla gelişen bir fırtına misali betimliyor.
Maqroll, geçmişte eski bir dostuyla aşk yaşayan Ilona’yı betimlerken onun Napoli-Triesteli köklerini, kendisinde iz bırakan havasını ve ailesinin kuzey ve doğu Avrupalılığını hatırlıyor. Araya giren ve görüşmelerini engelleyen yılları da… Ardından, bu senelerde Ilona’nın neler yaşadığını dinliyor.
Yağmurla gelen ve iyi talih getirdiğine inandığı Ilona’yla karşılaşmasının kendisini felaketlerden ve Panama City’den kurtaracağını düşünüyor Maqroll. Böylece ikili şehirden kârla kurtulmak için çeşitli yollar aramaya koyuluyor. Maqroll, bu sürece “radikal bir çözüm ihtiyacı” diyor; yasa dışı olsa da şehrin ruhuna uygun, işin içinde sahte hosteslerin, otellerde çalışan barmenlerin ve kapı görevlilerinin, devlet memurlarına ödenecek rüşvetin de bulunduğu bir çözüm…
Söz konusu operasyon, iştahını kabarttığı gibi işler iyi giderse ucu açık bir süre Panama City’de kalma zorunluluğu doğuracağı için Maqroll’u endişelendiriyor.
Ilona’nın ve Maqroll’un ayrıntılı ve şehirden zengin olarak ayrılma planı bir yanda, onlar farkında değilken atılan zarlar yani Mutis’in “kader” diye tarif ettiği, ağlarını ören hayat diğer yanda yer alıyor. Daha doğrusu, Ilona’nın ve Maqroll’un başına iş açacak, oyun içinde oyun kurgulayan kişiler…
Mutis, varlığın ve yokluğun, umudun ve umutsuzluğun, sıkışmışlığın ve kaçıp gitme ihtimalinin hikâyesini anlatıyor. Romanın iki karakteri, bu sınırlarda geziniyor, mutlak yokluğun ve sonun ıstırabını hissediyor. Özellikle de Maqroll; sekteye uğrayan planlarının ardından şöyle diyor: “Ölümün yok ettiği, yakınlarımız, hayatımızın ta kendisi olan varlıklar değildir. Ölümün sonsuza dek alıp götürdüğü şey, onların anılarıdır; yok olana kadar bulanıklaşan, solan imgeleridir ve o zaman biz de ölmeye başlarız.”
Mutis’in başarısı, Maqroll’un bu sözlerinin karşılık geldiği noktada ortaya çıkıyor: İnsanın göğsüne bir yumruk gibi inen, ana yola çıkan patikalarla, fırtınayla ve sonrasındaki acı dinginlikle örülü bir hikâye…