Ada rekabeti Ada ruhuyla oynandı
İskoçlar isyan etti, İngilizler isyanı bastırmaya çalıştı. İskoçlar baş kaldırdı İngilizler o dillere destan soğukkanlılıklarını kaybetti... Sonuçta orta çağdan kalma muhteşem düelloya dönüştü maç...
İngiltere - İskoçya maçını izlerken, Klopp ya da Guardiola’nın bu adada hiç şampiyonluk yaşamadığını sandım. Bielsa’nın Ada'ya hiç adım atmadığı hissine kapıldım. Tuchel’den Benitez’e bir dizi futbol düşünür ve eylemcisinin Ada'da sahne almadığına yemin edebilirdim. Hakemin düdüğüyle başlayan maç, 1876 yılında nasıl oynanmaya başlamışsa, bugün de kaldığı yerden aynı şekilde devam etti. Orta sahayı baypas eden düz, öne doğru, dikine oyun. Vur topa ve bütün gücünle koş. Oyun ve maçın talebi ne olursa olsun, topu kanatlara taşı ve ceza sahasına indir.
Şiddetli rekabet iki takımı da özüne, onları var eden asıl kimliğe sığınmaya zorladı ve her iki takım da muhteşem bir duygusallıkla özünü savundu. Kim ne derse desin maç öncesi, hazırlanan taktik planlar, hiç itibar görmedi. Özellikle de İskoçların ortaya koyduğu duygusal karakter, kelimenin tam anlamıyla maçın kişiliğini belirledi. Ve açıkça söylemeliyim ki ben uzun zamandır bu kadar kişilikli bir maç izlemedim.
İskoçlar isyan etti, İngilizler isyanı bastırmaya çalıştı. İskoçlar baş kaldırdı İngilizler o dillere destan soğukkanlılıklarını kaybetti. İskoçlar, bütün güçleriyle oyunu kişiselleştirerek, İngilizlerin de kişisel tavır almalarını sağladı. Sonuçta orta çağdan kalma muhteşem bir düelloya dönüştü maç. Şövalyeler çarpıştı, taktik ve strateji buharlaştı. İki takım da kendini riske etmeden rakibin karşısına çıkamadı. Sanki tüfek icat edilmemiş ve mertlik bozulmamıştı.
Futbol oyun prensipleri yerine, sahada sahnelenen oyun, kültürel göndermelerle kodlanmıştı. Tarih içinde şekillenen ulusal karakter, ulusun kimliğini temsil ederek, onu var eden ve diğerinden ayrıştıran kültür farklılığı muazzam bir iştahla, bütün anlara taşıyarak, kendi varlığıyla adeta onurlandığını ispat etti. İskoç takımı için maçın anlamı buydu. İngilizler de bu anlama saygı duyup, onlardan geri kalmadıklarını, onlara eşlik ederek, saygıyı hak ettiklerini teslim ettiler.
Anlatmaya çalıştığım ruhani anlam, maça damgasını vurdu ve bir turnuva maçı olmaktan çıkıp, yüz yılların biricik rekabetine dönüştü. Tekniği konuşmak anlamsızlaştı çünkü bu tempoya ayak uyduracak bir teknik henüz icat edilmedi. Taktiği konuşmak anlamsız, çünkü kişiselleşen maç, bedenleri hiç test edilmedikleri aşrı uçlarda test etti. Aklın yerini bedenin gücü aldı. Her şey o anda bedenin olağanüstü eforuyla çözülmeye çalışıldı.
Tek strateji vardı; o da yenilmemek. İki takım da insanüstü bir gayretle bu stratejinin meyvesini toplamak için inanılmaz çaba içine girdi.
Hem sahanın için de hem de sahanın dışında egemen tek ruh, isyan etmek, teslim olmamak ve yenilmemekti. Ekranlara yansıyan taraftar suretlerinde bunu okumak çok kolaydı, çünkü ruh hali tamı tamına böyleydi.