Adalar’ın 150 yıllık sakini atlara bir vefa borcu: Kolektif Ahır

Adalar’ın ekosisteminin ve kültürel mirasının bir parçası olan atların, bölgenin diğer sakinleriyle beraber yaşamaya devam etmesi için bir ahır modeli oluşturuldu. Kolektif Ahır ismi verilen proje, 150 yıldır Adalar’da yaşayan atlara bir vefa borcu olarak hazırlandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Dünya Mirası Adalar Girişimi’nin de destek verdiği ahır projesi, Prens Adaları’nın her birinde atlarla insanların birlikte yaşayacağı kamusal alanların oluşturulmasını öngörüyor. Ruam karantinasının yıldönümü sebebiyle bir açıklama yayımlayan girişim, Adalar’ın insanlarla hayvanların beraber yaşadığı bir coğrafya olduğunu vurguluyor. Faytonların kaldırılması ve atların sahiplendirilmesi süreciyle atların Adalar’daki yaşam alanlarından gönderildiğini belirten açıklamada, şu ifadelere yer veriliyor: “Önce eşeklerimiz yok edildi, şimdi atlarımız! Artık hiçbirini yaşam alanlarımızda göremiyoruz. Üstelik bunların hepsi ‘Atlar özgür olacak’ denilerek bir günde gerçekleşti, distopik bir roman gibi.”

Dünya Mirası Adalar Girişimi’nin yanı sıra çok sayıda Adalı inisiyatif atların, Adalar’da kalması için çözüm arıyor. İnisiyatiflerin ortaklaştığı çözümlerin başında atların sağlıklı koşullarda barınabileceği, sürdürülebilir ahırların inşa edilmesi geliyor. Mimar Sera Tolgay ve Daniel Marshall tarafından gönüllü olarak hazırlanan Kolektif Ahır projesi de bu amaç doğrultusunda tasarlanmış.

Burgazada’nın kızıl çam ormanlarındaki açıklıkta konuşlanan Kolektif Ahır projesi, Prens Adaları’nın farklı bölgelerine de uyarlanabiliyor. Ada sakinlerinin toplanabileceği bir sosyal mekan olarak da tasarlanan ahır binasına, çay odası ve kütüphanenin bulunduğu ikiz bir yapı eşlik ediyor. Bu iki binanın ortasında ise açık havada zaman geçirmek isteyenler için bir toplanma alanı yer alıyor. Her at için en az 9 metrekare barınma alanı sağlayan tasarım, çam ormanında belli bir bölgede, atların serbestçe dolaşmalarına da imkan veriyor.

Projenin detaylarını iklim krizi, ekolojik restorasyon, doğal altyapı, çevre planlama ve kentsel tasarım projelerini disiplinlerarası metodlar ile çalışan mimar ve şehir plancısı Sera Tolgay ile konuştuk.

Üzerinde çalıştığınız doğa ile tasarım akımı nedir ve neden önemlidir?

Aslında doğa ile tasarım elli yıllık geçmişi olan, planlamada ekolojik tasarımın temellerini atan Ian McHarg’ın 1969 yılında yayımladığı kitabıyla yaygınlaşan bir tasarım akımı. Ama günümüzde doğa ile tasarım, özellikle iklim krizi ve hızlı şehirleşme sürecinin beraberinde getirdiği pek çok altyapısal, çevresel ve sosyal sorunlar ile başka bir boyuta ve önceliğe geçmiş durumda. Günümüzde dünyanın farklı yerlerinde şahsen çalıştığım pek çok kentsel tasarım ve master plan projelerinde, önümüzdeki 50 ile 100 sene içerisinde gerçekleşebilecek iklim senaryolarını ve su seviyelerinin değişimini göz önünde bulundurmamız isteniyor.

Bu değişimleri göz önünde bulundurmak için disiplinlerarası bir çalışma gerekiyor değil mi?

Alışık olduğumuz gri altyapı projelerinin yeni nesil doğal ve yaşayan altyapı sistemlerine göre hem daha pahalı hem de değişen koşullara daha zor adapte olacağını görüyoruz. Bu yüzden projelerimizde inşaat, ulaşım, kıyı ve liman mühendislerinin yanı sıra ekonomist, biyolog, jeolog, ekolojist ve peyzaj mimarları ile de disiplinlerarası bir şekilde çalışıyoruz. Edindiğimiz tecrübeler doğal sistemlerin sürekli değişim içerisinde olduğunu ve geleceğin kentlerinin de bu değişimlere ayak uydurabilecek esnek ve yapıcı sistemler üzerine kurulması gerektiğini gösteriyor.

Bir mimar ve şehir plancısı olarak Prens Adaları’na baktığınızda, atların Adalar’da nasıl bir yeri var?

Atlar Adalar’a 19. yüzyıl sonrasında gelmiş olsa da, bu süre içerisinde Adalar’ın kültürel peyzajının bir parçası haline geldi. Belki Türkiye’de araçlı trafiğin olmadığı tek yer olan Adalar, bizim doğa ve diğer canlılar ile farklı bir ilişki kurduğumuz bir yer. Özellikle son 10 ila 20 sene içerisinde dünyanın en hızlı büyüyen metropollerinden olan İstanbul’un gürültüsüne, trafiğine ve hızına karşılık Prens Adaları özgürlüğün, sakinliğin ve doğa ile daha yakın bir ilişkinin var olduğu özel bir konuma sahip. Adalar bize, hem yaşayanlara hem de ziyaret edenlere, bir yandan İstanbul’un karşı karşıya olduğu kentsel sorunları yeniden yorumlama ve farklı alternatifler üretme olasılığı da sunuyor.

‘ATLARLA KURULAN DUYGUSAL BAĞ TARİHSEL’

Adalar’ı doğayla ve diğer canlılarla farklı bir ilişki kurduğumuz bir yer olarak tanımladınız. Bu ilişki atlar açısından nasıl yorumlanabilir?

2019 İstanbul Bienali için düzenlediğimiz “Adaların Sesleri” paralel etkinliğinde bu ilişkiyi pek çok farklı deneyimi olan katılımcılarla gözden geçirmiştik. Aralarında balıkçıların, orman profesörlerinin, bal üreticilerinin, deniz biyologlarının ve mimarların olduğu yuvarlak masada atçılık ile uğraşan Adalılar da vardı. Atlarını bir aile ferdi olarak gördüklerinden, hepsinin bir isminin olduğundan ve beraber yaşadıklarından bahsettiler. Bence bu kurulan duygusal bağ da tarihsel ve kültürel bağlar kadar önemli, Adalıların çoğu hayvan sever ve doğa ile birlikte yaşamayı çok değerli buluyorlar. Birçok yönden Adalar geçmiş bir İstanbul’u yansıtsa da, aynı zamanda gelecek hakkında düşünebileceğimiz; doğa ve diğer canlılar ile olan ilişkimizi farklı bir şekilde inşa edebileceğimiz ve sürdürebileceğimiz eşsiz bir coğrafya. Atlar da bu özel coğrafyanın önemli bir parçası.

Adalar’da faytonların kaldırılması ve atların sahiplendirilmesi sürecinde, yerel katılım ilkesinin göz ardı edildiği eleştirisi yapılıyor. Bu eleştiriye katılıyor musunuz?

Adalar’daki gelişmeleri uzaktan takip edebildiğim için sürecin detaylarına aşina değilim. Ama genel olarak katılım sürecinde önemli bir sorun yapılan katılım çalışmaları ile hayata geçirilen ve alınan kararlar arasında büyük bir uyuşmazlık olması. Bu sebeple doğal olarak sürecin biraz daha göstermelik olduğuna dair pek çok eleştiri oldu. Daha önce katılım süreçlerini organize eden bir şehir plancısı olarak şeffaflığın, veriye dayanarak karar almanın ve istikrarlılığın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında Adalar’daki iki temel sorun yoğun turizm sebebiyle gelişen, denetimsiz bir şekilde büyüyen ve atların sağlığını da tehlikeye atmaya başlayan bir ulaşım sistemiydi. İBB, Tarım ve Orman Bakanlığı ve İlçe Belediyesi koordinasyon kurarak bu temel problemleri ortaklaşa çözebilirlerdi. Ama süreç içerisinde faytonlar siyasi bir araca dönüşmüş oldu. Atların Adalar’daki yeri hakkında tutarsız kararlar beyan edildi ve bazılarından geri dönüldü. Katılım sürecinde tutulmayacak vaatlerin verilmesini yanlış ve sürece olan güveni zedeleyici buluyorum. Bu yüzden Adalar’ın geleceği hakkında pek çok Adalının hissettiği kaygıyı paylaşıyorum.

‘KUTUPLAŞMAYA ALTERNATİF YAPICI BİR PROJE ORTAYA ÇIKARMAK İSTEDİK’

İnsanların atlarla aynı alanı paylaşabileceği Kolektif Ahır projesini tasarlarken temel motivasyonunuz neydi?

Proje aslında organik bir süreç izledi, at sahibi ailelerin barınaklarının yıkılma tehlikesi olduğunu duyduğumuzda tasarımcılar olarak pozitif bir yaklaşımla, gelinen duruma bir katkıda bulunmak istedik. Özellikle gelinen politik durumdaki kutuplaşmaya bir alternatif olarak daha yapıcı bir proje ortaya çıkarmak istedik. Küçük sayılarla başlayarak çok fazla maliyeti olmadan kamuya açık bir şekilde atların barınabileceği bir mekanın yaratılabileceğine inanıyoruz. Proje hâlâ gelişmekte, Adalıların ihtiyaçlarına göre şekilleniyor.

Kolektif Ahır, Burgazada’da yer alacak şekilde tasarlandı. Aynı projeyi diğer adalar için uygulamak mümkün olacak mı?

Evet, projeyi 4 metreye 4 metre olacak şekilde modüler olarak tasarladık. Farklı arazi koşullarına ve barınması gereken at sayısına göre kolaylıkla değişebilen esnek bir tasarım yapmak istedik.

Atlar için tasarlanan 9 metrekarelik bölme, içinde neleri barındırıyor? Atlar, burada hangi koşullarda yaşayacak?

Bildiğiniz gibi Büyükada’da olan barınaklardaki en büyük sorun birçok atın sınırlı bir alanda barınıyor olmasıydı. Böyle bir ortamda ruam hastalığının yayılması gibi ciddi bir risk de oluştu. Bu sebeple ahır ince ve uzun bir tasarımla hem dilendiği zaman doğal ışığın girebileceği ve daha da önemlisi doğal hava akışının bölmelere rahatlıkla girebileceği bir şekilde tasarlandı. Aynı zamanda ahırı, at başına en az 9 metrekare olacak şekilde tasarladık. Tasarıma başlamadan önce yaptığımız araştırmalardan, konuştuğumuz uzmanlardan atların sosyal canlılar olduğunu ve özellikle annelerin ve tayların beraber bir bölmede barınmalarının daha iyi olacağını da öğrendik. Daha yetişkin aygırların da kendi başlarına olabileceği bir bölmede olmalarının önemli olduğunu göz önünde bulundurduk.   

Kolektif Ahır projesi belediye, kaymakamlık gibi kurumlarla paylaşıldı mı?

Projeyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki plancılarla paylaştık. Şu anda maliyeti üzerine çalışıyoruz ve projenin hayata geçirilebilmesi için fizibilite çalışmaları yürütüyoruz. Bu süreçte belediye ile iletişimdeyiz. Kolektif ve kamuya açık bir proje olacağı için hem belediyenin geri bildirimleri hem de Ada sakinlerinin ilgisi ve desteği projenin hayata geçebilmesi için çok önemli.