Adalet Beklentisi-3: Oğlum ölmüş, geri gelmez ama sonrasında olanlar da travma

Gezi’de öldürülen Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan, 7 yıl geçmesine rağmen soruşturulma izni verilmeyen süreci şöyle anlatıyor: “Benim oğlum gitmiş, geri gelmeyecek ama sonrasında olanlar da travma. Kaç savcı değişti hatırlamıyorum. Benden ve eşimden DNA testi istediler. Verdik. Gaz kapsülleri üzerindeki kanın oğluma ait olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen soruşturulma açılması yine reddedildi. Yine ‘delil yetersizliği’ denildi. Oğlumun kanı çıkmış. Kanı… Ne diyeyim?”

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Barikatlarda biber gazından korunmaya çalışırken bir bakıyorsun yukardan çekyat atılıyor. Çamaşır makinesi atılıyor. İnsan onu gördüğünde tüyleri diken diken oluyor. Korkmuyorsun hiçbir şeyden. Arkanda halkın olduğunu bildiğin sürece, o dayanışmayı gördüğünde hiçbir şeyden korkmuyorsun. Ne olursa olsun korkmuyorsun… Abdullah’ı, Ali İsmail’i kaybettik. Öfkemiz bin kat arttı.”

 Bir belgesel için Gezi direnişini anlatan 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın sözleri bunlar. Söz oyunu değil kelimenin tam anlamıyla gözleri parlayan bir genç söylüyor bunları. Yaş alanlar, yaş aldıkça hayata mesafe alanlar için belki fazla militan, belki fazla romantik, kanunsuz. Bir kere hâlen halka olan inanç var. Her şeyin somut görüldüğü, kimi kavramlara sıkıca sarılındığı, dünyanın daha yeni yeni tanındığı zamanlar.

Emsal hanımla konuşuyoruz. Ahmet’in annesi Emsal Atakan. “Oğlum diye demiyorum. Gerçekten…” diyor. “Ahmet… İnsanları severdi. Sadece bizde değil, mahallede yıllardır yas var. Mahallesini, komşularını, arkadaşlarını, akrabalarını severdi. Çok duyarlı bir çocuktu. Yaşlılarla saatlerce oturup sohbet ederdi, dinlerdi. Şimdiki gençlere bakıyorsun, yaşlılarla kimse oturmuyor. Bir de çok çalışkan bir gençti. İnşaatta çalıştı, döşemeci koltukta, bahçede… Ne yapacaksam yapayım hep Ahmet’e söylerdim.”

Emsal Atakan oğlunun katillerinin cezalandırılması için yıllardır hukuk mücadelesi veriyor. 

Ahmet Atakan, 10 Eylül 2013 tarihinde Hatay’ın Armutlu Mahallesi’nde polisin attığı gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu çatıdan düşerek öldü. Aynı gün yerel medyada çatıdan düşme görüntüleri verildi. Failin ya da faillerin aklanması için halihazırda şartlar uygundu. Olay akşamında orada üç akrep aracı olması sebebiyle 7 sanığın ismi kayıtlara geçti fakat bunca yıl geçmesine rağmen soruşturma izni olmadığı için yargılama aşamasına hiç gelinemedi.

Atakan’ın avukatlarından Hatice Can, İnsan Hakları Derneği kurucularından. Can’la sadece Ahmet Atakan’ı değil Gezi’de öldürülen Berkin’i, Ali İsmail’i, Abdullah Cömert’i de konuşuyoruz ki kendisi Abdullah Cömert’in de avukatlarından. Yaklaşık 45 yıldır avukatlık yapan, 12 Eylül’de tutuklanan, o dönemi anlatırken “hatırlamak dahi istemediğim” diyen biriyle konuşurken ister istemez mukayese etmesi isteniyor; neredeyiz, nereye gidiyoruz sorusunun hep akılda olmasından.

 “Filizcim, kaçlısın? (…) Şöyle anlatayım. 12 Mart’ı yaşadım. 12 Eylül askeri darbesini… Tutuklandım. Sıkıyönetim ve sonra, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde davalara katıldım, savunmalar yaptım. O dönemler için yazılanların, söylenilenlerin binbir katı yaşandı. Her bir bölgede kadınlara, erkeklere farklı işkence türleri yarattılar. İnan mahkeme aşamasına gelene kadar yaşatılanları anlatamam ama şunu söylemeliyim. Bunlara rağmen o dönem Askeri Yargıtay’ın verdiği çok önemli kararlar oldu. Yani şunu söylemek istiyorum. Bu son dönem kadar, yargının siyasallaştığı ve muhalifleri ‘susturma aracı’ olduğu bir dönem görmedim. Okmeydanı, Armutlu… Haklısın… Örneğin sanık, mağdur profilleri dikkatimizi çekmezdi. Hiçbirinde damga yoktu. Devrimciydi hepsi. Hiçbirinin etnik kökenini bilmezdik bile. Yine o dönemde cezaevinde olan ataşe çocukları müvekkillerim vardı. Yani yüksek gelirli, görece rahat yaşama ihtimali olan müvekkillerim vardı. Çok sayıda örnek verebilirim. Şimdi tam tersi. Ölülerimiz yoksullaştı. Ali İsmail Korkmaz’ın yattığı mezarlıkta Yusuf Kutlu var. Ölüm orucunda öldü. Müvekkilimdi. Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan aynı bölgede öldürüldüler. Başka bir şey var artık.”

Ahmet Atakan’ın öldürülmesine ilişkin yargılama sürecine gelene kadar katedilen bir aşama neredeyse yok. “2014 yılında soruşturma izni verilmemesi kesinleşmişti” diyor Can. “Yeni delil gelmesiyle savcı, soruşturma izni istedi.” Fakat…

“Olay yerinden elde edilen gaz bombaları üzerinde DNA incelemesi yapıldı. 4 adet gaz bombasının üzerindeki kan örneklerindeki DNA profili yüzde 99.99 olasılıkla Ahmet Atakan’ın anne ve babası Ali Atakan ile Emsal Atakan’a ait olduğu sonucuna ulaşıldı. Yani gaz bombalarındaki kanın Ahmet Atakan’a ait olduğu kesinleşti. Bunun üzerine Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı, Hatay Valiliği’nden olay yerinde bulunan 7 polis hakkında soruşturma izni istedi. Ancak Valilik, söz konusu raporun ispat niteliği taşımadığını ileri sürerek polisler hakkında soruşturma izni vermedi. İnanır mısın? ‘Delil niteliğinde olabilecek sarih bilgiler içermemesi’ karşılığında soruşturma izni verilmedi.”

 “Yerel medyada hemen hemen olay günü çatıdan düşme görüntüleri servis edildi. Çatıdan düşerek öldüğü anlatıldı ama ön otopsi dediğimiz, ölü muayene zaptında da Adana Adli Tıp’ta da ve son olarak İstanbul’dan gelen adli tıp raporunda vücutta çok sayıda kemik kırığının olduğunu, bu kırıkların düşme ile uyumlu olduğunu ancak düşme öncesi bir travmaya maruz kalıp, kalmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade ediyor. Kafada künt bir yara var. O künt yara gaz kapsülüyle uyumlu. O raporların hepsini uzmanlar inceledi. Tüm görgü tanıkları Atakan’ın polis akrep aracından atılan kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaralandığını beyan etmiş. Tüm bunlar bize ne söylüyor? Ölüm nedenini yargının çözmesi gerekir. Bunlara kalmadan kamu davası açılması gerekirdi. Israrla söylediğim; ölümle sonuçlanan bir olayda soruşturma izni bile istenmemesi gerekirdi.”

 Gelinen süreçte Hatice Can, dava açılması için valiliğin ret kararını Adana Bölge İdare Mahkemesi’ne taşıdı.

7 yıl üzerine bu aşamaya gelinmesi, daha yeni gaz bombaları üzerindeki kanın tespit edilmesi… Nasıl yol alınamadı? “Bazı şeyleri anlatamıyorum” diyor Can ve anlatabildiği kadarını paylaşıyor:

“Böyle davalarda onlarca avukat vekalet alır. Bu avukatlar kendi içinde organize olup dosyayı didik didik etmezse çok avukat hiç avukat anlamına gelir. Birden çok vekalet vardı dosyada. İşkenceden başlayın yargısız infazlara kadar konusu, sanığı, şüphelisi kamu görevlileri olunca ne yazık ki kendiliğinden yürümüyor bu davalar. Özel çaba istiyor. Sabır istiyor. İğneyle kuyu kazar gibi… Bu tür davalarda cezasızlığa karşı koşturmalar, verilen emekler, saatlerce dosyayı incelemeler çok ciddi bir mücadeleye dönüşüyor.”

 ***

Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan “7 yıldır bekliyoruz” diyor. “8. yıla girdik.” Sanıkların ismini biliyor. “Yazıyor isimleri” diyor.

 “Evladımı, hayatımı, canımı, ruhumu kaybetmişim. Tarif edilmeyecek bir acı bu. O akşam nasıl haber geldi? Akşam yemeğini birlikte yedik. Anne, duş alıp, düğüne gideceğim, dedi. Mahallede düğün vardı. Samimi arkadaşının düğünüydü. Sen de gel, demişti. Kendimi iyi hissetmiyorum bu akşam dedim. Canım sıkkındı ama neden bilmiyorum; üzerimde ağır bir yük vardı. Normalde oğlumla her yere giderdim. Düğünlere olsun, mitinglere, panellere, konsere, halı saha maçlarına bile giderdim ama o gün gitmek istemedim. Sonra o akşam telefon geldi bizim eve. Ahmet Atakan’ın nesi oluyorsunuz diye sordu. Annesiyim, dedim. ‘Ahmet ayağından vuruldu’ denildi, telefon yüzüme kapandı. Tekrar aradım o numarayı. Çalıyor, çalıyor baktım açmadı. Diğer oğlumu Ahmet’in arkadaşı aradı. Ona da ayağından vuruldu denildi. Hastaneye geldiğimizde Ahmet’i ambulansla başka hastaneye götürüyorlardı. Önce özel hastaneye getirmişler. Kalp mesajı yapan cihaz hastanede yoktu. Devlet hastanesine giderken can verdi. Yok. Yaşama şansı hiç yoktu dedi doktorlar. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Hayatımda hiç unutamayacağım şey, hastaneye girmeye çalıştığımızda insanlar yolu açın derken, polis önümüzü kesti. Yolumuzu açmayıp, benim olduğum araca gaz atmaya başladılar. Hiç unutmam. Hiç… Hastaneye gelen insanlara gaz bombaları atıldı. Hastanenin içine kadar gazla boğdular her yeri. En son morgda gördüm oğlumu. Çok hatırlamıyorum. Sakinleştirici iğneler yaptılar. O halde gaz da yedim.”

“Benim oğlum gitmiş, geri gelmeyecek ama sonrasında olanlar da travma. Savcılar değişti. Kaç savcı değişti hatırlamıyorum. Benden ve eşimden DNA testi istediler. Verdik. Gaz kapsülleri üzerindeki kanın oğluma ait olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen soruşturulma açılması yine reddedildi. Yine ‘delil yetersizliği’ denildi. Oğlumun kanı çıkmış. Kanı… Ne diyeyim? Ben buna daha çok yandım. Benim artık tek istediğim adalet yerini bulsun. Hiçbir zaman ümidimi kesmedim. Şunu herkes bilsin: Adaletin önünü kesenlere de bir gün adalet lazım olacak. Her şeye rağmen ayakta, dik durmaya çalışıyorum. Ahmet de böyle isterdi; ruhunu biliyorum. Üç şeyi unutma derdi. Delikanlı olacaksın, vicdanlı olacaksın ve cesur olacaksın.”

“Bütün Türkiye’de Gezi direnişi vardı. Ahmet de o eylemlerdeydi. Abdullah Cömert için, Ali İsmail Korkmaz, Berkin için Ethem için…  Bu düzene, haksızlığa karşı asla boyun eğmiyordu. Ben de katılıyordum, gidiyordum eylemlere. Oğlum diye demiyorum. Gerçekten… Ahmet… İnsanları severdi. Sadece bizde değil, mahallede yıllardır yas var. Mahallesini, komşularını, arkadaşlarını, akrabalarını severdi. Çok duyarlı bir çocuktu. Yaşlılarla saatlerce oturup sohbet ederdi, dinlerdi. Şimdiki gençlere bakıyorsun, yaşlılarla kimse oturmuyor. Bir de çok çalışkan bir gençti. İnşaatta çalıştı, döşemeci koltukta, bahçede…  Ne yapacaksam yapayım hep Ahmet’e söylerdim.”

 “O süreçlerde milyonlar akıp geldi acımızı paylaşmak için şimdi bir bakıyorsun yanımızda iki üç kişi yok. Baskı psikolojisi var. Biliyorsun, ortalık farklı şimdi. Bazılarını korku sarmış, bazıları da şov yapmak için gelmişler. Sanıklarla yüz yüze gelmek… İsimlerini biliyorum. Yazıyor isimleri. Hep korktum. O psikolojiyle nasıl baş ederim bilmiyorum. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Berkin Elvan’ın duruşmalarına katıldım. Hiç unutmuyorum. Ethem Sarısülük’ü öldüren polis karşımıza getirildi. Peruk takmıştı. Ali İsmail’in katillerine jilet gibi takım elbise giydirmişlerdi. Çok büyük bir acı, çok.”

Ahmet Atakan’ın cezasızlığını yazmaya niyetlenmişken aklımda 12 Eylül’e kadar gideceğimiz yoktu. Bu toprakların insan hikâyelerinde hep ama hep benzer ideolojilerin yarattığı benzer devletlerin izi var. Köklü bir kopuş gerek, geride bıraktığına hiç ama hiç benzemeyen.