Adalet Beklentisi- 4: Kendi varlığını senin, benim inkârım üzerine inşa etmiş bir sistemden bahsediyoruz
Hacı Lokman Birlik’in abisi Mehmet Birlik anlatıyor: “Bu Hacı’ya özgü yapılmış bir şey değildi. 90’larda da aynı şeyler yapıldı. Cenazeler paramparça edildi. Bu savaşta bir ahlak aramak… Evet, nahif bir istek gibi geliyor. Senin cenazene tahammülü yok. Senin varlığına tahammülü yok. Kendi varlığını, bekasını; senin, benim inkârım üzerine inşa etmiş bir sistemden bahsediyoruz.”
DUVAR - Dünyayı döndüren şey düşmanlık politikaları iken karşı konulmaz bir yerde taraf olmak zorunluluğu doğuyor. “Suçlu” olmamanın gözden kaybolmak anlamına geldiği coğrafyalarda aslına bakarsanız bir karar verme aşaması yok. Sizi yaratan koşullar neticesinde dünyaya karşı aldığınız tavrın adı çoğu zaman “terörist” oluyor.
Savaş artık orduların başka ordularla ya da başka devletlerle karşılaşması değil. Devlet adı altında maskeli ya da maskesiz silahlı birimler; sivil yerleşimler içinde küçük ölçekte savaş çıkartabilir. Hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan şiddet uygulayabilir. Siyasalın, mutlak biçimde araçsallaştırdığı hukuk da devreden çıkartıldığında kontrolsüz bir güçle kaderiniz çizilecek demektir.
PKK'lilerin cenazelerine yapılanlar, cenazesi hiç verilmeyenler, çatışmada “etkisiz hale getirildikten” sonra ölü bedenlerle çekilen toplu fotoğraflar… Çözüm süreci de dahil olmak üzere tüm bunları konuşmanın zorluğunu aşacak kadar Kürt meselesine sanırım hiç yaklaşılmadı.
3 Ekim 2015’te, Şırnak’ta öldürülen, cansız bedeni zırhlı araç arkasında sürüklenen Hacı Lokman Birlik’in ailesinin avukatı Ramazan Demir, “Elimizde büyüdü” dediği “Heci”nin dosyasını anlatırken kimi duruyor. Konuşmasının bir yerinde “Sağ yakalanabilirdi ama esas dertleri öldüğünden emin olmaktı” diyor.
İzlettiği operasyon görüntülerinin son dakikalarında haydi haydi vurulan ya da ölmesine ramak kalan siyah bir siluet var. Dakikalarca öldürülüyor Hacı Lokman Birlik. Otopsi raporunda vücudunda 28 mermi olduğu yazıyor. “Kaç defa bunu izlemek zorunda kaldım bilmiyorum. Mesleki olarak mecbursun. Başlarda ağır geliyor ama hukukçu kimliğinle bakınca içindeki acı kayboluyor bir şekilde. Zaten baş edemediğini zamanla anlıyorsun. Şunu söyleyebilirim: Gayriinsani tüm detaylar zorluyor insanı. Misal 30’a yakın polis; cansız bedeninin önünde toplu zafer fotoğrafı dahi çekilmiş” diyor Demir.
Kayıtsız şartsız meşru addedilen bir siyasal kurgunun dışına çıkmadan konuşmak zorundayız. Öldürülmenin çoktan geçildiği, nasıl öldürüldüğünün konuşulduğu bir mevzunun içindeyiz. Hendeklerin kazıldığı dönem içinde en bilindik haliyle devlet başka ne yapabilirdi?
“Yasal olarak hiçbir devlet; kendi topraklarında hendek açılan, silahla direniş gösterilen bir yeri kabul etmez. Ancak hukuken sağ yakalayabileceğin hiç kimseyi öldüremezsin. Bu mutlak bir kuraldır. Hele ki sivil yerleşim yerlerinde; savaşta kullanılan askeri mühimmatları, çok ağır askeri teknikleri kullanamazsın. Sağ olarak yakalanabilecek insanlar toptan imha edildi. Güvenlik güçlerinin oralarda kimseyi sağ ele geçirme gibi bir amacı olmadı. Kendi aralarında geçen telsiz kayıtlarından da anlaşılan bu.”
Yine o dönemden kalan, gazeteci Refik Tekin’in çektiği başka bir videoda bir grup insan battaniyeye sarılı iki cansız beden taşıyor. Kamera ölü bir kediyi gösteriyor sonra tekrar battaniyeye sarılı bedenleri. 50’li yaşlarında bir adam beyaz bayrak taşıyor. “O Mahmuttin Duymak” diyor Demir.
“21 Ocak’ta, Cizre’de kaymakamın bilgisi dahilinde HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve belediye çalışanlarından oluşan bir heyet, AİHM'nin verdiği tedbir kararları gereği yaralıları ve öldürülenlerin cenazelerini almak üzere Cudi Mahallesi'ne gittiler. Cenazeler alındıktan sonra Nusaybin Caddesi'nden karşıya geçilirken polis tarafından gruba ateş açılıyor. (Görüntülerde ateş açılma anını izliyoruz bu esnalarda) İki kişi öldü bu ateş altında. Geri kalanlar can havliyle bir yerlere sığındı. Bir kısmı Cudi Mahallesi tarafında kaldı. Ateş devam ettiği için bir evin bodrumuna sığınıyorlar. O tarafta kalan herkes bodrumda yakıldı. Onlardan biri de Mahmuttin Duymak. Ailesine babanız diye bunlar verildi. (51 yaşında, 6 çocuk babası Duymak’ın bir avuç kemik parçalarının olduğu fotoğrafı gösteriyor.)”
“Hacı’nın öldürüldüğü yerle evi arasında çok az bir mesafe vardı. 10 dakika boyunca, kanca boynuna takılı vaziyette, küfür ede ede panzerin arkasında taşındı. Vuran, bedenini taşıyanların isimleri tabii ki de belli. Soruşturma dosyasında savcılık hepsini tespit etmiş. JÖH’ün (Jandarma Özel Harekat) sosyal medya hesabı yengesi olan Leyla Birlik’e resimle mention dahi attı. ‘Gel … al’ diye. Soruşturmayı yürüten savcılığın da müfettişlerin de tek derdi ve araştırma konuları, “Bu görüntüleri ilk kim yaydı? Kim çekti? Polislerin WhatsApp grubuna kim attı?’ şeklinde yürümüş. Başbakanlık Teftiş Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açtığı iki idari soruşturma da bu şekilde kapatıldı. Kamuoyunun tepkisi üzerine formalite icabı başlatılan bu soruşturmalardan da sonuç çıkmadı. Soruşturmanın üzerinden 6 yıl geçti, 6 savcı değişti bu süreçte. Israrlı taleplerimize rağmen değişen savcıların hiçbiri Heci’nin ölüm şekli ve sonrasında bedenine yapılanlarla ilgili bir araştırma yapmadı. Bu yüzden dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık.”
***
Achille Mbembe, “Düşmanlık Politikaları”nda failin belirsizliğini anlatır. Egemen, şiddetin var olduğunu kabul etmez, onu sürekli inkâr eder, üstünü örter. Şiddeti üretenler görünmez, varlığı kanıtlandığında bile öznesi yoktur. Egemen ondan sorumlu olmadığına göre, ancak kurbanın kendisi tarafından kışkırtılmış olabilir. Örneğin birileri öldürülürse, oldukları şey nedeniyle öldürülmüşler demektir. Öldürülmekten kurtulmak için oldukları kişi olmamaları yeterlidir. (1)
Hacı Lokman Birlik’in abisi Mehmet Birlik telefonun ucunda. Tüm anlatacakları inkâra karşı, varlığını kanıtlamaya ilişkin.
Konuşma esnasında yanlış ifade ettiğim bir yere takılıyor. Aracın arkasında sürüklenirken ölüp ölmediğinin kesin bilinmediğini hatırlatıyor. Oradan başlıyor anlatmaya, detay olamayacak kadar önemli.
“Sürekli kafamda dönen bir soru. İnsanın canını acıtan bir şey. Bazen şey diyorsun; inşallah o anlarda öldürülmüştü. Bunu dedirtiyor insana. Yaşıyorken sürüklenmemiştir diye düşünmek istiyorsun. Bu olayın ailesel bir boyutu da var. Aşiret dediğimiz büyük ailem sistem yanlısı olan bir aile. Biz çekirdek aile olarak sisteme hiçbir zaman diz çökmedik. Devlet bir aileyi komple kendisine iş birlikçi hale getirmiş ama onun içinde çekirdek bir aile düzeni bozuyor. Eşim Leyla Birlik, HDP’nin iki dönem Şırnak milletvekiliydi. Aynı dönem bir amcam AKP milletvekiliydi. Bu, zaten öfke yaratıyor. Bütün aile diz çökmüşken bunların diz çökmemesi neden? Hacı’nın öldürülmesinden hemen sonra yani olay anından birkaç dakika sonra görüntüler Leyla Hanım'a gönderildi. Ahlaksızca şeyler yazıldı. Bilinçli yapılan bir şeydi.”
“Bu Hacı’ya özgü yapılmış bir şey değildi. Onun öncesinde Ekim Wan’a yapılanlar var. Onun çok öncesinde 90’larda aynı şeyler yapıldı. Cenazeler paramparça edildi. (Beden uzuvlarına yapılan kimi korkunç şeyleri anlatıyor) Biz bunları yaşadık. Kriz geçiren bir arkadaşımız oldu. Kardeşi kolundan tutup, kaldırdı, sen ne yapıyorsun dedi. ‘İnsanların cenazesi yok, senin cenazen var, dik dur!’ Cenazelerinin olması insanların en büyük tesellisi olmuştu. Nasıl diyeyim, bu çok acıtan bir şey. Öyle böyle bir şey değil yani. Şimdi mesele benim annemin en büyük sabır, sebat ettiği nokta şudur: Oğlunun mezarı evinin hemen karşısında. Hemen pencereye çıktığında görüyor. Bu düşman hukuku değil apayrı bir şey. Şunu yaptılar: O kenti tamamen yerle bir ettiler. Hacı’nın koştuğu sokaklar, sadece onun değil onun gibi yüzlerce gencin koştuğu sokaklar, oynadığı, sevdiği, âşık olduğu ne bileyim gizli gizli buluştuğu sokakların hepsini tamamen ortadan kaldırdılar. Şu anda öyle bir kent yok. Şırnak’a ilk girdiğimde evimin yolunu bulamadım. 30 yıl yaşadığım evin yerini bulamadım. Seni var eden her şeyi yok etmek istediler. Mesele sadece o binaları yıkıp TOKİ denen lanet şeyleri oraya yerleştirmek değil yani. Mesele tarihinin, bilincinin tamamen yok edilmesi. Ben o sokaklarda şimdi bir yabancı gibi dolaşıyorum. Bu derece şiddetli bir düşmanlıktan bahsediyoruz. Hiç var olmamışsın gibi.. Şöyle bir gerçeklik var: Kendi varlığını, bekasını; senin, ötekinin, benim inkârım üzerine inşa etmiş bir sistemden bahsediyoruz. Ermeni'yi, Kürt'ü, Laz'ı velhasıl inançların inkârı üzerine kendini inşa etmiş bir sistem. 1930’larda Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ne demişti? ‘Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır.” Böyle bir zihniyetle oluşturulmuş bir sistemden bahsediyoruz. Bu yüzden varlığını kendisine tehlike olarak gören her şeye hunharca, akla hayale gelmeyecek türde saldırıyor. Sadece Kürt gerillası değil ona karşı direnen kim olursa olsun saldırıyor. Bu savaşta bir ahlak aramak… Bilmiyorum… Evet, nahif bir istek gibi geliyor. Senin cenazene tahammülü yok, senin varlığına tahammülü yok. O yüzden ahlak beklemek dediğiniz gibi nahif bir beklenti.”
“Kime terörist deniliyor? (Gülüyor) Bana deniliyor. Anneme deniliyor. Sırf Türkçe bilmediği için… Babama söyleniliyor. 40 yıla yakın babam bu devlete memurluk hizmeti yaptı ama bu devlet çocuğunun cenazesine katıldığı için onu terörist ilan etti, mahkemelerde yargıladı, hâlâ daha yargılaması devam ediyor. Şu an; kendisi gibi olmayan, itaat etmeyen, sadece insanım diyebilmek için yaşayan herkes terörist bu sistem için. Hayvanlar işkenceyle sokaklarda öldürülmesin diye mücadele ediyorsun, teröristsin. Kadın katliamlarına karşı sokağa çıkıyorsun, dayak yiyorsun, çünkü teröristsin. Bu ülkenin gerçeği bu… Farklı olan herkes terörist.”
“Bu sorun çözülecek. Bu benim yaşam gerekçem. Hiçbir hakkın, hukukun, ahlâkın, vicdanın olmadığı bir ortamda halen daha yaşamaya devam edebiliyorsak, biz insan mıyız? Eğer böyleyse, insani değerlerde büyük aşınmalar olduğunu söylerim ama böyle değil. Umutluyum. Çok farklı sorgulamalar gelişiyor. Çevremde, insanlarda gördüğüm bu. 21. yüzyıldayız diyoruz. 21. yüzyıl denirken bazen sanki çok güzel bir çağmış, herkesin akılla, vicdanla tartıldığı bir dönem gibi algılanıyor ama öyle değil. Her şeyin araştırılabildiği, her şeyin göründüğü, bilimin yön verdiği bir çağda sen Kürt varlığını anlatmaya çalışıyorsun. Evet, ben varım demeye çalışıyorsun. Bitti. Kürtler varlığını kanıtladılar. Şimdi özgürleşme süreci. Sadece Kürtler için değil bu özgürleşme süreci. Ursula’nın dediği gibi ‘Devrimi satın alamazsın. Devrimi yapamazsın. Sadece devrim olabilirsin.’ Önce kendimizden başlayarak değerleri yaratacağız.”
“Dediğiniz gibi ölen hep güzel hatırlanır, öyle istenilir ama gerçekten onunla ilgili kötü hiçbir şey aklıma gelmiyor. Yani şu var. (Gülüyor) Hacı’nın çok iyi niyetli olması bazen bana böyle kötü gibi geliyordu. Hacı sadece benim kardeşim değildi. Hacı’yla birlikte cezaevinde de yattık. Aynı koğuşta kaldık. Benim yoldaşımdı, arkadaşımdı. Girdiği her yerde hakimiyet kurabilecek yeteneği, zekası olan, esprileriyle, tavırlarıyla, oturup kalkmasıyla insanları etkileyen bir havası vardı. Bizim en küçüğümüzdür. (Mehmet Bey kimi zaman kardeşi yaşıyormuş gibi konuştu. Bu kısımlara müdahale etmedim.) Hacı’yla aramızda iki kardeşim daha var ama gerçekten çoğu zaman kendime örnek seçtiğim, en zor anımda sığındığım kişiydi. En çıkmazda olduğum zamanlarda oturup konuştuğum kişiydi.”
***
Ölenlerin isimleri değilse de akılda kalan sayılar var. 34, 302, 101… (Roboski, Soma, Ankara) Yarı çıplak olduğu halde canlı bomba şüphesiyle öldürülen Kemal Kurkut ismi de keza hep akıllarda olacak. Birçok isim gibi… En zoru ise yasa dışı addedileni konuşmak, hatırlatmak. John Berger, günümüzün en can alıcı sorusunun şu olduğunu söyler: Bir “teröristi” yaratan koşullar nelerdir? Bu sorunun yanıtı en az konuşulan. Şimdilik…
1- Achille Mbembe, Düşmanlı Politikaları, İletişim Yayınları, çev. Ayşen Gür, 2020, s. 153
2- John Berger, Kıymetini Bil Herşeyin, Metis Yayınları, çev. Beril Eyüpoğlu, 2007, s. 17