YAZARLAR

Aday listesinde kadının adı niçin yok?

Aday listelerindeki erkek egemen anlayış karşısında birçok kadın örgütü itirazlarını yükseltseler de, uzmanlar, bu itirazların oy verme davranışlarına yansımayacağını düşünüyorlar. Dolayısıyla, beylik sloganlara sığınmak yerine partilerin büyük kısmına sirayet etmiş olan bu anlayışın kök sebeplerini irdeleyip çözme zamanı geldi de geçiyor bile...

 

Speramus Meliora; resurget cineribus*
(“İyi şeyler umut ederiz ki, onlar küllerinden yükselecek...”)

Partiler, yoğun bir şekilde geçirdikleri aday belirleme süreçleri ve ortak liste pazarlıklarının ardından YSK’ya milletvekili aday listelerini sonunda teslim ettiler.

Parti listelerinde kadın adayların azlığı ise, farklı parti seçmenlerinin ve bu uğurda uzun zamandır savunuculuk çalışmaları yapan sivil toplum kuruluşlarının ortak tepki verdiği bir nokta oldu.

Ben Seçerim Derneği verilerine göre; Cumhuriyet Halk Partisi, seçilebilir sıralardan 25 kadın, 120 erkek aday gösterince, aday sıralarına göre TBMM kadın temsil oranı yüzde 17,1’de kaldı. İYİ Parti ise, seçilebilir sıralardan 3 kadın, 41 erkek aday gösterdi ve kadın temsil oranı bu parti için yüzde 6,8 oldu. AKP’de ise 243 erkek adaya karşı 51 kadın aday gösterilince oran CHP’ye benzer şekilde yüzde 17,3 bandında kaldı.

Düzeni değiştirme hedefiyle ortaya çıkan sol partilerde bile kadına eşit temsil imkânı -diğer partilere göre iyi olsa da- yüzde elli bandının hayli gerisinde. Yeşil Sol Parti 193, TİP ise 161 kadını milletvekili adayı olarak gösterdi. YSP 30, TİP ise 28 kadını birinci sıradan aday yerleştirdi.

Şimdi herkes kendine şu soruları yöneltiyor: Siyasette kadına yönelik cam tavanlar, bu ülkenin üstüne çöken bir lanet mi? Siyasette kadın temsilini çağdaş bir ülkeye yaraşır bir düzeye çıkarmak için aday belirlemede cinsiyet kotası ve fermuar sistemini uygulamak bu kadar zor mu? Fermuar sistemini partiler-arası aday sayısını dengelemek için kullanmak, kadın temsiliyle dalga geçmek demek değil mi?

Bir önceki genel seçimlerde, partilerin kadın vekil aday oranının en fazla yüzde 38 olduğu ve kadın adayların da çoğunluğunun da listelerde birinci sıralarda yer almadığı düşünüldüğünde aslında pek de şaşırtıcı bir tablo yok ortada. 

Bilgi Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Emre Erdoğan’a göre; kadın adayları dışlayan veya seçilemeyecek sıralardan aday gösteren yaklaşımın kökenindeki esas sorun, toplumsal cinsiyet normunun siyasal partiler tarafından içselleştirilmemesi ve aday listelerine “hak odaklı” değil “stratejik” perspektiften yaklaşılması.

Herkes birinin takdiriyle o listeye giriyor, bir kadının nitelikli olup olmadığına son kertede parti meclisindeki kişiler karar veriyor. Dolayısıyla bu kapalı devre ortamda ortaya kapsayıcı değil dışlayıcı listeler çıkıyor,” diyor Prof. Erdoğan.

Bir diğer deyişle, toplumsal kodlara içkin olan patriyarkal/pederşahi düzen, merkez yönetim kurullarının “erkekler kulübü”ne dönmüş olması ve toplumun her katmanında karşımıza çıkan o meşhur “cam tavanlar”, aday listelerinde de tüm heybetiyle kendini belli etti.

Siyasi partilerin, hangi eğilimden olursa olsun, aday belirleme süreçlerinde toplumsal cinsiyet kalıplarından bir türlü kurtulamadığı, demokratik ve şeffaf ol(a)mayan bir bağlamda kadınların temsilinin zaten eşitlikçi olmasını bekleyemeyiz.

Ama bir yandan da, Orta Doğu’da kadınlara siyasal haklar tanıyan ilk ülke olan, 1935 seçimlerinde Meclis’teki 18 kadınla, o dönemde Avrupa’nın en yüksek kadın vekil oranına ulaşan bir ülkedeki bu tuhaf geriye gidişe mantıklı bir sebep bulmak mümkün değil. Kadınlar, mecliste halen yüzde 17,1 oranında temsil ediliyorlar.  

Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Endeksi 2022 yılı raporuna göre Türkiye, 146 ülke arasında siyasi katılım açısından 112’nci sırada yer alıyor.

Uzun zamandır parti içerisinde çalışan kadın adaylar, seçilmeleri olanaklı olmayan sıralara “zorunluluk için dolgu malzemeleri” olarak konabiliyor. Erkek yöntemiyle sürdürülen bu siyasete razı bırakılan kadınlar da, “ben de listedeyim” diyerek yapay sevinçler içerisine sürükleniyor.  

Birçok araştırma şirketinin yerelde yaptığı anketlerde en çok tanınan kadın siyasetçiler arasında ismi baş sıralarda yer alan kadın adayların listeye alınmasına dahi tenezzül edilmeyebiliyor. Cumhuriyet tarihinde şu ana kadar hiç kadın milletvekili çıkarmamış olan Kırklareli’nde CHP listesinde ilk iki sıra yine erkeklerin olabiliyor.

Kadınların siyasette temsili ve katılımını güçlendirmek için uzun zamandır çabalayan Ben Seçerim Derneği’nin başkanı Nilden Bayazıt, ekibiyle birlikte 20 kadın milletvekili aday adayının seçilebilir yerlerden listeye konmaları için siyasi partilerle yoğun temas içerisindeydi. Kırklareli’ne de özel bir önem verdiler ve burada CHP ve İyi Parti’den tanınırlığı en yüksek olan, halkın sevdiği, oy vermeyi tercih ettiği iki kadın siyasetçiyi belirlediler. 

Ancak hem CHP, hem İYİ Parti seçilebilecek sıralara yine erkek adayları koydu. Sadece kadınları görmezden gelmedi, siyaset yapmak isteyen kadınların önlerindeki blokların çok büyük olduğunu, aday belirleme sisteminin liyakatli olmadığını gösterdi,” diyor Bayazıt ve ekliyor:

Kırklareli, sembolik önemdeydi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı, kadını yok sayan zihniyetlerin ittifaklarla meclise gireceği bir dönemde hiç kadın milletvekili çıkmamış ilden 2 kadın vekil çıkartmak önemli bir karşı duruş olacaktı. İşin garibi bu iki kadın aday, bu partilerin oylarını yükseltecekti. Tercih etmediler.”

Bu seçimlerde ön seçim yolunun kapalı tutulması da listelerdeki cinsiyet eşitliği beklentisini hayli baltaladı. Cumhuriyet Halk Partisi, 2015 yılındaki seçimlerde ön seçime gitmiş, parti delegeleri il il, ilçe ilçe oy kullanmıştı. Merkeziyetçi olmadığı için daha demokratik görünen bu uygulamanın bile o dönemde kadın aday sayısında ciddi bir artış doğurmadığı düşünüldüğünde, sistemde yanlış bir şeylerin olduğu bariz.

Bundan sonra bizi yerel seçimler bekliyor. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar ile tüm yurttaşların eşit sayıldığı bir yönetim biçimi olarak demokrasi arasındaki bu sorunlu ilişkinin ilelebet bu şekilde kör topal ilerlemesine, kadınların temsil hakkının pervasızca gasp edilmesine izin veremeyiz.

Yerelde kadınlar halen belediye meclislerinde ve belediye başkanlığı koltuklarında yeterince temsil edilmiyorlar. Kadınların belediyelerde seçme ve seçilme hakkı kazanmasının üzerinden 93 yıl geçmişken, gerçekleşen 19 yerel seçim sonucunda toplamda ancak 156 kadın belediye başkanı olabildi. Kadınların belediye meclislerindeki en fazla temsil oranı yüzde 11 iken, il genel meclislerinde de en fazla yüzde 3 oranında temsil edilmiş. Kadınların muhtarlıktan öteye “geçmesinin” önünde de cam tavanlar dikiliyor.

Aday listelerindeki erkek egemen anlayış karşısında birçok kadın örgütü itirazlarını yükseltseler de, uzmanlar, bu itirazların oy verme davranışlarına yansımayacağını düşünüyorlar. “Çünkü,” diyor Prof. Erdoğan, “ortada daha büyük bir dava var. Sırf kadın aday yeterince yok diye seçmenin oy vermeyi reddetmesi veya farklı bir siyasi partiye yönelmesi çok güçlü bir ihtimal değil.

Dolayısıyla, beylik sloganlara sığınmak yerine partilerin büyük kısmına sirayet etmiş olan bu anlayışın kök sebeplerini irdeleyip çözme zamanı geldi de geçiyor bile...

Harekete geçirebileceği ekonomik kaynaklara, yeterli medya desteğine, parti içinde kendisini sürekli savunacak bir “erkek temsilciye”, parti liderine ve yerel seçkinlere erişim kanallarına sahip olmayan kadın adayın bu kısır döngüde önünde kısıtlı seçenek kalıyor: ya siyaset hedeflerinden vazgeçecek ya da “ikincil statü”ye indirgendiği bir ortamda her defasında bir kez daha deneyip yine aynı duvara toslayacak, bu sırada da “vitrinde” tutulmaya razı olacak.

Peki, üçüncü bir seçenek var mı?

Yıllardır kangrenleşen erkek egemen siyaset yapma anlayışının bir anda eşit temsil ilkesini gözeterek İskandinav tarzı bir noktaya kaymasını veya bir sihirli dokunuşla kadın vekillerin sayısının erkek vekilleri aştığı Yeni Zelanda parlamentosuna dönüşmemizi beklemek elbette gerçekçi değil. Zira yukarıdan aşağıya köklü ve onurlu bir değişim gerekiyor.

Kadın mücadelesi, eşitliği kesen tüm alanları içinde barındırıyor ve temsilde adalet de bunların başında geliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin içselleştirildiği bir toplumda kadın cinayetleri de azalır, kadının siyasette temsili de artar; çünkü her ikisi de iç içe geçmiştir.

Bunun için de kadına odaklı politikaların uygulandığı bir Kadın Bakanlığı’nın kurulması, kadın yoksulluğuna da şifa olacaktır, kadın cinayetlerinin de önünü kesecektir, kadının siyasette temsili ve sürdürülebilir istihdamını da artıracaktır.

Siyaset kapısının bekçilerinin ya isimlerinin ya da zihniyetlerinin –tercihen de ikisinin- artık biraz değişmesi gerekiyor.

Burada gerek parti liderlerinin gerekse merkez yönetim kadrosunun toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayan bu uygulamalarının halkta bulduğu olumsuz karşılıktan dolayı bir özeleştiriye gitmeleri şart.

Ayrıca, önseçim uygulamasına geri dönerek, kadın ve erkeklerin önce ayrı listelerde yarışıp, ardından her iki listedeki kadın ve erkeklerin sırasıyla fermuar sistemiyle bir araya getirilerek nihai listenin oluşturulduğu bir uygulama, “yeni normal” haline getirilebilir – “cinsiyetçi” fermuarlara inat...

Kadına eril siyasetteki yollar kapalı, ama kadınlar olmadan da siyaset hep eksik, hep yaralı, hep tek kanatlı...

Anımsarsanız, yıllar önce 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle “Kepez’de Kadın Olmak” isimli bir panel düzenlenmişti de hiç kadın konuşmacı davet edilmemişti, panel yerine “MANEL” düzenlemişti. Durumumuz bundan ibaret. Kimisi “kadın uzman bulamadık” bahanesine sığınırken, kimisi yapılan onca kamuoyu yoklamasına, baskı grubu çalışmasına, kişisel lobi faaliyetlerine rağmen “kadın milletvekili adayı bulamadık” diyebiliyor.

Evrimsel biyolog/antropolog Mark Moffett, yeryüzünde 100 milyon yıldan fazla bir süredir hüküm süren karıncaların, bir araya geldiklerine insan toplumlarına daha benzer özellikler gösteren bir hayvan topluluğu olduğunu söyler. Belki kadının siyasi temsilini önemseyen hak savunucuları, medya mensupları, aktivistler olarak tıpkı karıncalar gibi mücadeleci ve sistematik davranıp, safları sıkılaştırıp bundan sonraki seçimlerde daha çok “bir olmamız” gerekiyordur.

Bu kara kışlara inat, cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken eşitlikçi bir baharın gelmesini bekleyen kadınların da kendi reklam filmlerinin sloganı; “sesimizi kesmeye çalışanlara inat, duyun sesimizi” olsun mu?


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.