YAZARLAR

Adına İstanbullu denen o tuhaf yaratık

Bazı insanlar günün güneşin yeşilin mavinin güzelliğin ortasında doğmuşlardır. Peki güzellik gördükçe eskir mi, işlevini yitirir mi? Bu soruyu bir küçük şirin kıyı kasabasında ya da kendi halinde bir orman köyünde yaşayanlara sorabilirsiniz. Ama dünyanın en güzel kentinde yaşayanlara da sorabilirsiniz. Demek ki bu soruyu İstanbullulara sorabilirsiniz.

Tatildeyken gördüğünüz, balkonu denize açılan, ormanla birmiş gibi duran o evlere, o evlerde yaşayanlara imrenirsiniz. Her gün güneşle ve güzellikle yıkanırlar. “Bazı insanlar ne şanslı” dersiniz. “Bazı insanlar ne güzel yerlerde yaşıyorlar” dersiniz. “Bir gün belki ben de” dersiniz…

Bazı insanlar günün güneşin yeşilin mavinin güzelliğin ortasında doğmuşlardır. Güzellik gördükçe eskir mi, işlevini yitirir mi? Güzelliğe doğan insanlar her gün neye şahit olduklarını tekrar tekrar idrak eder mi?

Bu soruyu bir küçük şirin kıyı kasabasında ya da kendi halinde bir orman köyünde yaşayanlara sorabilirsiniz.

Ama dünyanın en güzel kentinde yaşayanlara da sorabilirsiniz.

Demek ki bu soruyu İstanbullulara sorabilirsiniz.

Güzellik eskir mi?

*

Ben İstanbul’a sonradan gelenlerim. Onu ilk gördüğüm andan bugüne dek fikrim değişmedi, bundan sonra da değişeceğini sanmıyorum: İstanbul dünyanın en güzel kentidir.

Dünyada başka hiçbir yerde işinize giderken bu denli büyüleyici bir yoldan, Boğaz’dan geçmezsiniz. Başka hiçbir yerde güneş bu denli ihtişamla, sadece gün değil bir dönem kapanıyormuş gibi batmaz. Hiçbir şehir, yüzlerce yılın yüküne rağmen, şaka yapıyormuş gibi zahmetsizce ve bunca taze uyanmaz.

Boğaz’ın çok özel anları vardır. En çok da gün batarken… Beşiktaş, Kadıköy, Eminönü fark etmez; vapurun iskeleden ayrıldığı ilk dakikalarda ardında bıraktığı köpüklü su yoluna bakarken zaman esner; kafanızı kaldırdığınızda bir fantastik romanda sayfa sayfa ilerliyormuşçasına, onlarca yüzlerce dönem, hayat, hatıra tek bir anda birleşir.

Sonra vapurda, motorda yanınızda yol alanlara, diğer İstanbullulara bakarsınız.

Adına İstanbullu denen, günün güzelliğin tarihin içine doğmuş ama bu güzellik dünyanın en normal şeyiymiş gibi yaşayıp giden o tuhaf yaratıklara bakarsınız. Kendi benzerlerinize…

Sanki bunca anın, o esneyen zamanın yüküne aldırmaz gibilerdir. Öyledirler de sahiden. Öylesinizdir.

*

Eh, aldırmamaları normal.

Biliyorum, gerçek yaşam bu değil.

İstanbul gün doğumlarından, batımlarından, rüyadan, siluetten ibaret değil.

Hayat pahalılığı, trafik, is pas nargile dumanı, öfke hırgür avaz avaz korna, sıkıntı, tansiyon, bin türlü açmaz… Daha çok böyle tarif ederiz İstanbul’u. Daha da yazarım da, sonu gelmez.

İstanbulluların gözünü açıp güzelliğe bakmaya dermanı mı var?

Bu da doğru…

Ama şehrin umrunda mı bu? Turgut Uyar, “O köy yine kendi rüyasındadır” diye yazmıştı.

İstanbul da yüzlerce yıldır kendi rüyasında.

*

Zor bir şehir İstanbul.

Bu kadar güzel olduğundan, bunca talipten dolayı zor. İstanbullular dünyanın en güzel ve en zor şehrinde yaşıyor.

Adına İstanbullu denen, güzelliğin kıymetini bilmez görünen o tuhaf yaratık da, hakkını verelim, aslında her tür zorluğa katlanmayı bilir. Kurnazdır bu yüzden. Bin türlü melekeyle donanmış, engellerin üzerinden atlamayı öğrenmiştir.

Arada bir şehrin rüyasına kendini dahil etmeyi de öğrenmiştir. Böyle anlarda İstanbullunun kendine güveni gelir. Dünyanın merkezinde durduğunu bilir.

*

Bir gün Sabancı Müzesi Müdürü’nün deryalar kadar derin müdürü Nazan Ölçer ile sohbet ederken, ona dünyanın en güzel manzaralı müzesinin neresi olduğunu sormuştum. Aklımda bir cevap vardı ama gezegendeki neredeyse her kayda değer müzeyi gezmiş birisi olarak onun cevabı çok daha önemliydi. Uzun uzun düşündü. Sonra tahmin ettiğim cevabı verdi: Burası…

Emirgan’ın en avantajlı yerinde, hafif tepede, Boğaz’a hakim Atlı Köşk’teki müze idare binasında oturmuş, gözümüzün önünde giderek daha da esrarlı bir hale gelen sisli İstanbul manzarasına bakarak konuşuyorduk. Burasıydı işte. Başka neresi olabilirdi ki?

Böyle çok örnek var. Dünyanın en güzel vergi dairesi nerededir mesela? Yine burada, İstanbul’da elbette. Vergi toplamak için Büyükada’da denize sıfır köşkten daha iyi bir bina bulabilir misiniz? Sonra okullar… Tarabya’daki Marmara Kamu Yönetimi, Beşiktaş’taki Galatasaray Üniversitesi… Liseler, emniyet müdürlükleri, bilimum devlet dairesi… İstanbul’da olmanın o muazzam avantajını kullanan neredeyse her bina. 

İstanbullu şehre kıymet vermez görünür ama en olmadık anda hayatın tadını çıkarmayı akıl etmiştir.

Böyle şeyleri düşünürken, insanın aklında ‘keşke’ler dolaşıyor. Keşke ben de şehrin biraz daha hakkını veriyor olsaydım. Keşke hepimiz bu şehre göre yaşasaydık. Yaşam gailesinde gözümüzün önüne inen sis perdesi, İstanbul’un o bulunmaz sisini görmemize engel olmasaydı. 

*

Keşke…

Bu yazı da keşke bir ‘aman şehrimizin kıymetini bilelim’ yazısı olsaydı ama değil.

Rüya bitiyor. Başka bir döneme geçmişiz. Mevzu kapanmış.

Hayatın hayhuyundan kafayı kaldıramama dönemi bile geride kalmış artık. Adına İstanbullu denen o tuhaf ama azimli yaratığın, şehrin rüyasına ucundan da olsa dahil olmaya, güneşle güzellikle denizle günbatımlarıyla yıkanmaya artık gücü yetmiyor.

Kurnazlık, engellerden atlamak yetmiyor. Bu kiralar ödenebilecek, rüya gördürecek kiralar değil. Ülke ekonomisinin bu berbat yönetimi sadece ayakta kalmanın masrafını bile her gün arttırıyor.

Şehir her şeyden önce bir yuvadır. Güzel, huzurlu rüyalarınızı yuvanızda görürsünüz.

İstanbul artık milyonlarca insan için bir yuva olmaktan çıkmak üzere.

Güzellik bile kurtarmıyor artık.

*

PS: ‘Dünyanın en güzel müzesi’ ile ilgili bölümü, blogum ‘Eski Usul’da yazmıştım.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.