Afetler, hakikatler
Kırk yıllık dönemin 2002 sonrası tek parti –şimdi ittifaklı- iktidarı, önceleri “milli irade”, ittifaklı son beş yılında da beka söylemiyle siyaseti kendisinden başka herkes için yasaklama politikasını geliştirdi, ileri boyutlara taşıdı. Denetimsiz HES’lerin, maden ocaklarının, çevre yağmasının yarattığı her tür kaza bela, üretici karşıtlığının yarattığı darlık–pahalılık, terör olarak etiketlendi. Hakikat ötesi bolluk–zenginlik, zafer destanı günübirlik hale geldi.
Etraftaki herkes servet içinde yüzdüğünden zekat verecek adam bulamayan Sivaslı hemşehrimizin imdadına mimarlar, imarlar, belediyeciler, HES’ciler yetişti el birliğiyle. 400 metrelik dere yatağını dört koldan lüplettiler, 15 metreye indirdiler. Kasabalar, köyler, evler, arabalar, çok daha önemlisi; yedisinden yetmişine günahsız onlarca insan sele gitti göz göre göre.
Sivaslı hemşehrimiz ve benzerlerinin üstündeki yük kalksın diye IBAN geldi.
Aslında IBAN’a gerek yok.
Yangın, afet yaralarını sarmaya devletin gücü tabii ki yeter. Yetiyor. Karadeniz’den Akdeniz’e, İzmir’den Elazığ’a, Van’da depremden tufana her şeye yetiştiği gibi komşu Yunanistan’a, dünyanın dört bir yanına yardıma koşuyor devletimiz. Afrika’daki Somali’ye ayda 2.5 milyon, yılda 30 milyon dolar hibe ediyor. Dolayısıyla güçsüzlük, ihtiyaç nedeniyle değil, bir kamu hizmeti olarak dönem dönem IBAN uygulamasına gidiliyor.
Yakınlarda TV ekranlarına yansıdığı üzere Sivas gibi bir yerde(1), şükürler olsun tüm yurtta yok - yoksul, ihtiyaç sahibi olmadığı için zekat, sadaka vermekte zorlanan vatandaşlarımız içindir IBAN uygulaması. İnançlarının ve vatandaşlıklarının gereğini gönül rahatlığıyla yerine getirebilsinler diye salgın, yangın, sel gibi durumlar vesile edilmektedir.
***
Şu sel suları bir çekilsin, ortalık durulsun. Birtakım cevval kalemler, her şeyi yalayıp yutmuş ekran gediklileri harekete geçecek. Önce onlardan, devamında bürokratlardan, sonra etkili yetkili ağızlardan yukarıdakini andıran ifadelerle karşılaşacağız. Ve hiç şaşırmayacağız.
18 yılda sekiz bakan, on beş kez sistem değiştirerek milli eğitimde peş peşe devrim boyutunda devasa atılımlar yaptığımız gibi(2), dünyayı kıskandıran ekonomik mucizelerimiz, salgınla mücadele ve niceleri gibi yangın terörü karşısında destan yazdık anlatısı başlıyordu ki, bir başka afet geldi.
DESTANIN DESTANI
Tek bir yangın söndürme uçağı bulunmayan ülkenin yangın terörü karşısında destan yazdık anlatısının kendisi zaten başlı başına destan. Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemi (EFFIS) verilerine göre geçen yıla göre yanan ormanlık alan yüzde 755 kat artmışken destan yazma anlatısı, az iş değil.
Ama ondan da önce daha büyük bir feraset, icat ve destan var: Örneğin ABD her yıl düzenli olarak orman yangınlarıyla boğuşuyor. Sermaye şebekelerinin doğa düşmanlığı, yağmacılığı iklimleri de değiştiriyor, Sibirya’dan Akdeniz havzasına her yanda ormanlar tutuşuyor… Ama hiçbir ülkede, hiçbir yöneticinin fark edemediği gerçeği, sadece ve sadece bizimkiler teşhis ediyor, yangın terörü kavramı bu topraklarda icat ediliyor, dünyaya armağan ediliyor.
Gerçi destancılıkta maharetini defalarca kanıtlayan Tarım ve Orman Bakanı’nın başarılı uygulamalarıyla patates-soğan gibi en yaygın, en temel ürünlerde kıtlık hasıl olunca anında bir başka terör türü saptanmıştı, hatırlayınız: Hal terörü!
Hal-kabzımal, derken yangın, yerine göre muhalefet gibi dışarıda pek bilinmeyen terör türlerinin bizde öne çıkması destanların da kaynağını oluşturuyor. Bela ne kadar büyük ve çeşitliyse zafer ve destan da ona göre gerçekleşiyor. Bu sayede yepyeni bir gerçeklik, yepyeni bir insan ve toplum inşa ediliyor.
Terör icatçılığı ve destancılığın izleri sürülürse, 2016’da Oxford’un yılın sözcüğü ilan ettiği, ABD’de Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyan post-truth kavramının, ona eşlik eden alt-right’ın; hakikat ötesi ve alternatif sağ olgusunun patentini üstümüze alma gibi yepyeni bir destan daha yaratabiliriz.
YENİ HAKİKAT, 40 YILLIK SALTANAT
Post truth–hakikat ötesi ifadesi ve pratiğinin yaygın dolaşıma ve sözlüklere girmesi beş, altı yıl ama bizdeki uygulama kırk yılı buluyor. 12 Eylül darbesinin ardından her tür siyaset yasaklanmakla kalmadı; lanetlendi, terörle özdeşleştirildi. Adı “sivil” ve “liberal” iddialı ANAP döneminde de muhalefet, her zaman “12 Eylül öncesine dönme isteklisi” olarak siyaset karşıtı darbeci siyaset sürdürüldü.
Kırk yıllık dönemin 2002 sonrası tek parti –şimdi ittifaklı- iktidarı, önceleri “milli irade”, ittifaklı son beş yılında da beka söylemiyle siyaseti kendisinden başka herkes için yasaklama politikasını geliştirdi, ileri boyutlara taşıdı. Denetimsiz HES’lerin, maden ocaklarının, çevre yağmasının yarattığı her tür kaza bela, üretici karşıtlığının yarattığı darlık–pahalılık, terör olarak etiketlendi. Hakikat ötesi bolluk–zenginlik, zafer destanı günübirlik hale geldi.
Sırp kökenli Amerikan oyun yazarı Steve Tesich, Bush dönemini, “neo-con”; yeni muhafazakar/yeni liberallerin fütursuz kurguculuğunu konu ettiği 1992 tarihli Government of Lies (Yalanlar Hükümeti) yazısında kullanmıştı post-truth kavramını. 2004’de yine ABD’li Ralph Keyes, 21. yüzyılın ilk tanımlarından biri haline getirdi kavramı. “Günümüz dünyasında yalan ve aldatma” altbaşlığını taşıyan kitabına Hakikat Sonrası Çağ adını verdi.
Ama görülüyor ki biz ABD’den daha ileriyiz alternatif, en hakiki hakikatleri ve destanları yaratmakta.
***
Afetlerden kurtulmak, bu beynelmimel hakikat icatçılığıyla baş etmekten geçiyor.
- İYİ Parti başkanı Akşener’in esnaf ziyareti üzerine Zekat galeyanına gelen 40 yaşında, takkeli şalvarlı beyefendinin kara çarşaflı eşlerinin ifadesidir “Sivas gibi yere o karı gelemez”.
- Sekizinci Milli Eğitim Bakanı henüz göreve başladığı için yeni sistem değişiklikleri ve destanlar gelecektir elbette.