Afşin Kum: Okura siyasi bilinç aşılamak gibi bir derdim yok

Afşin Kum'la öykü kitabı 'Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru'nu konuştuk. Kum, "Mutlu sonlardan kaçınıp okuyucuya siyasi bilinç aşılamak gibi bir derdim yok. Sadece gerçekçi olmaya çalışıyorum" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Esra Kökkılıç

DUVAR - Ödüllü yazar Afşin Kum, iki romanından sonra öykü kitabı 'Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru' ile okurların karşısında. Transfer olan ruhlardan yavaş ölen bedenlere, sistemin maymunlarından mahallenin yamyamlarına, spekülatif kurgunun tekmili birden karakterlerinin arzı endam ettiği, hayal gücünün sınırlarında gezinirken entropinin de peşinde koşan on dokuz öykü...

Yazarın ilk romanı 'Sıcak Kafa', küresel pandemiden birkaç yıl önce 2017’de ilk kez yayımlandı. Dünyayı kasıp kavuran bir delilik salgını üzerine vakti zamanında çalışmış eski dilbilimci Murat Siyavuş üzerinden anlattığı sürükleyici hikayesinde adeta birkaç yıl sonrasını yansıtıyordu. Yayımlanmasının ardından geçen sürede yaşanan pandemiyle örtüşmesi bakımından senaristlerin de ilgisini çeken kitap, Netflix’in Türkiye yapımı orijinal dizileri arasına girdi.

İkinci romanı 'Kübra' ise insana ve makineye, akla ve vicdana, inanca ve iktidara dair keskin ve hızlı bir maceraydı.Üçüncü kitabıyla da okurları yine şaşırtmaya, düşündürmeye, dilbilim kurgunun sınırlarında gezinmeye devam ediyor Afşin Kum.

Afşin Kum'la, yazdıklarında hayatta dair belki de hepimizin ara sıra merak ettiği ama peşine takılıp da devamını uzun uzadıya düşünmediği konulardan bulduğu yaratıcı fikirleri birer ipucu gibi alıp zihninin koridorlarında titiz bir dedektif gibi ipuçlarının izlerini sürerek dantel gibi işlediği öykülerinden yola çıkarak öykülerindeki temalar üzerinden geleceğe ve günümüze dair tahayyüllerimizi konuştuk.

Öykülerinizin hepsinde okurun dikkatini çeken bir çember hali var. Her öykünün hikayesi bazen metaforik bazen de zamansal olarak başladığı yere dönüyor. Her öykünün başladığı yerde bitmesi bir yandan da bana içinden çıkamadığımız dünyanın tasviri gibi geldi. Yazarken okura böyle bir duygu vermek istediniz mi?

Kitabın son öyküsü 'Yol Bitmez', doğrudan zamanın ve mekanın döngüselliği üzerine bir öykü ve son öykü olarak seçmemde bunun payı var. Kitabın bitmeyen bir öyküyle bitmesi fikri hoşuma gitti. Ama siz sorunca fark ettim, başka birçok öyküde de sonunun başına bağlanması ya da ona benzer bir numara var.

Zamanın döngüselliği teması beni uzun zamandan beri büyülüyor. Hatta okul zamanlarında bu konuda bir makale yazmışlığım da var. İnsan, kendi hayatını çizgisel olarak algılıyor, doğumla ölüm arasında, iki kapılı bir handa gündüz gece bir yürüyüş. Ama doğaya baktığınızda, hareket gördüğünüz her yerde bir tür döngüsellik var. Yaşam döngüsü, gezegenlerin döngüsü, elektronların döngüsü... Döngüsel zaman, çizgisel zamanı içinde eritiyor. Öykü kurgusu içinde de, öykünün bittiği yerde bitmemesi, hep yaşamaya devam etmesi gibi bir duygu veriyor, sanırım onu seviyorum.

Afşin Kum

'Bir Tuhaf Sarkaç' öykünüzde de benzer bir döngüsellikten bahsetmek mümkün diye düşünüyorum. Kimilerine göre biraz sert olabilecek bir konuyu, okurun kafasını da biraz karıştırarak spekülatif kurgunun sınırsızlığı sayesinde yine bir çembere, hatta belki de bir spirale oturtuyorsunuz diyebiliriz sanırım. Yukarıdaki cevabınızdan aslında bu öykünüzün de bittiği yerde bitmemiş olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Doğru. 'Bir Tuhaf Sarkaç', iki cinsiyet arasında sarkaç gibi gidip gelen bir karakterin hikayesini anlatıyor. Biz onu en son erkek olarak bırakıyoruz ama öykü bitse de karakterin hayatı devam ediyor. Hatta karakter bize bundan sonrasını da yaşadıkça anlatmayı vaat ediyor ama anlatır mı, anlatmaz mı bilemem.

'NASIL HİSSEDİYORSAM ÖYLE YAZIYORUM'

Öykülerinizin genelinde hep iyi fikirlerden ilmeklenerek örülmüş fantastik diyebileceğimiz kurgular var. Ama nedense iyiler/kötüler dikotomisinde kazanan ne yazık ki tuttuğumuz takım olmuyor. Gerçekten geleceğimizi bu kadar umutsuz mu görüyorsunuz?

Kendimi bu konuda umutsuzdan ziyade nötr olarak görüyorum. Her şeyin her an daha kötüye gittiğini düşünmüyorum. Ama bir 21. yüzyıl insanı olarak, 19. yüzyıl insanları gibi, insanlığın teknolojik gelişmeyle, bir ok gibi hep daha ileri gideceği fikrine hâlâ inanıyor olmamı da hiç kimse beklemesin. Dolayısıyla, nasıl hissediyorsam öyle yazıyorum. Mutlu sonlardan, katarsislerden kaçınıp okuyucuya siyasi bilinç aşılamak gibi bir derdim yok. Sadece gerçekçi olmaya çalışıyorum. Spekülatif hikayeler kurgulasam da, kendi gerçekliklerine ve bildiğimiz kadarıyla hayatın gerçekliğine sadık olmalarına özen gösteriyorum. Sonuçta böyle şeyler ortaya çıkıyor.

Hayatın gerçekliğinin içinde de mutlu sonlar var elbette, sizin öykülerinizi de hepsi mutsuz sonla bitiyor diyemem. 'Yeşim’in Peşinde' ve 'Engin Abi ve Ger-çekleri' de bakanın gözüne göre “mutlu sonlu” öyküler pekala. Birinin mutluluğun bir diğerinin acısı olması üzerine de kafa yorduğunuzu düşündüm. Haksız mıyım?

O iki öyküde de tam bir mutlu son yok aslında. İşler bir şekilde tatlıya bağlanıyor ama aslında öyküye konu olan ruhsal durumlar, derinlerde bir yerde yaşamaya devam ediyor. Mutluluk çoğu zaman bir “idare edebilme hali” gibi geliyor bana. Bazen, idare edebilmek için, başkasının acısına karşı duyarsızlaştırabiliyor insan kendini. Bir yandan da mutluluk kaçınılmaz olarak hayat şartları ile ilgili. Varlık, yokluğa göre daha çok mutluluk getiriyor. O da, maddenin sakınımı gereği herkeste birden olamıyor.

'YAPAY ZEKANIN İNSANDAN DAHA YARATICI OLACAĞI BİR ÇAĞ GELECEK'

Öykülerinizden birinde yapay zeka ile edebiyat üretimi üzerine küçük bir paragraf var. Çevirilerden arka kapak yazılarına, tanıtım bültenlerinden reklam metinlerine yapay zeka kullanımının çoğaldığı ve yayıncılık dünyasının sıklıkla bu konuyu tartıştığı bir dönemde sormak isterim, yapay zeka ile yapılan/yapılacak edebi üretimler bir gün insan üretimini gerçekten geçecek mi sizce? Yapay zeka da bir gün bir bilinç olup empati kurabilecek mi?

Bu soru son zamanlarda sıkça karşıma çıkıyor. Söz konusu 'Ekmek Parası' adlı öykü, bugün “iş” olarak nitelediğimiz her şeyi makinelerin yaptığı, dolayısıyla edebi eserleri artık insanların değil bilgisayarların ürettiği bir çağda geçiyor. Bunun gerçekleşmeyeceğini düşünseydim bu şekilde yazmazdım elbette. Bilgisayarların ellerinde etkili bir algoritma, yeterli veri ve işlem gücü olduğunda, insan yetkinliğinde edebi eserler üretmesinin önünde bir engel göremiyorum. İnsanın içsel yaşam deneyimine sahip olmamaları, öyleymiş gibi yapmalarına engel olmaz. Empati de aslında bakarsanız, bir nevi –mış gibi yapmaktan başka bir şey değil. Bir bilince sahip olacak mıdır, kendi varlığının bilincinde olacak mıdır, bu bağlamda pek önemi yok. Edebiyat üretmek için, ne yazdığının veya onu niye öyle yazdığının bilincinde olmak gerekiyor mu? Bilinçli yazanla bilinçsiz yazanı ayırt edebilir miyiz? Aslında insan yazarların çoğunda da böyle bir bilincin olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla bu soruya cevabım, kesin bir evet. Yapay zekanın insandan daha yaratıcı olacağı bir çağ gelecek. Çok uzak da değil.

Yaratıcılık konusunda size katılıyorum, insan tahayyülünün çok ötesinde, özellikle insan beyninin işleyemeyeceği kadar bilgi işleme becerisine sahip bir zekanın sınırları belli olan insanın hayal gücünün ötesine geçebileceğini ben de düşünüyorum. Ama burada aklıma Jules Verne geliyor. Çağının biliminin ve tahayyülünün çok ötesinde bir öngörüyle geleceğe dair yaptığı “kehanetler” özellikle bilimsel alanda neredeyse bugünün teknolojisiyle birebir örtüşecek derecede. Ama bir sömürgeci olan ve “Batı’nın gelişmişliği”ne canı gönülden inanan Verne, yazdığı kitaplarda hep bu “aydınlanmacı” üslubu da koruyor. Yapay zeka da acaba kendini böyle üstten bir yere konumlayacak kadar insanileşecek mi acaba?

Bilim kurgu yazarlarının, teknolojinin gelişimine verdiği ilham meselesini fazla abartmamak gerektiğini düşünüyorum. Jules Verne, 'Ay’a Seyahat'i yazmasaydı Ay’a gidilmez miydi? 'Arzın Merkezine Seyahat’i de yazdı ama oraya gitmeye kalkışan yok. Verne tabii daha önce bahsettiğim 19. yüzyıl insanlarının tipik bir örneği. İlerlemeye mutlak bir inancı var. Bizim yaşadığımız çağda, teknolojik gelişme hız kesmeden devam etse de, insanlığın ilerlediğine dair inanç sönümlenmiş durumda. Yapay zekanın insan zekasını aşması durumunda elbette teknoloji geliştirme ve dolayısıyla kendisi de bir teknoloji olduğuna göre kendini geliştirme kabiliyeti de artacak. Sonunda tanrısal bir mertebeye ulaşacak. Kendisini Tanrı olarak görmeye başlar mı? O başka bir kitabın konusu.

Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru, Afşin Kum, 208 syf., April Yayıncılık, 2023.

Öykülerinizin birçoğunda “dördüncü duvarı yıkmak” olarak tabir edilen, karakterin izleyiciye/okuyucuya hitap etmesi yöntemini açıkça ya da örtülü olarak kullandığınızı düşünüyorum. Okuru hikayelerinizin gerçekliğiyle sarsarken onu bir de hakikati görmeye ve buna göre konumlanmaya da davet ettiğinizi söyleyebilir miyiz?

Dördüncü duvarı yıkmayı, ya da üstkurmaca dediğimiz alanı kullanmayı kendime serbest bırakıyorum. Okuyucuyu irkiltmek, ya da kendini kaptırdığı hikâyeden çıkarıp tokatlamak gibi bir niyetle değil, daha çok okuyucuyla bir tür samimiyet kurmak için. Özellikle üçüncü kişi anlatımlarında zaman zaman içime dert olan, bütün bu anlattığım şeyleri nereden bildiğim sorunsalının hiç kimsenin kalbini kırmayacak bir çözümü aslında. Biliyorum, çünkü siz de biliyorsunuz ki hepsini ben uydurdum. Bunu da zırt pırt hatırlatıp tadınızı kaçıracak değilim ama durum bu. Öte yandan, kitaba adını veren öyküdeki, bunu bir miktar aşan bir durum, öykünün konusuyla doğrudan ilintili. Onu keşfetmeyi de okuyucuya bırakmakta fayda var.

Sizin için de inanç (inanılan her ne olursa olsun) uğruna verilen savaşlar bir varoluş mücadelesi mi aslında?

Evet ama sizin varoluşunuzun değil inancınızın varoluşunun mücadelesi. Bir inancın soyu, o inanca sahip hiç kimse kalmadığında tükenir. Modern toplumun işleyebilmesi için öyleymiş gibi yapmaya çalışsak da, inanç asla kişisel bir şey değildir. İnançlarınızı içinde bulunduğunuz ya da içine doğduğunuz topluluk belirler. İnsan zihni topluluk içinde, kendi başına olduğundan çok farklı davranır. İnancınız sizi kendi varlığı için savaşmaya itiyorsa, bunu yapmayan inançlara göre hayatta kalma şansı yüksektir. Tipik bir doğal seçilim örneği.

'21. YÜZYILIN BİZE ÖĞRETTİĞİ ŞEY SAVAŞTAN VE FAŞİZMDEN KOLAY KURTULUŞ OLMADIĞI'

'Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru' isimli öykünüz adeta günümüz dünyasının bir alegorisi. “Düz dünyacı”lardan “inançlı cahiller”e, “bilim sevdalıları”ndan “sokaktaki adam”a kadar otuz iki kısım tekmili birden herkes o 50 sayfada hayat buluyor ve sanki gelecekten retrospektif olarak bugüne bakıyoruz. İçinde yaşadığımız dünyanın aslında başka bir dünyanın safrasını kustuğu bir dünya olmasını ne kadar isterdiniz?

21. yüzyılın bize öğrettiği şey, savaştan, yıkımdan, soykırımdan, fanatizmden, faşizmden kolay kolay kurtuluş olmadığı. Ben bu öyküyü yazdığımdan beri, dünyanın gözü önünde iki inanılmaz insani felaket yaşanmakta. Rusya, durup dururken Ukrayna’ya saldırdı, yüz binden fazla insan öldü. İsrail, Filistin halkına karşı insanlık dışı bir etnik temizliğe girişti. Uygar dünyanın artık böyle şeylere izin vermeyeceğini sanıyorduk ama durum hiç öyle değil. İnsanlık zalimin yanında saf tutuyor. Dünya, tepemize traktör yağmıştan beter olacağımız bir geleceğe doğru sürükleniyor. Günümüzde cehalet artık bir yokluk değil bir tercih. Buna rağmen insanlığın çoğunluğunun cehaleti tercih etmesi, bir yanıyla hayret verici, bir yanıyla ise giderek daha iyi anladığımız insan tabiatıyla pek de ters düşmediğini fark ediyoruz. İnsan, her yönüyle bir hayvandır. Onun hayvandan kategorik olarak farklı olduğuna dair bir yanılgıya kapılırsanız, size bir hayvan olduğunu, hatta hayvanların en beteri olduğunu acı bir şekilde hatırlatıyor. Hep böyle mi olacak? Bilemiyorum. Belki yapay zeka kontrolü ele alacak ve biz, 'Ekmek Parası'nda olduğu gibi “sistemin maymunları”na dönüşeceğiz. Belki de barış içinde yaşamanın yolunu kendimiz bulacağız.

İnsanın bir hayvan olduğuna yukarıda söyledikleriniz ışığında 'İnsan Sevgisi' öykünüzü bir daha düşündüm açıkçası. Bugünün dünyasındaki o “tüketimi” mecazla vermişsiniz diyebilirim. Benim sanırım sizin kadar bir umudum yok geleceğe dair. “Kaybolan İnsanlık” benim gelecekten beklentime daha çok uyuyor. Sizin geleceğe dair umudunuzu en çok hangi öyküde görüyoruz diyebiliriz?

Kitapta geleceğe dair en belirgin öngörü, daha önce değindiğim 'Ekmek Parası' öyküsünde. İlk bakışta ütopya gibi görünen ama biraz içine girince distopyaya tosladığınız bir düzen. Aslında bizim çağımız da hem ütopya hem distopya özellikleri taşıyor. Yüz yıl öncesinden birini getirip alelade bir süpermarkete soksanız, herhalde cennete geldiğini düşünür. Öte yandan aynı kişi, insanların gözlerini ellerinde tuttukları dikdörtgen şeklinde bir nesneden ayıramadıklarını gördüğünde, bu çağın insanlarının efsunlanmış olduğunu sanabilir. Yüz yıl sonrası da bizim için benzer olacaktır. İnsanlığın yakın zamanda kendini imha edeceğini sanmıyorum. Ama hayatı kendi kendimize çekilmez kılmak konusunda şaşırtıcı bir yeteneğimiz var. Ondan da yakın bir zamanda kurtuluş yok korkarım.