YAZARLAR

'Ağaç kökü yesinler'

Market zincirleri içki reyonlarını kapattığına ve tekel bayilerinin içki satışının İçişleri Bakanı’nın sözüyle engellendiğine göre bir kural vardır. Peki nerede konmuştur?

20 Temmuz 2016’da ilan edilen istisnai rejim, AKP-MHP ittifakının bu ülkenin bütün yurttaşlarına reva gördüğü istibdat düzeni olarak uygulanmaya devam etmektedir. Bu tezi, 26 Nisan 2021’de yayımlanan ve on sekiz günlük kapanma öngören genelge bağlamında, rejimin hukuksal, siyasal ve sosyal inşası bakımından hep birlikte sınayalım.

GENELGENİN HUKUKİ STATÜSÜ

Genelgeler, Anayasa’da yer alan bir irade beyanı türü değil. 2017 yılında kabul edilen anayasa değişikliği/rejim değişikliği sonrasında Anayasa’da düzenleyici işlem yapma yetkisi Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerine, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarmak üzere tanımlanmış. Bu nedenle, genelgeler de idarenin ilke kararı, sirküler, tebliğ, tamim, talimat gibi çok çeşitli adlarla yapılan irade beyanlarını işaret etmek için kullanılan adsız düzenleyici işlemler kategorisinde yer alıyor. Adsız düzenleyici işlemlere bir kategori demek dahi doğru olmaz. Hukuki rejimini belirlemek neredeyse imkansız, çünkü anayasal dayanağı olan bir yetkiden kaynaklanmaz. Fakat idare sıklıkla hatta genel bir yönetme biçimi olarak adsız düzenleyici işlemlere başvurarak kural koymaktadır. Yine de hukuk düzenimiz içinde yargı kararlarıyla sağlamlaşmış bir yeri olan bu düzenlemelerin, idarenin diğer bütün işlemleri gibi hukuka uygun olması zorunlu. Hukuka uygun olmasının koşulları da belli. Anayasaya, kanunlara ve Cumhurbaşkanı kararnamelerine uygun olacak, dolayısıyla her idari işlemde olduğu gibi yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönünden sakat olmayacak. Daha açıkça söylemek gerekirse bu kurallar normlar hiyerarşisi bakımından anayasa, kanun, cumhurbaşkanlığı kararnameleri hatta bir görüşe göre de yönetmeliklerin altında yer alıyor. Bu uygulayıcı kuralların sırasıyla hepsine uygun olması gerek. Peki 26 Nisan 2021’de duyurulan genelge ile ne yapılıyor? Öncelikle duyurulmasından başlayalım. Genelge, Cumhurbaşkanlığı kabinesinde alınan kararlar doğrultusunda çıkarılmış. Yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı bu kararları neden bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlemediğini ya da adsız düzenleyici işlem yapma yetkisini neden kendisinin kullanmadığını bir tarafa koyalım. Bu kuralların, Cumhurbaşkanı tarafından sözlü olarak söylendiğinde mi yoksa İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü Genelge yayımladığında mı yürürlüğe girdiği bile belli değildir. Örneğin bir önceki kısıtlamaları getiren genelge 14 Nisan’da yayımlanmış ama Cumhurbaşkanı tarafından 13 Nisan’da duyurulmuştur. Aradaki bir günde örneğin açık olan restoranların durumu ne olacaktır? Bunu ne restoran sahipleri ne de uygulayıcılar bilmekte, ama kolluk yazılı bir kural olmamasına rağmen cumhurbaşkanının sözüne dayanarak açık olan işletmelere ceza kesebilmektedir.

Tüm bunları bir kenara bırakalım. Anayasanın ruhunu oluşturan ilkelere aykırı olan ve Anayasada güvence altına alınmış hakları kısıtlayan bu düzenlemelerin kanunla, hatta kararname değil bir adsız düzenleyici işlemle yapılmasını nasıl açıklarız? Müslümanlarca kutsal kabul edilen Ramazan ayında içki satılmasını yasaklama anlamına gelen, salgına ilişkin hiçbir sebebe dayanmadığı için sebebini dinsel bir kaynaktan alan kural laiklik ilkesine aykırı değil midir? Fakat öncelikle bu kural var mıdır? Şöyle açayım. Kural yazılı olarak yoktur, fakat nasıl cumhurbaşkanı sözüyle kural koyuyorsa içişleri bakanı da sözüyle kural koymuştur. Peki bu kural var mıdır? Market zincirleri içki reyonlarını kapattığına ve tekel bayilerinin içki satışının İçişleri Bakanı’nın sözüyle engellendiğine göre bir kural vardır. Peki nerede konmuştur? Anayasanın ruhunu ihlal eden kural, bir bakanın sözüyle getiriliyor. Peki seyahat hakkı başta olmak üzere, toplanma ve gösteri yapma hakkı, çalışma hakkı, zorunlu bir üretim yapmadıkları halde fabrikalarda, şantiyelerde çalışanların yaşam hakkı gibi haklar nasıl düzenleniyor? Genelge ile mi? Cumhurbaşkanının ulusa seslenişi ile mi? Anayasa’nın 13. Maddesi’nde bu hakların yalnızca kanunla sınırlanabileceği yazarken normlar hiyerarşisinde kanunla ciddi bir mesafesi olan bir idari işlemle bu nasıl yapılabilir? Ya da cumhurbaşkanının sözüyle artık yapılabilir hale mi geldi? Umumi Hıfzıssıhha Kanunu mu diyeceksiniz? Neresine dayanıyorsunuz? Mesela Cumhurbaşkanı’nın uygulamakla görevli kılındığı bu yasanın 83. Maddesinde yer alan “zorunlu olarak tecrit edilmiş kurum ve ailelerden ihtiyacı olanların iaşesinin hükümet tarafından karşılanması” kuralı neden uygulanmıyor? Bu insanlar ağaç kökü mü yiyecekler?

OHAL REJİMİ HEPİMİZ İÇİN

Tüm bu soruların bir yanıtı var. Hukuk içinde verilemeyen bir yanıt. Türkiye, 2016’da OHAL’in ilan edilmesiyle zemini sağlanmış bir istibdat rejiminin içindedir. OHAL ilan edildiğinde dönemin başbakanı Binali Yıldırım, OHAL’i vatandaş için değil, devlet için ilan ettiklerini söylemişti. Ne kadar doğru söylemiş. Yeni bir devlet kurmak için, tüm yurttaşlara ait olanı kendilerinin kılmak için için OHAL ilan etmişlerdi. Aynı günlerde AKP Isparta İl Başkanı olan şahıs, Anayasaya aykırı (OHAL dönemi için de aykırı) KHK’lerle ihraç edilen kamu personeli için “ağaç kökü yesinler” demişti. Ne kadar da herkes için genel bir rejimden bahsetmiş. Bugün ülkede neredeyse hiçbir destekten yararlanamayan milyonlarca insanın mahkum edildiği yoksunluk düzeninin o günden kurulduğunu daha iyi kanıtlayan ne olabilir?

Bugün temel hak ve özgürlüklerimiz, bir genelge ile kısıtlanabiliyorsa bu OHAL düzeni içinde yaratılan istisnai rejimin devam ettiğini bize söylemektir. Laiklik ilkesi İçişleri Bakanı’nın talimatıyla yok sayılıyorsa bu yaratılan yeni rejimin siyasal meşruiyet kaynağını halktan değil, tanrısal bir kaynaktan aldığını göstermekte, egemenliğin kaynağını değiştirmektedir. Bugün devlet halktan fedakarlık istiyor, anayasa ve kanunların getirdiği “zorunluluk” uyarınca cebri olarak tecrit ettiği yurttaşına vermesi gereken iaşe desteğini vermiyorsa bu OHAL düzeni ile kurulan rejimin sınıfsal içeriğini, kime hizmet ettiğini göstermektedir.

OHAL rejimi kurulduğunda hepimiz içindi. Hepimizi hukuki güvencelerinden yoksun bırakan, hepimizin geçimsel olanaklarını elinden alan, hepimizin siyasal katılımını engelleyen bu rejimin sınırlarına taşındığı bir duraktayız. Bu son durakta, demokrasi mücadelesinin sınıfsal bir mücadele olduğunu; yasa önünde eşitliğin koşulu olarak hukuk devletinin, siyasal eşitliğin koşulu olarak laikliğin ve anayasal yurttaşlığın, siyasal katılım araçlarının kullanılmasını sağlayacak özgürlük ortamının ve eşit, insanca yaşamanın zemini olarak sosyal devletin savunusunun olmadığı bir muhalefet stratejisinin ancak istibdat rejimine hizmet edeceğini görmek, göstermek zorundayız.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.