Ah bizim şu beyaz körlüğümüz
Körleşenlerin her şeyi kapkara görmeleri gerekirken süt beyazı görürler. “Beyaz körlük”tür bu... Veya canı istediğini görüp istemediğini görmezden gelme seçiciliği de diyebilirsiniz. Sosyal medya, anaakım medya, yurttaş gazeteciliği, dijital devrim bu kadar gelişmişken gözlerin görmemesi mümkün değil. Ancak “gerçek” anlamıyla görebilenler, gözleriyle değil “vicdanları” ve “sağduyularıyla” görebilenler.
“Neler görmek zorunda kaldığımı bir bilebilseydin,
gözlerinin görmemesini isterdin.”
Körlük, Saramago
Nobel edebiyat ödülü sahibi Portekizli yazar José Saramago’nun Körlük romanında, trafik ışıklarının yeşile dönmesini bekleyen adamın direksiyon başında birdenbire kör olmasıyla başlayan, körlük salgınının bütün kente, ardından tüm ülkeye ürkütücü şekilde yayıldığı, bütün körlerin karantinaya alındığı, insanların hayatta kalmak için bencilce bir mücadele verdiği konu alınırken, bir yandan da metaforlarla toplumdaki yabancılaşma ve kayıtsızlık da çok çarpıcı bir ironiyle anlatılır.
“Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük...,” der Saramago.
Ve “sonsuz bir gündüz” yaşayan körler ülkesinde, iyilerle kötülerin ezeli ve ebedi mücadelesini irdeler, çünkü “bazı körlerin sadece gözleri değil, zihinleri de kördür”.
Körleşenlerin her şeyi kapkara görmeleri gerekirken süt beyazı görürler. “Beyaz körlük”tür bu... Veya canı istediğini görüp istemediğini görmezden gelme seçiciliği de diyebilirsiniz.
Benim de uzun süredir çocuklara dair istatistikler gördükçe onların sorunlarına kayıtsız kalışımız, kalıcı çözümler üretemeyişimiz, eylem planlarındaki süslü püslü cümleleri gerçek hayata türlü sebeplerle aktaramayışımız, yani bir nevi gerçek karşısındaki “beyaz körlüğümüz” aklıma geliyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son resmi verilerine göre Türkiye’de güvenlik birimlerine gelen veya getirilen cinsel suç mağduru çocuk sayısı, 9 yılda yüzde 287 arttı, yani neredeyse üç katına çıktı. 2014 yılında 11 bin 95 olan cinsel suç mağduru çocuk sayısı geçen yıl 31 bin 890'a yükseldi.
Güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocuklar geçen yıl 601 bin 754 olaya karıştı ve bunların 259 bin 106'sında mağdur iken, 206 bin 853'ünde kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddia edildi. Suç mağduru olarak gelen veya getirilen çocukların yüzde 13,7'si, cinsel suç mağduru çocuklar olup, bunların 4 bin 151'i erkek, 27 bin 739'u kız çocuk idi.
O çocuklar hiç büyümüyor, sayıları, yaşları veya yılmazlıkları yanıltmasın sizleri...
Hayat insanı nereden yaralıyorsa, tam da oradan büyümeye başlıyor insan. Bu çocukları, çocukluklarından yaralayıveriyor hayat ve çocuklar tam da o yara aldıkları yaşta kalıyorlar aslında. Büyüyemiyorlar.
Rakamlar ise onlara inat büyüyor; kendilerini fazla gizlemeksizin devleşiyor. Bu rakamlar birbirlerinin üzerine eklemleniyorlar yıllar boyu ve bize karşımızdaki sorunun ucunu bucağını göstermeye çalışıyorlar. Politika önerileri, ancak bu rakamların ortaya koyduğu verilerden yola çıkılarak desteklendiği zaman anlam kazanıyor.
Önce kavramları doğru tanımak ve tanımlamak gerek. Çocuklar açısından cinsel suç mağduru olmak; basit cinsel istismar, nitelikli cinsel istismar, cinsel taciz ve reşit olmayanla cinsel ilişkiyi kapsıyor ve Türk Ceza Kanunu kapsamında fail açısından cezai sonuç doğuruyor.
Saramago, Körlük romanında, “Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı,” der. Peki, ceza mahkemelerinde çocuklara karşı işlenen suçlar dolayısıyla açılan davaların büyük çoğunluğunu cinsel suçların oluşturduğu bir ülkede, her şeye rağmen ümitvar kalabilmek adına çabaladığımız bu günlerde en azından çocuklar adına umudu tüketmemek için ne yapmalı?
Öncelikle, Türkiye’nin de taraf olduğu ve her ne hikmetse seçim öncesi dönemlerde “çekilmemiz” yönünde hedef gösterilen Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, yaygın ismiyle Lanzarote Sözleşmesi hükümlerinden sapmamak, bu Sözleşme’yi bir referans olarak kabul etmek gerekiyor.
İsmini, imzalandığı yer olan İspanya’nın Lanzarote adasından alan Sözleşme uyarınca Türkiye, çocukların cinsel suç mağduru olmasını önlemek üzere önleyici-koruyucu ceza hukuku alanı oluşturmakla, bu konuda özel bir denetim mekanizması kurmakla, çocukların üstün yararını gözetmekle ve çocuk pornografisiyle mücadele etmekle yükümlü.
TÜİK rakamlarındaki bu artış aslında çok da şaşırtıcı değil. Çocuklara yönelik cinsel suçlarda yıllardır süregelen cezasızlık algısı, aslında üzerimize doğru son süratle yaklaşan trenin habercisiydi. Bu cezasızlık, denetimsizlik ve hesapvermezlik algısının, failleri, çocuklara yönelik cinsel suçlar konusunda teşvik edeceği de beklenen bir sonuçtu.
Körlük’te tüm ülkede gözleri gören tek kişi olan “doktorun karısı”nın eşine dönerek, “Neler görmek zorunda kaldığımı bir bilebilseydin, gözlerinin görmemesini isterdin,” demesi misali...
Sosyal medya, anaakım medya, yurttaş gazeteciliği, dijital devrim bu kadar gelişmişken gözlerin görmemesi mümkün değil. Ancak “gerçek” anlamıyla görebilenler, gözleriyle değil “vicdanları” ve “sağduyularıyla” görebilenler. Onlar, ancak olaya doğru şekilde bakanlar ve çözüm önerileri geliştirenler...
Bunun en çarpıcı kanıtını, altı yaşından beri cinsel istimara uğrayan ve 2012 yılında dosyaya takipsizlik kararı verilmesine rağmen hak arayışına devam eden H.K.G.’nin yaşadıklarının medyada büyük yer bulmasının ardından dava sürecinin yeniden başlamasıyla birlikte gördük.
Çocuklara yönelik cinsel suç ve istismar vakaları konusunda İstanbul Barosu’ndan uzman avukat Kardelen Yarlı, son dokuz yılda yaşanan üç kat artışın ardında farklı sebepler olduğuna ve konunun çok-katmanlı irdelenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Yarlı’ya göre; giderek normalleşen “cezasızlık algısı” sonucunda çocuklara yönelik işlenen cinsel suçlarda “üç gün yatar, beş yıl yatar çıkarım” yaklaşımı ağırlık kazanıyor veya geleneksel kabuller sonucunda bu tür suçlar normalleştikçe, “çocuktur, korkar” diye düşünülerek çocuğun failin “malı” olduğu algısı yaygınlaşıyor. Bu da birçok açıdan, çocuğun durumu adli mercilere ulaşana dek, çocuğun “hem dövülebileceği, hem sevilebileceği” yönünde yaygın bir hak ihlaline zemin hazırlıyor.
Tıpkı Körlük romanının sonunda doktor ve karısının arasında geçen o çarpıcı diyalogdaki gibi aslında her şey: “Neden kör olduk, bilmiyorum. Belki bir gün nedenini öğreniriz. Ne düşündüğümü söylememi ister misin? Söyle. Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük. Gören körler mi? Gördüğü halde görmeyen körler.”
Gerek depremler, gerekse pandemi ve ekonomik krizlerin de doğrudan sonuçlarından biri, tüm suçlarda olduğu gibi, toplumun “en zayıf ve savunmasız halkalarından” görülen çocuklara yönelik suçlarda da artış eğilimi ve “gördüğü halde görmeyen körlüğün” artışı... Gördüğü halde, konformizminden çıkmamak adına bir şey yapmama, uzmanları dinlememe, Batı’daki en iyi uygulamalardan ders almama körlüğü... Bir nevi “seçici körlük”...
Yarlı, çocukların en temel bedensel hakları karşısında bu bilinçli körlükle mücadele kapsamında, devlet koruması altındaki kurumlarda da çocuklara yönelik cinsel suçlar konusunda çok katı ve düzenli denetimler olması gerektiği görüşünde.
Ancak, bu kurumlarda ilgili yetkililere dair cinsel istismar suçlamaları ve ihbarların sonucunda yürütülen soruşturmalarda yetkisizlik ve takipsizlik verilmesi, Yarlı’ya göre, denetim mekanizmasının sert bir şekilde işletilmediği algısını doğuruyor ve cinsel suçlar için de elverişli bir ortama zemin hazırlıyor. Çünkü, Saramago’nun da söylediği gibi, “görmeyen göz, körlüğü, gören göze bulaştırıyor, bu kadar basit.”
Dolayısıyla, çocukların yer aldığı tüm devlet kurumları ve kuruluşlara düzenli denetim yapılması, ihbarların siyaset-üstü şekilde değerlendirilmesi şart.
Bir diğer gereksinim ise, Yarlı’nın da dikkat çektiği gibi, çocuklarla ilgili çalışan yetkililere sürekli ve güncelleştirilmiş bir eğitim verilmesi. Bu kapsamda çocuk şube müdürlüklerinden çocuk hakimlerine, çocuk savcılarına, çocuklarla ilgili sağlık raporları hazırlayan hekimlere dek çocuğa adli sistem içerisinde bir kere bile değen her kişinin sistemli ve güncel bir eğitim alması şart.
Çocuklara yönelik cinsel suçlardaki artış eğilimini tersine çevirmek sadece bununla da mümkün olmuyor.
Yarlı’nın bu açıdan önemli bir önerisi var: “Okul öncesi eğitimden başlayarak çocukların bedenlerine dair söz hakları ve çocuk olmalarından kaynaklı hakları, lise son sınıfa kadar öğretilmeli. Bu eğitimler, müfredat dahilinde konunun uzmanları tarafından güvenli cinsellik eğitimi kapsamında verilmeli.”
Çocuk yaştan itibaren bedenleri hakkında söz sahibi olabilmeleri, haklarını bilebilmeleri, başlarına bu açıdan bir şey geldiğinde müracaat edecekleri birimleri öğrenmeleri ancak bu şekilde mümkün olur.
İdeal olanı ise, bu eğitimlerin zaman içerisinde belediyeler eliyle yetişkinlere de verilmesi. Çünkü sadece çocukları eğitmek yetmez; bu suçlarda asıl failler veya yaşananlara göz yumanlar / ilgili mercilere bildirmeyenler yetişkinler arasından çıktığı için, çocuklara yönelik cinsel suçların ne olduğu, neyin istismar kabul edileceği ve sonuçları konusunda yetişkinlerin de eğitilmesi çok önemli.
Cinsel suç mağduru çocukların sayısındaki bu çarpıcı artışı ve neler yapılabileceğine dair tüm bu çözüm önerilerini düşünürken, 2008 yılında TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu bünyesinde kurulan Meclis Çocuk Hakları İzleme Komitesi’nin UNICEF ile işbirliği halinde zamanında geliştirmiş olduğu ve çocukların hak ihlallerini ve yetkililerden taleplerini bildirmelerini amaçlayan SMS hattı geldi sık sık aklıma...
2009 yılında kurulan bu hat üzerinden çocuklar gerek internet sitesi yoluyla gerekse cep telefonundan kısa mesaj atarak siyasi parti gruplarını temsilen 8 milletvekilinin yer aldığı Komite üyelerine doğrudan ulaşabiliyorlardı.
Amaç, Komite ile çocuklar arasındaki iletişimi artırmak ve çocukların milletvekillerine daha kolay ulaşmasını sağlamaktı. Başvurular arasında çocukların yaşadığı istismar ve cinsel suç mağduriyeti vakaları da vardı.
Başvuru sahiplerinin bilgileri, onlar paylaşılmasını istemedikleri sürece gizli tutuluyordu ve gerekli durumlarda ilgili mercilere bildirimlerde bulunularak sorunlara kaynağında ve üst düzeyden müdahale ediliyordu.
Çocuğun katılım hakkını ve haklarına dair bilinçlenmesini önemseyen bu hat, sessiz sedasız kapatıldı. Sebebini ise hiç öğrenemedik.
Çocuk istismarı ile ilgili bu ve daha nice istatistiği gördükten sonra keşke benzeri bir proje yeniden başlatılsa, UNICEF ve Meclis bu değerli girişime yeniden önayak olsa, çocuklar haklarına dair tüm ihlalleri bu hat üzerinden vekillerine iletse ve artık o suskunluk çemberi dağıtılsa...
Keşke çocuklara haklarını teslim etmede ve bu hakları izlemede beyaz körlüğe teslim olmasak...
Psikiyatri profesörü Engin Geçtan’ın dünyada insanları ikiye ayırması gibi: yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler...
Bir yandan cinsel suçların mağduru olarak bunları yaşayanlar, bir yandan da bu mağduriyet vakalarının kısa sürede üç katına çıkmasını seyrededuranlar...
Bir yandan bu verileri “utanç tablosu” manşetleriyle verip, ondan sonraki günler konuya dair derin bir unutuşa sürüklenenler ve çözüm doğrultusunda kılını kıpırdatmayıp sadece eleştirenler, bir yandan da bu utanç tablosunun artık yok olması için sahada canhıraş mücadele edenler...
Geçtan, “seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler” der.
Çocuk haklarına dair farkındalığımızı her düzeyde artırıp, pandemi haline dönmüş olan beyaz körlükle mücadele ederek gerçekten yaşamaya ve yaşatmaya ne dersiniz?