Ah! Şu lanet ataerkinin zavallı savunucuları…
Cumhuriyetin vatandaşlık ilkesi sayesinde tarikat ve cemaatlere itiraz gücüne erişebilenlerin kendisini kurtarmasının hâlâ mümkün olduğunu göstermesi bakımından kıymetli bir örnek H.K.G’nin yaşamı. Erkek şiddetine karşı kadın mücadelesinin toplumsal cinsiyet eşitliği ekseninde yürütülmesi sayesinde oluşturulan, kadın ve çocukların korunduğu yasalar kendisini kurtarmasına olanak sağladı kuşkusuz.
İsmailağa cemaatinden Hiranur Vakfı kurucusunun altı yaşındaki kızına tecavüz onayı vermesi bile kimilerince savunma pozisyonunda karşılanınca Müslümanlığı, kadınlığı bir kenara bırakalım, kişinin insanlığından utanmaması mümkün değil. “Haberi doğrulamadan yazmak büyük günah” tarzında savunmalar duymak öyle acıtıcı ki. Aynı günlerde Cumhuriyet Kadınları Derneği toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı imza kampanyası başlatınca da öyle. Ve Sevilay Yılman’ın nafaka hakkında yazdıklarını okuyunca da. Yalan-yanlış, çarpıtma bilgilerin, insanlık dışı yorumların revaçta olduğu zamanlardayız.
Birgün’den Timur Soykan’ın haberiyle öğrendiğimiz vahşet, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesinden farksız. Hani şu İslamiyet’in gelişiyle önlenen adet var ya ondan bahsediyorum. Gümüşel’in altı yaşındaki kızına 29 yaşındaki müridinin tecavüz etmesine onay verişi o cahiliye adetinin ta kendisi. Vaktiyle Arap Yarımadasındaki “babanın şerefine ileride halel getirme ihtimali” nedeniyle erkeklere, peşinen kız çocuklarını öldürme hakkı tanıyan, lanetli toplumsal düzenin alışkanlığını günümüzde yaşatan aymazlık bu. Sarık, sakal, cübbeye sarınıp, İslamî kılıfa bürünmüş patriyarka, kız çocuğunun hayatına hükmetme yetkisi tanımış babaya. Cahiliye adetini İslam’ın gereği zanneden bu aymazlık da “ileride kızının kendi iradesiyle evlenmesini önlemek için daha bebek denecek yaşta tecavüz edilerek babanın şerefine zarar vermeyecek bir erkekle zorunlu bağ kurması” hükmü vermiş ki ölümden, öldürmeden farkı yok. Çocukluğunu öldürmüş kızının, gençliğini öldürmüş, hayatını karartmış. Diri diri mezara gömmüş küçücük çocuğu. Çünkü o kız çocuğunun, çevresindeki bütün kadınların Allah’ı (haşa huzurdan) o “hocaefendi” denilen erkek. Anlayış bu olduğu için hayatlarına hükmediyor, kendisini o çocuğa can veren sanıyor.
Bugün H.K.G. kendisini kurtarmış cesur, güçlü kadınlardan birisi. Başarısı İsmailağa, Hiranur Vakfı ve benzeri gruplarda yarı esir hayatı yaşatılanların da kurtulma vesilesi olur umarım. Çünkü kendisini kurtarmasıyla haberine eriştiğimiz bu bir örnek o gruplarda istisna değil usul. Kız ve oğlan çocuklarını, kadınları kendi keyifleri için yaratılmış birer seks kölesi sayan cahiliye ahlakı müntesipleri, başlarındakini Tanrı ve kendilerini de ona bağlı kaldıkları müddetçe gücünü sürdürecek birer yarı tanrı olarak gören putperestlerdir. Kendilerine Müslüman demeleri atalar dinine inandıkları, atalara tapan birer putperest oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Yazık ki devletin yasalarını çiğnemeyi usul haline getirmiş iktidarın bürokratı, polisi, yargısı kim bilir ne tür bir kişisel çıkar hesabıyla veya o putperestlerin taptığına taptığı için belki çocuk ve kadınların mevcut hak arama yollarını tıkayıp, nadiren açılabilen dosyaları karanlık elleriyle örtbas ediyorlar. AKP iktidarının dayandığı ucube sistem, tepeden tırnağa her kademeden insanın parmağının ucuyla erişebildiği mesafedeki kurumsal dokuyu oyması ve şahsi çıkarı için kendine yontması usulünü yaygınlaştırdı. Yine de Cumhuriyetin vatandaşlık ilkesi sayesinde tarikat ve cemaatlere bağlı kalıp tabi olma zorunluluğuna itiraz gücüne erişebilenlerin kendisini kurtarmasının hâlâ mümkün olduğunu göstermesi bakımından kıymetli bir örnek H.K.G’nin yaşamı. Erkek şiddetine karşı kadın mücadelesinin toplumsal cinsiyet eşitliği ekseninde yürütülmesi sayesinde oluşturulan, kadın ve çocukların korunduğu yasalar kendisini kurtarmasına olanak sağladı kuşkusuz.
Gelelim şimdi Cumhuriyet Kadınları Derneği'ne. İsimleri ile zihniyetleri örtüşmeyen bir yapı. Nerede Cumhuriyete aykırı, nerede kadın karşıtı bir durum varsa hemen orada, yanı başında bitiyorlar. Kadın örgütlerinin, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin yanında yer alan sivil toplumun çalışmalarını baltalayarak erkek egemenliğini pekiştirme sevdasına düşmüş bir dernek gibi görünüyor. Hani cumhuriyet belli bir sınıf ve zümrenin çıkarını değil tüm yurttaşların faydasını gözeten yönetim sistemiydi ya bu dernek tersini yapmakla maruf. Cinsiyetçi, erkekperest zihniyetle ataerkinin çıkarını gözetmeyi iş edinmiş kadınlar izlenimi veriyorlar. Belediyelerin eşitlik birimleri kapatılsın istiyorlar başlattıkları imza kampanyasıyla. Kamu kaynakları toplumsal cinsiyet eşitliği için heba ediliyormuş ve rızaları yokmuş. Kapatılmasını istedikleri eşitlik birimleri hangi belediyelerde var, bir tane açıldıysa örneğini verseler keşke. Ne kadın ne Cumhuriyet…
Son olarak Sevilay Yılman’ın yazısından kadınların nafaka hakkına ilişkin bölüme değinmek istiyorum. Yazar bu bölümü “haksız mıyım?” sorusuyla bitirmiş. Baştan söyleyeyim: Haksızsın. Kesinlikle mevcut yasal düzenlemeye, aile hukukunun boşanma ile ilgili uygulamalarına dair gerçekle örtüşmeyen bilgilere dayanarak “Ahu Yağtu yüzünden erkekler evlenmekten korkar oldu” buyurmuş. Yoksulluk nafakası, ekonomik eşitsizlik uçurumundaki kadınlar için medeni yasadan doğan haklarını kullanabilme fırsatı sunar. Yazarımız en zenginlerin dünyasından bir örnekle kadınların nafaka hakkını magazin malzemesiyle karikatürize etmiş. Medeni Yasa m 175 ve 176 ile düzenlenmiş olan yoksulluk nafakası çekişmeli boşanmalarda uygulanır. Anlaşmalı boşanmalarda tarafların ortaklaştığı hükümler onaylanır. Cem Yılmaz ve Ahu Yağtu boşanmasında geçen aylık ödeme rakamı mahkemenin tayin ettiği nafaka değil mahkemenin onayladığı anlaşma tutarıdır. Böyle bir örneğe dayanarak yoksulluk nafakasına ilişkin afaki çıkarımlara ulaşmak yazarın kendi bileceği iş ancak şunu da bilmeli herkes ki uç örneklerle kurulan tuzak kampanyalar, yoksul kadınların medeni yasadan doğan haklarını kullanma yollarını tıkamak isteyen ataerkiye hizmettir. Milyonla kadın için yaşamsal öneme sahip yoksulluk nafakasını böylesine değersizleştirerek yanlış, çarpıtma bilgilerle karalama girişimi ilk değil, son da olmayacak biliyorum. Ancak nafakanın sadece erkek tarafını dinlemek yerine bir de kadınları dinleyerek yazması en azından gazeteciliğin gereği olurdu. Bir de ek bilgi vereyim tanıdığını, bildiğini söylediği evlenmekten korkan o erkekler evlenmekten değil kadınların insan haklarından korkuyorlar. Ahu hanıma gelince Cem Yılmaz’ın özel yaşamını düzenleyerek onun sanat yaşamında milyonlar kazanmasına destek sunduğu için o rakamları alnının akıyla, emeğiyle kazandığını da herkes düşünmeli. Her yoksulluk nafakası kadın emeğinin karşılığını böylesi rakamlarla ödemiyor elbette ama kadınlara ayakta kalma gücü veriyor. Kadınların kendi hayatlarını kurma gücüne ulaşmasını önlemeyi yaşam tarzı olarak seçen ilk örnekteki o Yusuf Ziya Gümüşel ve müridi Kadir İstekli gibilerin karanlık emellerine hizmet etmek istemeyenler bu gerçeklerin ayırdına varmalı.
* Kapak fotoğrafı: Hale Güzin Kızılaslan / csgorselarsiv.org