Ahşaplar ve ahşap oymacıları
Tuhaf olan aslında Mancini’nin tutumuydu; açıkça taktik plana isyan eden bir oyuncuyu, sahada tuttu ve İtalyanlar bu karmaşa yüzünden az daha şampiyonluğu kaçırıyorlardı.
İlk İtalyan atağından sonra, İtalyan sağ koridorunun hücum organizasyonunda çok ciddi görüş ve yorum farklılıkları ortaya çıktı. Nitekim daha ikinci dakikada o koridoru kullanmakla görevlendirilmiş olan oyuncular arasında bir kargaşa yaşandı ve Kane, topu önünde buldu. Sağ koridordan, göbeğe doğru yön değiştirdi. Kane’nin bu hamlesine Trippier harika bir açılım ve genişlik sağlayınca, İtalyan defansı ceza sahasında sayısal olarak çoğunluk sağlamasına rağmen, Trippier’in harika arka direk pasına Shaw tam zamanında karşılık verdi ve oyun harika bir golle açılmış oldu.
1-0 geriye düşen İtalyanlar, skoru bir an önce eşitlemeye çalışırken, sağ koridordaki taktik planın sorunlu olduğu daha net anlaşıldı. Sorunun önce Chiesa’nın heyecanından kaynaklandığını düşündüm. Ama kenardan Mancini ve oyun içinde Jorginho’un ısrarlı çabalarına rağmen, Chiesa, kendi tutumunda direnince, meselenin artık bir yorum aykırılığına dönüştüğünü hissetim. Taktik kurguyu teknik direktör tasarladığına göre, Mancini yanılıyor olamazdı. Ayrıca Mancini, Verratti ve Jorginho’ya merkez oyuncu görevi verdiğine göre, aşırı yorumda ısrar eden Chiesa olmalıydı. Chiesa’nın direk hücum sevdası, bütün pozisyon ve opsiyonların birbirine karışmasına neden oluyordu. Lorenzo, ileri çıktığı için, arkasında geniş bir boşluk bırakıyordu. Lorenzo’un ileri çıkış amacı Barella’ya pas opsiyonu olmaktı. Bu pas opsiyonunun akışkan seçeneği Chiesa olacaktı.
Anlaşılan opsiyonlu ve seçenekli kanat organizasyonunu Chiesa reddediyordu. Bazen kimi pozisyonlar için Jorginho ona elleriyle nereye koşu yapması gerektiğini işaret etmesine rağmen, Chiesa, ısrarla önüne dikine pas talebinden vazgeçmiyordu. Ve bu davranışıyla Chiesa, İmmobile ve Barella’ın taktik konumlarını sürekli erozyona uğrattı. Mancini, ikinci yarıda Chiesa’nın yerini ve pozisyonunu değiştirmesine rağmen, Chiesa sakatlanıncaya kadar bu algısından vazgeçmedi. Tuhaf olan aslında Mancini’nin tutumuydu; açıkça taktik plana isyan eden bir oyuncuyu, sahada tuttu ve İtalyanlar bu karmaşa yüzünden az daha şampiyonluğu kaçırıyorlardı. Neyse ki penaltılar imdada yetişti de, futbol, oynamak isteyen tarafın ödülü ve hediyesini şampiyonluk olarak tescilledi.
Turnuva başlamadan önce, hangi takımlar final oynar sorusuna yanıtım; İngiltere ve İspanya olmuştu. Turnuva başladıktan sonra Fransa’nın performansından etkilenerek bu görüşümü kısmen değiştirmiş ve aynı soruya 'Fransa ve İspanya oynar' yanıtını vermişti. Yanıldığımı kabul ediyorum. Ama önce Fransa sonra İspanya beni gönülden fethederek kalbimin şampiyonları oldu. Hele İspanya İtalya maçı inanılmaz bir oyun şölenine dönüştü. Hayal kırıklığım ise kesinlikle İngiltere oldu.
Premier lig performansının İngiliz oyununa sirayet edeceği ve İngilizlerden çok ciddi oyun açılımları görebileceğimiz kanaatindeydim. Ama Southgate, hiçbir yeniliği temsil etmedi. İngilizler hâlâ sağlam bir defans ve uzun vur ve koş modundan çıkmış görünmüyorlar. Bu yanıyla bana göre sadece ahşabı temsil ettiler. Hücumdaki belirgin sağ koridor pürüzüne rağmen İtalyanlar ince işler yapan ahşap oymacısı olduklarını kanıtladılar. Final ve dolayısıyla maç, İtalyanların oya ustalığı sayesinde izlenir oldu.