AİHM Büyük Dairesi kararı ışığında Demirtaş’ın ikinci tutukluluk iddianamesi üzerine bir değerlendirme*

Büyük Daire kararına rağmen Demirtaş’ın serbest bırakılmaması, kesin ve bağlayıcı olan AİHM kararlarının uygulanmamasından ibaret değildir, aynı zamanda hukukun üstünlüğü ilkesinin nasıl erozyona uğradığını da göstermektedir.

Google Haberlere Abone ol

Benan Molu** - Mahsuni Karaman** - Ramazan Demir**

Selahattin Demirtaş, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı ve İstanbul milletvekili iken 4 Kasım 2016 tarihinde HDP’li milletvekillerine düzenlenen bir operasyon kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Hâlâ Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden bu dava kapsamında Demirtaş’ın hukuka aykırı, keyfi ve siyasi sebeplerle tutuklandığı ve tutukluluk halinin devam ettirildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuruda bulunulmuştu.

AİHM, 20 Kasım 2018 tarihli kararıyla Demirtaş’ın haklarının ihlâl edildiğine ve Sözleşme'nin 46. maddesi uyarınca Demirtaş’ın serbest bırakılmasına karar vermişti. Bu karardan sonra Cumhurbaşkanı “karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demiş; bu açıklamanın ardından Demirtaş’ın İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından örgüt propagandası yapma suçundan verilen dört yıl sekiz aylık hapis cezası 4 Aralık 2018 tarihinde istinaf mahkemesi tarafından onanmış ve Demirtaş, 7 Aralık 2018 tarihinde hem hükümlü hem de tutuklu haline getirilmişti.

AİHM'nin 20 Kasım 2018 tarihli kararına Demirtaş ve Hükümet tarafından yapılan itiraz üzerine AİHM Büyük Dairesi, 18 Eylül 2019 tarihinde bu başvuruyu duruşmalı olarak incelemişti. Bu duruşmadan 16 gün önce yani 2 Eylül 2019 tarihinde Demirtaş, 4 Kasım 2016'dan bu yana tutuklu yargılandığı ve tahliyesine yönelik bütün taleplerin ve itirazların reddedildiği Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dosyasından tahliye olmuştu. Ancak onanan karar nedeniyle tahliye olamamıştı.

Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılaması kapsamında tutuklu kalınan sürenin kesinleşen mahkûmiyet hükmünden mahsubu talebi ile yapılan başvuru üzerine serbest kalma ihtimali doğunca Demirtaş, şüphelisi dahi olmadığı bir soruşturma kapsamında 20 Eylül 2019 tarihinde ikinci kez tutuklanmıştı.

AİHM Büyük Dairesi, 2020’nin son günlerinde yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan bu olay örgüsünü dikkate alarak Demirtaş’ın hak ve özgürlüklerinin ihlâl edildiğine karar vermiş ve derhal serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bu kararın ardından Demirtaş serbest bırakılmadığı gibi, bir yılı aşkın süredir iddianamesiz bir şekilde tutuklu olduğu soruşturmada iddianame hazırlanmıştır. Aşağıda, AİHM Büyük Daire kararı doğrultusunda, 20 Eylül 2019 tarihli ikinci tutukluluğa ilişkin hazırlanan yeni iddianame değerlendirilecektir.

AİHM BÜYÜK DAİRESİ’NİN KARARI

AİHM Büyük Dairesi, 22 Aralık 2020 tarihli kararı ile Demirtaş'ın "4 Kasım 2016 tarihli ilk tutuklama kararı ile 20 Eylül 2019 tarihli ikinci tutuklama kararının birbirinin devamı olduğunu, aynı deliller ve aynı olgusal temellere dayandığını, bu delillerin makul şüphe için yeterli olmadığını, siyasi saiklerle tutuklandığını ve aynı saiklerle tutukluluğunun sürdürüldüğünü, son tutuklama kararının da bu saike hizmet ettiğini" tespit ederek Sözleşme'nin özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5/1-c ve 5/3 maddelerinin, Ek 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinde düzenlenen serbest seçim hakkının, Sözleşme'nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğine; bununla birlikte tutukluluğunun siyasi saiklere dayanması gerekçesiyle Sözleşme'nin 5. maddesi ile bağlantılı olarak Sözleşmenin 18. maddesinin ihlâl edildiğine ve Sözleşme'nin 46. maddesi uyarınca derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir.[2]

Bu bağlamda Büyük Daire, şartlı tahliye kararı verildikten sonra serbest kalmak üzereyken Demirtaş’ın ikinci kez tutuklanmasını, Cumhurbaşkanı’nın bir gün sonra Demirtaş’a “katil” ve “bunları bırakmayız” açıklamalarını dikkate alarak, “başvurucunun yeniden tutuklanmasının görünür amacı, 6-8 Ekim 2014 tarihli olayların araştırılması olsa da söz konusu ceza soruşturmasının olgular kısmı, başvurucunun tutuklu yargılandığı ve hâlâ Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın temelini oluşturmaktadır” diyerek ikinci tutuklamanın, ilk tutuklamanın devamı niteliğinde olduğunu ve 18. madde ihlâline neden olduğunu belirtmiştir.

Ancak bu hiçbir açık kapı bırakmayan karara rağmen, Demirtaş yine serbest bırakılmamıştır. Şüphesiz bu gelişmeler, kesin ve bağlayıcı olan AİHM kararlarının uygulanmamasından ibaret değildir, aynı zamanda hukukun üstünlüğü ilkesinin de nasıl erozyona uğradığını da göstermektedir.

BÜYÜK DAİRE KARARINDAN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER

Büyük Daire kararından önce ve sonra, üst düzey devlet görevlileri Demirtaş’ı ve yargılandığı davayı hedef alan açıklamalarda bulunmuş, masumiyet karinesi ilkesine aykırı olarak Demirtaş’ı “terörist” olarak yaftalamış, yargılandığı davalarda bir an evvel hükümlü hale getirilmesi için yerel mahkemelere mesaj vermiş ve AİHM kararının bağlayıcı olmadığını dile getirmiştir.[3] Kararın ardından Demirtaş’ın serbest bırakılması için yapılan tahliye talepleri ve tutuklama kararına itirazlar, reddedilmiştir.

Aralarında Demirtaş’ın da olduğu 108 kişi hakkında 30 Aralık 2020 tarihinde iddianame hazırlanmış, 3.530 sayfalık iddianame 7 Ocak 2021 tarihinde kabul edilmiştir. İddianamede Demirtaş, 2014-2019 yılları arasını kapsayan haberlere konu açıklamaları delil olarak gösterilerek örgüt yöneticilerinden talimat almak ve 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan şiddet olaylarının sorumlusu olmakla suçlanmış, yapılan tensiple de Demirtaş’ın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara, 11 Ocak 2021 tarihinde itiraz edilmiştir.

İDDİANAME VE TENSİP TUTANAĞINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERİMİZ

AİHM Büyük Daire kararının ikinci tutukluluk dosyasını kapsamadığı iddiası:

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, hazırlanan iddianamenin 6-7 Ekim 2014 tarihinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak sanıkların suçla ilgili önceki eylem ve faaliyetleriyle sonradan gösterdikleri ve bu kapsamda gerçekleştirdikleri eylem ve faaliyetleri içerdiğini, yeni iddianamenin Selahattin Demirtaş’ın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/189 Esas sayılı dosyasındaki suçlarla, olaylarla ve taraflarla aynı olmadığını ve yeni iddianamenin yeni ve farklı bir dosya olduğunu ileri sürmüştür.

AİHS’nin 46. maddesi ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu kabul eden Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, AİHM Büyük Dairesi’nin kararının 63. paragrafında Selahattin Demirtaş hakkında Diyarbakır Savcılığı’nın 39 ayrı ceza soruşturmasını tek bir dosyada birleştirdiğini, halihazırda yerel mahkemeler önünde Demirtaş hakkında yedi ayrı ceza davasının devam ettiğini, söz konusu soruşturmalar ve kovuşturmaların bu başvurunun konusunu oluşturmadığını belirterek verdiği kararın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma ile ilgili olacağını, 22 Aralık 2020 tarihli kararına konu olan tutukluluğun 4 Kasım 2016 tarihli tutuklama olduğunu, yeni iddianamenin konusunu oluşturan 20 Eylül 2019 tarihli tutuklamaya ilişkin değerlendirme içermediğini, “dolayısıyla mahkememiz dosyasında mevcut olan tutuklulukla ilgili herhangi bir inceleme yapılmamış olduğundan ve bu durum da AİHM tarafından teyit edildiğinden bahsi geçen kararın mahkememiz yönünden bağlayıcılığı bulunmadığını” belirtmiştir.

AİHM Büyük Dairesi de, Demirtaş’ın serbest bırakılmasının önüne geçebilmek için geliştirilen “taktik”leri boşa düşürmek amacıyla kararında söz konusu davanın konusunu oluşturan ikinci tutuklulukla ilgili de değerlendirmelerde bulunmuştur.[4]

İddianamede Demirtaş’a isnat edilen delillere ve suçlamalara bakıldığında, suçlama ve delillerin Demirtaş’ın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi ve diğer mahkemeler önünde görülen davalardaki suçlama ve delillerle aynı olduğu, diğer delillerin de muhalif bir siyasetçi olarak Demirtaş’ın Türkiye gündemine ilişkin ifade özgürlüğü kapsamında korunan açıklamaları olduğu, bu delillerin hem Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarında hem de özel olarak, AİHM İkinci Dairesi’nin ve Büyük Dairesi’nin Demirtaş için verdiği kararlarda çürütüldüğü görülecektir. Dolayısıyla, ilerleyen başlıklarda da ortaya konulduğu üzere, AİHM Büyük Dairesi’nin kararı, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ni de, herkesi bağladığı gibi, bağlamaktadır.

Demirtaş’a isnat edilen suçlamalar:

Demirtaş, 6-8 Ekim 2014 tarihli olaylarla, sokağa çıkma yasaklarıyla, çözüm süreci dönemiyle, açlık grevleriyle ve 4 Kasım 2016’da tutuklandıktan sonra cezaevinden gündemle ilgili açıklamaları, açık ve gizli tanık beyanları ve sosyal medya paylaşımları ile suçlanmaktadır.

6-8 Ekim 2014 olaylarıyla ilgili açıklamalar, açık ve gizli tanık beyanları, HDP’nin ve Demirtaş’ın attığı iddia edilen tweetler:

9 Eylül 2014-10 Ekim 2014 tarihleri arasında yayımlanan haberlerle, Demirtaş’ın örgüt yöneticileriyle görüşüp onlardan talimat aldığı iddia edilmiştir. Oysa bu haberlerde yer alan açıklamalara bakıldığında Demirtaş, IŞİD’in Birleşmiş Milletler tarafından “insanlığa karşı suç” olarak tanımlanan terör eylemlerini kınamış, insanlık değerlerini ve onurunu korumak için mücadele edildiğini, kalıcı bir barışın arzulandığını dile getirmiştir. Bu haberler içerisinden iddianame ve tensip tutanağında 30 Eylül 2014 tarihli “Demirtaş Kobane’ye Geçti” haberine özel bir önem ve ağırlık verildiği görülmüştür.

Tanık Kerem Gökalp ve gizli tanık Mahir'den biri talimatın "Türkiye Meclisi üyeleri üzerinden Demirtaş’a verildiğini", diğeri ise "Kamuran Yüksek üzerinden Demirtaş’a iletildiğini" ileri sürmüştür.

Oysa Demirtaş, yasadışı yollarla Suriye’de bulunan Kobane kentine gitmiş değildir. Hâlâ çözüm sürecinin devam ettiği o tarihlerde Demirtaş, İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde Urfa Valiliği ve Suruç Kaymakamlığı’nın resmi izinleri ile Kobane kentine aleni bir ziyarette bulunmuştur.

Basit bir Google araması ile konuşmanın metnine ve videosuna ulaşmak mümkündür.[5] Türkiye'ye ve özellikle de uluslararası topluma/devletlere seslenen Demirtaş, IŞİD ablukası altında bulunan Kobane'ye müdahale edilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu konuşmanın yapıldığı tarih itibarıyla, 6-8 Ekim olayları olarak isimlendirilen herhangi bir sokak şiddet hareketi bulunmamaktadır. Bu konuşma sonrasında da bu yönde bir menfi hadise meydana gelmemiştir. Konuşma içeriğinde belirtilen ve sahiplenmesi istenilen "direniş" henüz hiç olmayan sokak protestoları değil, bizzat Kobane'de IŞİD'e karşı sergilenen direniştir.

Ziyaretin şekli ve zamanı, konuşmanın yapıldığı bağlam ve içerik, iddianameye alıntılanan cümle ile oluşturulmaya çalışılan algıyı yalanlamaktadır. Hal böyle olunca, Demirtaş’ın örgütsel talimatlara uyarak, 6-8 Ekim olaylarının başlamasına neden olan çağrıyı yaptığı iddiası ve dolayısıyla bu yöndeki açık ve gizli tanık beyanının gerçek dışı olduğu, bizzat konuşma içeriği ile sabittir.

Nitekim AİHM Büyük Dairesi, Demirtaş’ın KCK örgütünün siyasi ayağı olduğu ve örgüt yöneticilerinden talimat aldığına dair iddiaları da kararında incelemiş ve Demirtaş’ın talimat aldığı iddiasının uydurulan ve çarpıtılan delillerle ve dahası bu delillerin içeriğiyle ortaya konamayacağına karar vermiştir.[6]

Kaldı ki, söz konusu açıklama ve ziyaretler, 2014 yılında yapılmıştır. Demirtaş’ın bu delile dayanarak tutuklanması, 2019 yılında, açıklama ve ziyaretten beş sene sonra gerçekleşmiştir. Bu koşullar altında acil toplumsal ihtiyaçtan söz etmek mümkün değildir.[7]

Nitekim AİHM Büyük Dairesi de Demirtaş’a isnat eden suçlarla ilgili olarak, “çözüm süreci”nin sonuna kadar Demirtaş’a karşı bu sözlerinden dolayı herhangi bir adım atılmadığını, yargısal makamların, sürecin sonunda ve konuşmanın yapılmasının üzerinden dört yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, hangi niyet ve bağlamda yapılmış olduğuna bakmaksızın fiil ve eylemlerinin tutukluluğu için yeterli dayanak oluşturduğuna karar vermesini, başkaca bir dayanak ve delil olmadan böylesi bir tedbire başvurulmasını, iddia edilen suçları işlemiş olabileceğine dair makul şüphe için haklı bir gerekçe olarak görmemiştir.[8]

Dosyada sanık olarak yargılanan HDP’li siyasetçilerin emniyet ve savcılık önünde verdikleri ifadeler, Demirtaş’ın o günün öncesinde, sırasında ve sonrasında Hükümet ile görüşerek bir çözüm yolu aradığını ve halkı sakinleştirmeye çalıştırdığını açıkça göstermektedir.

Bu bağlamda iddianamede, HDP’nin “örgüt yöneticilerinden aldığı talimata uyarak attığı” iddia edilen tweetlere de yer verilmiştir. Bilindiği üzere, bu tweetler Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi önünde görülen davada yer almaktadır ve AİHM Büyük Dairesi’nin 2020 tarihli kararına da konu olmuştur.[9] Büyük Daire kararında bu tweetler değerlendirilmiş ve Mahkeme, bağlamı içerisinde bu tweetlerin şiddet çağrısı içermediğini ve yaşanan şiddet olayları ile HDP’nin tweetleri arasında illiyet bağı olmadığını teyit etmiştir.[10]

Ayrıca, Demirtaş’ın @SELAHATTİNDMRTS isimli Twitter hesabından tweet attığı iddia edilmiştir. Ancak bu Twitter hesabı Demirtaş’a ait değildir. Çok kolay bir şekilde doğruluğu teyit edilebilecek bir bilginin, teyit edilmeden iddianameye delil olarak konulması, özensizliğin yanı sıra, Demirtaş’ı suçlamak için delil uydurulduğunu göstermektedir.

Demirtaş’ın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılaması sırasında da uydurulmuş delillere başvurulmuştur. AİHM Büyük Dairesi, 2020 tarihli kararında, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar verirken bu uydurulmuş delilleri de incelemiş ve “bu belgelerin sahihliğine ilişkin şüpheler karşısında, objektif bir gözlemcinin başvurucuya yönelik suçlamaları destekleyen makul bir şüphenin olduğu sonucuna varması mümkün değildir.” demiştir.[11]

HDP ve Demirtaş’a ait olduğu iddia edilen bu tweetlerin ardından iddianame, Demirtaş’ın Nusaybin’de katıldığı bir mitingde yaptığı “Biz Başkan Apo’nun Heykelini Dikeceğiz” sözüne yer vermiştir. Oysa bu konuşma, iddia edildiği gibi Nusaybin'de değil, Kızıltepe İlçesinde bir miting sırasında yapılmıştır ve Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamadaki iddianamenin 30 numaralı fezlekesi olarak yer almaktadır. Demirtaş’ın bu sözleri de savcılık tarafından 4 Kasım 2016 tarihli tutuklama kararında suç olarak isnat edilmiş, AİHM Büyük Dairesi’nin kararında 4 Kasım 2016 tarihli tutuklamanın hukuka uygun olup olmadığı bağlamında incelenmiş ve ifade özgürlüğü kapsamında görülmüştür.[12]

Çözüm süreci - sokağa çıkma yasakları ve açlık grevleri dönemlerinde yaptığı ve 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanmasının ardından cezaevinden yaptığı açıklamalar:

İddianamede Demirtaş’ın 2013-2016 yılları arasında çözüm süreci, sokağa çıkma yasakları ve açlık grevleri dönemlerinde yaptığı açıklamalara da yer verilmiştir. Hazırlanan iddianame 6-8 Ekim olaylarına ilişkin olup, suçlama da bu olaylarla sınırlı tutulmuş ve dava açılmıştır. 6-8 Ekim olayları ve iddianamenin sonuç isnadı ile ilgisi olmayacak şekilde 6-8 Ekim olaylarından bir yıl önceye gidilerek 2013 yılı konuşmalarının, yine 6-8 Ekim olaylarından bir yıl ve iki yıl sonraki 2015 ve 2016 yılındaki konuşmalarının alınarak kullanılması, Demirtaş ile ilgili bir algı oluşturmaya çalışmaktadır.

Yine temel suçlama (6-8 Ekim olayları) ve işbu davaya konu 20 Eylül 2019 tarihli tutuklama kararı ile ilgisi olmadığı halde, iddianame içeriğine alıntılanan bu konuşmaların hemen hepsi ile ilgili Ağır Ceza ve Asliye Ceza Mahkemelerinde "Propaganda, Başbakana Hakaret, Cumhurbaşkanına Hakaret, Devlet Organlarını Alenen Aşağılama" suçlarından davalar açılmıştır ve bu yargılamalar hâlâ devam etmektedir.

Demirtaş’ın 4 Kasım 2016 tarihli tutuklanmasının ardından cezaevinden gündeme ilişkin gazetecilerin soruları üzerine basına yaptığı açıklamalar da iddianamede delil olarak yer almıştır. Bu açıklamalar, HDP’li milletvekillerinin tutuklanması, artan terör saldırıları, açlık grevleri, Roboski katliamı, tecrit, özyönetim ilanları, muhalefete yönelik mücadele ve birliktelik çağrısı gibi Türkiye’nin siyasi gündemine yönelik açıklamalardır. Bu açıklamalar arasında Vaclav Havel İnsan Hakları ödülüne aday gösterilmesiyle ilgili yazdığı mektup; HDK’nin ve HDP’nin genel kurullarına gönderdiği mektup; Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne gönderdiği mektup; Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi önünde görülen duruşmalar yaptığı savunmalar ve cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde yaptığı kampanya da bulunmaktadır.

Bu açıklamaların hepsi, yapıldıkları dönem ve bağlam itibarıyla, ülkenin en büyük ikinci muhalefet partisinin eş genel başkanı, muhalif bir milletvekili ve cumhurbaşkanı adayı olarak başvurucunun Türkiye gündemine ilişkin açıklamalarından ibaret olup hepsi de ifade özgürlüğü kapsamında korunmaktadır.

Keza bu konuşmalar, AİHM Büyük Dairesi’nin Demirtaş’la ilgili kararında vardığı tespitler bağlamında ifade özgürlüğü kapsamındadır. Bu delillere dayanarak Demirtaş tutuklanmadığı gibi, iddianamede bu konuşmalar yönünden ayrıca bir suç isnadı ve cezalandırılma talebi bulunmadığından, tutukluluk hâlinin devam ettirilmesine de gerekçe yapılması hukuken olanaklı değildir.

Büyük Daire, bu sonuca varırken açıklamaların içeriği kadar, yapıldıkları dönemde yargı makamlarının hareketsiz kalmasını ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra dava ve tutuklama konusu yapılmalarını da dikkate almıştır.[13]

20 EYLÜL 2019 TARİHLİ TUTUKLAMA KARARI VE TUTUKLULUK HÂLİNİN DEVAMI KARARLARI

Tensip tutanağında, AİHM Büyük Dairesi’nin derhal serbest bırakılması kararına karşın Demirtaş’ın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Demirtaş’ın ağabeyinin yurtdışında yaşaması, kaçma şüphesi gerekçesi olarak kullanılmış ve 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana ilk kez bu gerekçe ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca, CMK’nin 100. maddesinde sayılan matbu ve basmakalıp gerekçelere dayanmıştır.

AİHM Büyük Dairesi, yerel mahkemeler tarafından Demirtaş’ın tutukluluğu sırasında tutukluluğunu haklı gösterecek belirli olay ya da bilgi gösterilmediğine ve bu nedenle suç işlediğine dair makul şüphe olmadığına karar verdiğini hatırlatarak, bir kişinin tutukluluğunun devamının geçerliliği için tutuklunun suç işlediğine dair makul bir şüphenin devamlılığının olmazsa olmaz (sine qua non) olduğunu tekrarlayarak, Demirtaş’ın tutukluluk hâlinin devam ettirilmesinin Sözleşme’yi ihlâl ettiğine karar vermiştir. Bu koşullar altında, ilgili ulusal makamların Demirtaş’ın tutukluluğunu ilgili ve yeterli temellerle gerekçelendirip gerekçelendirmediği ya da yargılama sırasında “özel bir özen” gösterip göstermediklerini incelemeye de gerek duymamıştır.[14]

Ancak AİHM İkinci Dairesi, Demirtaş’ın tutukluluğunun ve tutukluluk hâlinin devam ettirilmesinin CMK’nin 100. maddesindeki şartları taşıyıp taşımadığını incelemiştir. AİHM, Demirtaş’ın birçok defa yurt dışına gittiğini ve kaçma niyeti göstermeden her zaman ülkesine geri döndüğünü, çok uzun zamandan beri, hakkında yürütülen ceza soruşturmalarından ve üzerine atılı suçlamaların ağırlığından haberdar olduğunu ve buna rağmen kaçmadığını, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre ve delilleri değiştirme riski gibi genel içerikteki gerekçelerin basmakalıp bir sıralamasından ibaret olduğunu ve somut olayda olduğu gibi, basmakalıp ifadelerle kaleme alınan kararların, hiçbir durumda, bir kişinin tutuklanmasını ve tutukluluk hâlinin devamını haklı göstermek için yeterli olarak değerlendirilemeyeceğini söylemiştir.[15]

Bu değerlendirmeler, mevcut dava için de evleviyetle geçerlidir. İlk davada 4 Kasım 2016 tarihinden, söz konusu davada ise 20 Eylül 2019 tarihinden bu yana tutuklu olan Demirtaş’ın matbu ve basmakalıp gerekçelerle, makul süreyi aşan bir tutukluluk hâlinin devam ettirilmesi, özgürlük ve güvenlik hakkına aykırıdır.

Nitekim AİHM Büyük Dairesi’nin kesin ve bağlayıcı olan kararı da bu doğrultudadır ve Demirtaş’ın tutukluluk hâline derhal son verilmesini talep etmektedir. Demirtaş’ın 20 Eylül 2019 tarihli ikinci tutukluluğu ve Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi önünde başlayacak davası, 4 Kasım 2016 tarihli ilk tutuklulukta isnat edilen delillerin ve suçlamaların tekrarı ve devamı niteliğindedir ve Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerekmektedir.[16]

DEĞERLENDİRME

Türkiye, AİHM kararlarını yerine getirmeye açıkça direnmektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Osman Kavala’nın başvurusuna ilişkin olarak 3 Aralık 2020 tarihinde yayımladığı ara kararında, Kavala’nın AİHM kararına rağmen serbest bırakılmamasını, kararın uygulanmamasını ve Kavala’yla ilgili verilen ihlâl kararına konu ilk tutukluluğunun devamı niteliğinde bir soruşturmayla ikinci kez tutuklanmasını kınamış ve Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını, bir kez daha, talep etmiştir.[17] Buna rağmen Osman Kavala hâlâ serbest bırakılmamış, böylece bağlayıcı olan AİHM kararına direnilmeye devam edilmiştir.

Demirtaş’ın AİHM kararına rağmen tahliye edilmemesi, tahliye kararının icrasının gerekçesiz ve keyfi bir şekilde geciktirilmesi ve tahliyesinin imkânsız hale getirilmesi, tespit edilen ihlâllerin devamına ve yeni ihlâllere yol açmaktadır. Ayrıca İnsan Hakları Komiseri’nin de vurguladığı üzere, alınan bütün lehe kararlara rağmen Demirtaş’ın hiçbir koşulda serbest kalamaması, artık Sözleşme’nin 3. maddesi altında kötü muamele noktasına varmıştır.

AİHM'nin kararının 441. paragrafında da belirtildiği üzere, kararın sonucuna ve ruhuna göre, ihlâlin sonuçlarının tam anlamıyla giderilmesi için Demirtaş’ın serbest bırakılması da yeterli olmayacaktır, bu karar uyarınca bu yeni davada ve Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi önündeki yargılamada Demirtaş için beraat kararı verilmesi gerekmektedir. Aksi, Sözleşme’nin 5., 10. ve 18. maddelerinden verilen ihlâl kararının devam ettirilmesi ve bu maddelerin yeniden ihlâl edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu yazının ayrıntılı tam metnine bu bağlantıdan erişebilirsiniz.

*Bu yazı ilk olarak Expression Interrupted sitesinde yayınlanmıştır.

**Selahattin Demirtaş’ı AİHM Büyük Dairesi önünde temsil eden avukatları.

2- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, 14305/17, 22.12.2020. Büyük Daire değerlendirmelerinin çevirisini buradan okuyabilirsiniz.

3- Evrensel, T24, Gazete Duvar, Yeni Şafak, CNN Türk, Hürriyet, Milliyet 

4- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para, 432-433.

5- https://www.hdp.org.tr/tr/demirtas-hakli-bir-davasi-olan-bir-halki-kimse-alt-edemez/5312/ 

6- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 336.

7- Erbakan v. Türkiye, 59405/00, 06.07.2000, Osman Kavala v. Türkiye, 28749/18, 10.12.2019; Sırrı Süreyya Önder başvurusu, Genel Kurul, 2018/38143; 03.10.2019.

8- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 335.

9- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 246, 272, 324.

10- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 327.

11- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 335.

12- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 333.

13- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 333-334.

14- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 354-356.

15- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), para. 188 vd. Ayrıca bkz. Cahit Demirel v. Türkiye, para. 45

16- Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Büyük Daire, para. 432-433 ve 440-442.

17- https://search.coe.int/cm/Pages/result_details.aspx?ObjectID