Aile Yılı'nda kadınlara 'yara bandı' olma görevi veriliyor

Banu Kavaklı, Sevda Karaca ve Yıldız Tar, 'Aile Yılı'na dair öngörülerini anlattı: "Kadınların kendi bedenleri üzerinde karar verme haklarının daha saldırgan yöntemlerle gaspına şahit olacağız."

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - 2024 yılının Emekliler Yılı ilan edilmesinin ardından 2025 de 'Aile Yılı' olarak ilan edildi. 2025'in ilk günlerinde duyuruyu “Güçlü aile, güçlü toplum” sloganıyla yapan Erdoğan daha ilk cümleden '3 çocuk' isteğini ortaya koydu. 2024'te alamadıkları zamlar, eridikçe eriyen alım güçleri karşısında ucuz şezlong, KYK yurdunda tatil 'fırsat'larıyla mağduriyetleri katlanan emekliler, yılı bitirdikleri ve sıralarını savdıkları için 'rahatlamış' olsa da sıranın kadınlara geldiği açık. 

Peki iktidarın 'aile' ajandasında neler var? Doç. Dr. Banu Kavaklı, Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca, KAOS GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar sorularımızı yanıtladı.

'EVLİ ÇİFTLERİN ÇOCUK SAYISINA ODAKLANAN BİR PROGRAM'

Öncelikle 3 çocuk... Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilk açıklamalarından da anlaşıldığı gibi ekonomik gidişatın sorumluluğu bir kez daha henüz doğmamış çocukların sırtında. Nüfusu gençleştirip iş gücünü artırarak ekonomik gidişatı hali yoluna sokma planını uzun zamandır dile getiren Erdoğan'ın kadınlar için vaadi ise 'aile ve iş yaşamı uyumu' oldu. Peki o '3 çocuk' ekonomiyi nasıl kurtaracak? Aile ve iş yaşamı nasıl uyumlu hale getirilecek?

Doç. Dr. Banu Kavaklı: 

“Aile yaşamını daha kaliteli, sağlıklı ve sürdürülebilir kılmaktansa evli çiftlerin sahip oldukları/olacakları çocuk sayısına odaklanan ve çocuk başına yapılacak maddi yardım miktarı ile çekici kılınmaya çalışılan bir program hazırlanmış. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Aile Yılı kapsamında uygulanacak sosyal politikaları tanıtmak için yayınlanan on maddeye baktığımızda bunlardan yedi tanesinin yeni doğacak çocuklar için yapılacak maddi yardıma, iki tanesinin yeni evlenecek genç çiftlere verilecek krediye dair bilgi verdiğini ve son maddede iş ve aile yaşamının, sadece kadınlar için, uyumlulaştırılması kapsamında esnek ve uzaktan çalışma ile kreşlerden bahsedildiğini görüyoruz.

Doç. Dr. Banu Kavaklı

'KADINLARIN TAMAMEN İSTİHDAMDAN ÇEKİLMESİNE YOL AÇMA RİSKİ TAŞIYOR'

Bu bakış açısıyla ailenin sadece bir yeniden üretim alanına indirgendiğini, yeniden üretim ve bağlantılı tüm bakım emeğinin de kadınların omuzlarına yüklendiğini anlıyoruz. Bakanın dile getirdiği 'kadınları ev ve iş yaşamı arasında tercih yapmak zorunda bırakmayacak' uygulamalar da kadınların istihdama katılımını kolaylaştırmak yerine ev içi ve bakım yükümlülüklerini önceleyerek asli sorumluluklarını aile içiyle sınırlayıp, garantisiz ve güvencesiz esnek çalışma koşullarında istihdamdan tamamen çekilmelerine yol açma riskini barındırıyor.

'3 ÇOCUK, YEDEK İŞGÜCÜ PLANINA VURGU YAPIYOR'

Bu program Erdoğan’ın daha başbakanlığının ilk dönemlerinden beri bir vatandaşlık görevi olarak talep ettiği 'en az 3 çocuklu' aile, dolayısıyla, genç nüfus ve yedek işgücü planına vurgu içeriyor. Bu bağlamda aile, tüm bileşenlerine sağlıklı, güvenli, eşit ve adil ortam sağlayacak bir alandan ziyade hükümetin nüfus politikalarının hayata geçirildiği birim olarak kurgulanıyor.

'EVLİ VE ÇOCUKLU ÇİFTLER DIŞINDAKİ AİLELERİ KAPSAMIYOR'

Ayrıca bu program dahilinde evli ve çocuklu çiftler dışındaki aile formlarını (örneğin maddi imkansızlıklar nedeniyle ebeveynleriyle yaşayan yetişkin çocuklar, geçim sıkıntısı nedeniyle hane birleştirmiş geniş aileler, çocuksuz çiftler, tek ebeveynli aileler) kapsamadığını, onları öngörülen destek ve yardımların dışında bıraktığını belirtmekte fayda var.

Doğan her çocukla birlikte o insanın hayatı boyunca gereksinim duyacağı eğitim, sağlık, barınma, gelir gibi hizmet ve ihtiyaçların kalitesi ve bunlara erişimde adalet gibi konuları göz önünde bulundurmadan, sadece nüfusu artırmaya yönelik politikalarla pompalanan bir aile anlayışının toplumsal gelişme ve iyileşmeye katkı sağlamayacağı açıktır.

'BURAYA BİR ANDA GELMEDİK'

Işıltılı bir lansmanla tanıtımı doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan 'Aile Yılı'nın tek hedefinin 3 çocuk olmadığı anlaşılıyor. 23 yıllık AK Parti iktidarları döneminde defalarca gündeme gelen ancak tepkiler üzerine rafa kaldırılan bazı maddeler de hafızalarda. Nafakanın kaldırılması, çocukların velayet hakkı konusunda yapılmak istenen değişiklikler, 6284 sayılı kanunun sağladığı 'uzaklaştırma' ve 'koruma' kararlarının sınırlandırılması, kadınların kendi soyadını kullanmasının engellenmesi... Bu listenin her biri için farklı bir tartışmaya gerek olsa da ortak özellikleri açısından kadının 'aile' içerisinde var olmasını, 'aile' olmadan yaşamasının zorlaştırılmasını sağlama yönü ön plana çıkıyor. Bu tartışmaların ortak özelliği ve 'aile yılı' ile bağlantısı nedir?

Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca:

“Aile Yılı ilanı AKP’nin sadece 'muhafazakarlığı, gericiliği' ile ilgili değil. Bu aynı zamanda sermayeseverliği ile de ilgili. Yani bunun ekonomi-politik nedenleri var. Bu ilana da bir anda gelmedik.

Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca 

'ŞİMDİ VİTES ARTIRMAK İSTİYORLAR'

Tek adam rejiminin cinsiyet ve aile politikaları 2015 sonrasında ve OHAL koşullarında ağır bir biçim almış olsa da temel koordinatları 2010'dan itibaren belirginleşmeye başlamıştı. Bu süreç, Erdoğan'ın üç çocuk ısrarından başlayarak, 2012'deki kürtaj açıklamasına uzandı. O zamandan günümüze kadar iktidarın erken evlilik, çok doğum yanlısı ve anneliği yücelten, kadın emeği politikalarını bu önceliğe göre şekillendiren, boşanmayı zorlaştıran, kadınları aile içinde tutmak için şiddet dahil her türlü zorbalığa göz yumulmasını sağlayan aile politikası netleşti. Kadınların temel haklarına yönelik birçok yasal saldırı yapıldı, fiili zor yaratıldı. Şimdi vites artırmak istiyorlar.

'SORUNLAR AİLEYE, AİLE İÇİNDE DE KADINA YÜKLENMEK İSTENİYOR'

AKP, sermayenin krizlerinin yarattığı toplumsal sorunları aileye, aile içinde de kadınların sırtına yüklemek istiyor. Emekçi ailelerin hayatını idame edemez hale geldiği ağır geçim koşullarında, tüm kamusal hizmetlerin piyasalaştırıldığı, eğitimden sağlığa tüm hizmetlerin parayla alınır satılır hale getirildiği, toplumda rıza oluşturmak için dine dayalı gerici muhafazakarlığa bizzat devlet eliyle güç kazandırıldığı bu dönemde kadına aile içinde, toplum içinde yara bandı olma görevi veriliyor.

'UCUZ EMEĞE DAYALI 'PAZARLANACAK' GENÇ NÜFUS POTANSİYELİ TEHLİKEDE'

AKP döneminde kadının aile içinde tanımlanmasının, tüm haklarından yoksun bir 'doğum makinesine' dönüştürülmek istenmesinin, giderek vahşileşen şiddetin hedefi haline getirilmesinin ekonomi-politik nedenleri var.

Doğru, doğum oranları düşüyor ve bu sadece Türkiye’de değil tüm kapitalist ülkelerde alarm çaldırıyor. Tekelci sermaye üretimi genç ve üretken nüfusun yoğun olduğu bölgelere kaydırıyor. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardı ve AKP iktidarı uluslararası sermayeye 'Bizim ülkemizde canınızın istediği gibi sömürebileceğiniz bir genç nüfus var' diyerek yatırım çağrıları yaptı. AKP, üretken nüfusun yoğun olduğu 'demografik fırsat penceresi' olarak anılan bir dönemde iktidar oldu. Çalışabilir yaştaki işgücünün nüfus içindeki oranının yüksek olduğu bir döneme tekabül eden 'demografik fırsat penceresinin' 10 yıl sonra kapanacağı iktidarın sürekli 'alarm verdiği' bir konu. Nüfus öngörülerine bakıldığında Türkiye nüfusu önümüzdeki 40 yılda hızla yaşlanacak. Ucuz emeğe dayalı çalışma rejimini ve uluslararası sermayeye pazarlanacak 'genç, çalışabilir nüfus potansiyelini' tehdit altında gören AKP’nin tüm hamleleri de bu eğilimleri tersine çevirmeye yönelik.

''AİLE; YOKSULLUĞUN YÖNETİLEBİLECEĞİ BİR ARAÇ''

Aile işte bunun için çok kritik. Bir yandan derinleşen yoksulluk sorununun 'yönetilebileceği' bir araç, bir yandan da ucuz emek gücü üretiminin garanti altına alındığı, bunun tüm maliyetinin ise 'ailenin özeline' yıkıldığı bir alan. AKP’nin 'aile' vurgusu ucuz emeğe duyulan vahşi açlıktan kaynaklanıyor. Yani kadınların haklarına yönelik saldırılarla beraber düşünmemiz gereken şeyler var; örneğin MESEM’lerle tüm yoksul ailelerin çocuklarının sermayeye peşkeş çekilmesi gibi… Yani her bir işçi ailesine, daha çocuk yaşta atölyelere gönderilmek üzere işçiler doğurması gerektiğini söylüyor iktidar. Küçük yaşlarında iş cinayetlerinde çocuklar ölürken bir yandan 4 + 4 +4 adı verilen eğitim sistemi ile çocukların okula devamlılığı azalıyor, binlerce çocuk bir yandan çalışırken açık liselerde okul bitirmeye çalışıyor. Kız çocuklarının örgün eğitime devamında ciddi sorunlar var. Artan yoksulluk, çocukların eğitime devam etmesine engel oluyorken çocukların okulda bir simit alamadığı, açlıktan bayıldıkları bir ülkede yaşıyoruz. 2025 yılında böyle bir aile hayalini anlatıyorlar bize.

'KADIN EMEĞİNİN GÜVENCESİZLEŞTİRİLMESİ SÜRECİ TAMAMLANACAK'

'Aile Yılı' ilanıyla evlenmeye ve çocuk doğurmaya yönelik 'havuç'lar öne çıkarıldı. Çocuk başına para verme, evlilik teşvikleri, faizsiz krediler... Verdikleri teşvikler çok doğumdan kazanacaklarının yanında devede kulak bile değil. Bir yandan da 'aile desteği' adı altında kadın emeğinin tümden güvencesizleştirilmesi süreci tamamlanacak. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Mayıs 2024’te açıkladığı 'Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı' iktidarın doğum izni süresini uzatmayı da kapsayan özellikle maddi desteklerle çocuk doğurmayı teşvik edecek bazı adımlar atmanın hazırlığında olduğunu göstermişti.

'ÇALIŞMA HAYATINI ESNEKLEŞTİRME PLANI 'AİLE' YALANIYLA SUNULUYOR'

'Kadınlar ev ve iş hayatı arasında tercih yapmak durumunda kalmasın' sözleriyle pazarlanan, kadınlar için düşük ücret ve güvencesizlik anlamına gelen esnek çalışma saatleri, yarı zamanlı çalışma modelleri üzerine bakanlıklar arası ortak bir çalışma yürütüldüğü de açıklandı. İktidar, tüm çalışma hayatını esnek ve güvencesiz hale getirme planını 'kadınların güçlenmesi, ailenin desteklenmesi' yalanıyla sunuyor. Bu tüm emekçiler için açık bir saldırı planı.

Aile Yılı’nda ne olacak söyleyelim; kadınların kendi bedenleri üzerinde karar verme haklarının önümüzdeki dönem daha da saldırgan ve zora dayalı yöntemlerle gaspına şahit olacağız. AKP iktidarı ve gerici ittifakları, önümüzdeki dönem kadınlara yönelik saldırılarını daha da yoğunlaştıracak ve kadınların öfke ve isyanını bastırmak için daha baskıcı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyecek.”

'ŞİDDET, NEFRET VE AYRIMCILIK FIRTINASININ TAM ORTASINDAYIZ' 

Öte yandan 'aile' olmanın temeli evlilik olarak görülüyor ve iktidar açısından 'aile' olmanın önündeki engellerden en önemlisi cinsel kimlikler... Aile Yılı tanıtımında Erdoğan, “Bilinçli, kasıtlı servis edilen içerikler LGBTİ ve diğer gayrifıtri akımların yolunu açıyor. Kişisel tercih denilerek meşrulaştırmak istenen bu anomali, bir faşizan dayatmaya dönüşmüştür” açıklaması yaparken bu konuda da baskıların artacağının sinyalleri verilmiş oldu. 'Aile' olma ve 'üremenin' önünde engel olarak görülen eş cinsel birliktelikler için de iktidarın karnesine göz atalım... 'Aile Yılı'nda LGBTİQ+ bireyleri neler bekliyor?

KAOS GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar:

“İktidarın bir süredir LGBTİ+’ları hedef göstermek için kullandığı 'cinsiyetsizleştirme' ifadesiyle kast ettiği; LGBTİ+’ların var olması, kadınların ise eşit ve özgür olması. Fıtrat diye savundukları ise, LGBTİ+’ların -sanki mümkünmüş gibi- yok olması, kadınların ise cinsiyet rolleriyle eve kapatılıp, itaat etmesi. Haliyle, Aile Yılı’ndan Cumhur İttifakı’nın muradı aileyi korumak değil, kendi homofobik, transfobik ve cinsiyetçi ajandalarını bütün bir topluma yaymak. 2015’ten beri içinden geçtiğimiz sürecin adını iyi koymak lazım. Bu, sadece bir ayrımcılık ya da nefret söylemi sorunu değil; bilinçli siyasal bir şiddetle karşı karşıyayız. Aile Yılı, bunun son adımı.

KAOS GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar

'ŞİDDETİN KOÇBAŞI GÖREVİNİ AİLE BAKANLIĞI ÜSTLENECEK'

İktidar, LGBTİ+’ları 'aile düşmanı' olarak işaretleyerek toplumsal barış ve demokrasi açısından çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Bu toplumun ve haliyle ailenin de en doğal parçası olan LGBTİ+’lar hakkında sistematik bir şekilde dezenformasyon üretiliyor. Geçtiğimiz yıllarda bu dezenformasyon üretiminin merkezleri TİHEK, RTÜK, Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Diyanet gibi kurumlar olmuştu. Görünen o ki bu sene de ayrımcı siyasal şiddetin ‘koçbaşı’ görevini Aile Bakanlığı üstlenecek.

Bu tarz, gerçeklikle hiçbir şekilde bağı olmayan ancak gerçekmiş gibi sunulan dezenformasyon ve nefret söylemi, sadece sözde kalmıyor. LGBTİ+’lara şiddet ve ayrımcılığı da arttırıyor. Daha geçtiğimiz haftalarda İstanbul ve İzmir’de trans kadınlara sokak ortasında şiddet görüntüleri sosyal medyaya yansıdı. Nefret cinayetlerine yenileri eklenirken, cezasızlık yaygınlaşıyor. LGBTİ+’lar istihdama erişemiyor, erişebilenlerse işyerindeki ayrımcı uygulamalar nedeniyle çalışma haklarından mahrum bırakılıyor. Ve bütün bunlar, iktidarın bırakın mücadele etmeyi aksine beslediği, büyüttüğü uygulamalar. Görünen o ki 2025 senesinde bu tarz uygulamaların artışına şahit olacağız.

Ancak, bütün bu LGBTİ+ düşmanı siyasal şiddet kampanyalarına karşı haklarını ve hayatlarını savunan LGBTİ+’lar ve örgütleri de bu toplumun bir parçası olarak mücadeleye devam ediyor. Şiddet, nefret ve ayrımcılık fırtınasının tam ortasındayız. Bu fırtına gelip geçtiğinde gökkuşağı çıkacak. Önemli olan, siyasal iktidarın bu baskıcı adımlarına karşı toplumsal ve siyasal muhalefetin LGBTİ+’ları fırtınada gemiden ilk atılacak kesimler olarak görmemesi.”