YAZARLAR

Ailece Joyland'de!

"Joyland" asla ders verir gibi bir tutum takınmıyor. Bunun yerine ciddi baskılar ve katı ahlaki kurallar dışında yaşamaya çalışmanın bedelini, asla sömürüye veya propagandaya kaçmadan göstermeyi beceriyor. Sosyal sistemi kullanan bir 'cellat' karakteri sunmak yerine aslında her bireyin değişik ölçülerde 'kurban' olduğunun altını çiziyor.

Son Cannes Film Festivali’nin 'Belli Bir Bakış' seçkisinde jüri ödülü kazanan "Joyland", hem işlediği konu açısından hem de 'gelmiş olduğu' ülke (Pakistan) açısından dikkatleri üzerine çekti. Çünkü kuşkusuz eşcinsel temaları sinemada işlemek artık eskiden olduğu kadar 'tabu' bir konu değil ve birçok önemli filmde, gerektiğinde baş karakter bile gey, biseksüel veya trans bir birey olabiliyor ama bu tabii ki hangi ülkenin yapımı olduğuna ve o ülkenin ahlaki 'toleransına' göre farklılık gösterebiliyor.

"Joyland", başkarakterlerinden birini trans bir birey olarak konumlandırdığı için ülkesi Pakistan’da çok ciddi tepki çekti ve vizyona çıkması çok sancılı bir süreç geçirdi. Ülkesindeki İslamcı sağ parti 'Jamaat-e-İslami', filmi Pakistan ve değerlerine karşı olmakla suçladı ve sonuçta film ancak birkaç bölümü kesilmiş bir şekilde 'gün yüzü' görebildi.

Neyse ki birçok ülkede olduğu gibi bizde de filmi orijinal versiyonuyla izleme şansına eriştik. Ve filmi izledikten sonra bu tepkilerin ne kadar yersiz ve hakkaniyetsiz olduğunu anlıyoruz zira "Joyland", karakterlerinin cinsel yönelimleriyle dikkat çekmek ve 'sansasyon' yaratmak isteyen değil daha çok aşk, karşıt fikirlere açık olmak ve karşısındaki 'dinlemek' temaları etrafında örülen dokunaklı ve ince bir film.

Konuya gelecek olursak: Pakistan’ın Lahore kentinde, geniş Rana ailesi aynı dairede yaşamaktadır. Rana ailesi Haider, eşi Mümtaz, Salem ve onun eşi Nucchi, iki kızları ve baba Abba’dan oluşmaktadır. Geleneklerin değerine büyük önem veren otoriter baba Abba kendisine bir erkek torun istemektedir. Bu sabırsız ve rahatsız ortam Haider’ın çalışmak için gittiği 'kabare' gösterisindeki yıldız, trans Biba’ya aşık olmasıyla daha da zor bir sürece girer. Bu gizli aşk, ailedeki bütün dengeleri değiştirecek ve gelecek büyük dramların habercisi olacaktır…

ANTAGONİST OLMAMANIN KUVVETİ

"Joyland", konusu ve ana karakteri itibariyle çok didaktik ve 'propagandavari' bir yolu izleyebilecekken hiç bu tuzaklara düşmüyor. Başka bir deyişle filmin asıl 'derdi' sadece yasak bir ilişkiyi mercek altına almak değil bu ilişkinin nasıl kapalı bir ortamda her bireyin bastırılmış arzu ve tatminsizliklerini 'ateşlediğini' göstermek.

Ancak bu tatminsizlikler ve arzular sadece cinsel planda kalmıyor: Filmdeki birçok karakter hayatta asıl gitmek istedikleri yolu, birlikte olmak istedikleri kişiyi ve gönüllerinde yatan esas mesleği sorguluyorlar.

Filmin asıl gücü, zaten var olan zor bir ortamda yer alan bu arayış süreçlerini, daha da kötü ve vahim bir hale sokmamasında yatıyor. Pakistan gibi göreceli olarak kapalı bir ortamda bu 'yasak aşk' dış etkenler ve 'kötücül' karakterlerin müdahaleleriyle çok daha dramatik bir hale sokulabilirdi. Ama yönetmen bunları elinin adeta 'tersiyle itip' ele aldığı her bireyi yargılamaktan ziyade anlamaya çalışmayı tercih ediyor.

İlginç bir şekilde "Joyland" filminde bir antagonist yok! Birçok filmin senaryosunda ciddi bir eksiklik olabilecek bu durum burada bambaşka bir boyuta evriliyor. Örneğin filmde baskıcı ve sert baba Abba’yı 'karton bir kötü adam' olarak takdim etmek çok kolay bir yol. Sonuçta zaten zor bir ortamı daha da ağırlaştıran bir karakter hikâyeye ister istemez bir tempo katabilir…

Ama işte burada gerçekçi, nefes alan karakterler yaratmadaki incelik göze çarpıyor: Abba karakterinin kendisi de ataerkil dogmalar ve abartılmış ahlaki öğretilerin bir kurbanı gibi görünüyor. Muhtemelen zamanında kendisinin de yaşadığı baskıları aile fertlerine yansıtıyor. Bakıma ve şefkate ihtiyacı olduğu halde, platonik bir aşk duyduğu kadın komşusuna bile asla açılamıyor.

KARAKTERLERE YAPIŞAN EV ‘DERDİ’!

Hikâyenin başında işsiz olan ve belli bir süredir sadece eşi Mümtaz’ın kazandığı parayla geçinen Haider’ın 'Cabaret'de iş bulması ailesindeki neredeyse her ferdi etkiliyor. Sonuçta çalışabileceği yer, yarı-erotik bir dans gösterisi. Dolayısıyla ailede beliren bir memnuniyetsizlik var ama karakterler olayın daha çok ekonomik tarafına bakıyor. Ancak değişen bu ekonomik şartlar başta sözü daha az dinlenmeye başlayan, baba Abba olmak üzere bütün aile fertlerinde bir güç kaybına yol açıyor: Zaten işini sadece para kazanmak için yapmadığını da belirten Mümtaz, artık eşi çalıştığı ve hamile kaldığı için baba Abba tarafından evde tutulmaya başlanıyor. Önceleri ailenin gözde 'oğlu’ olan Saleem, artık aile erkek torun beklediği için öncelikli pozisyonunu kaybediyor. Haider ise bastırdığı değil daha çok hiç şüphelenmediği cinselliğinin saklı kalmış bir yüzünü keşfediyor. Biba ile yaşadığı ilişki hiçbir şekilde bir 'aşk kaçamağı' veya 'değişiklik hevesi' değil daha çok baskıcı aile ortamından kurtulma imkanını ona sunan bir 'çıkış yolu'. Giderek içine gömülen karısı Mümtaz’ı ihmal etmek pahasına!

Ama Maggie Briggs ve Saim Sadiq’in birlikte kaleme aldığı senaryo sadece Haider ve Biba karakterlerine veya onların ilişkilerine dikkat çekmiyor. Artık 'eve çekilen' Mümtaz ve ideal bir eş gibi görünmeye çalışan Nucchi hem sırdaş olan hem de hayal kırıklıklarını dile getiremeyen iki kadın olarak etkileyici karakterler çiziyorlar. Özelikle Mümtaz karakterini canlandıran Rasti Farooq önce komik ama sonrasında 'kalbi kırık' bir portre çizerek giderek 'özgürlük ufku daralan' bir kadını seyirciye başarıyla naklediyor.

Sonuç olarak "Joyland" asla ders verir gibi bir tutum takınmıyor. Bunun yerine ciddi baskılar ve katı ahlaki kurallar dışında yaşamaya çalışmanın bedelini, asla sömürüye veya propagandaya kaçmadan göstermeyi beceriyor. Sosyal sistemi kullanan bir 'cellat' karakteri sunmak yerine aslında her bireyin değişik ölçülerde 'kurban' olduğunun altını çiziyor. Belki filmdeki ahlaki konularda örneğin Farhadi sinemasında olduğu gibi daha derine gidilebilirdi ama yönetmen Saim Sadiq’in ilk uzun metrajlı sinema filmi olduğunu göz önüne alırsak benzer bir ‘çıtayı’ beklemek biraz haksızlık olurdu herhalde!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .