YAZARLAR

Akbelen 'normal' değil

Bu bir iklim değişikliği yazısı. Pasifik Okyanusu’nda batmak üzere olan ada ülkelerinden başlıyor, Muğla Milas’ın Akbelen’ine kadar gidiyor. Çünkü her şey, her yer birbiriyle bağlantılı.  

1.

Eskiden çok söylenirdi: “Ancak İstanbul’a kar yağdığında Türkiye’ye kış geliyor” diye… Doğuda Van, Erzurum; merkezde Kayseri, Ankara; hatta İstanbul’un burnunun dibinde Kırklareli, Edirne kardan tipiden kırılırken Babıali (sonra da İkitelli) haber yapmazdı da, İstanbul’a ilk kar düştüğünde bütün basın bembeyaz olurdu.

Aynı hesap: İklim değişikliği Pasifik’te batan ülkelerin; Güney Asya’da su altında kalan kentlerin, tarlaların; eriyip kopan buz parçaları üzerinde harmandalı oynayan kutup ayılarının başına geldiğinde şöyle bir haber yapılıp geçiliyordu ama seller, yangınlar, kuraklık Batı coğrafyasını vurmaya başlayınca, dahası coğrafyayı vuran o “şeyin” iklim değişikliği olduğu artık ayan beyan ortaya çıkınca Batı medyası da sahici feryatlarını koyvermeye başladı. Bunca yıldır bu konuya dikkat çekenleri tenzih ederim tabii; yine bunca yıldır olduğu gibi bu yıl da iklim değişikliği lafına dudak büküp “dünyada böyle devirler olur” açıklamasına sığınanlaraysa diyecek bir sözüm yok; onlara ne dense olmuyor zaten.

Sıcak dalgaları el yükselte yükselte gidiyor. Yangınlar halihazırda başladı. 

Fransa, İspanya, Yunanistan ve Türkiye resmen kavruluyor. Almanya, Polonya, Hollanda bile bu yazın belli dönemlerinde aşırı sıcaklardan payına düşeni aldı. ABD, Kanada, Avustralya özellikle yangın mevzularında distopya modunu açtı, öyle ilerliyor. Medya da ne yapsın, “İstanbul’da kâr yağdı” hesabı, adına iklim değişikliği denilen bu muazzam çağ yangınını en yüksek perdeden haberleştiriyor. Fransa’da Le Monde gazetesi örneğin, şu an dört nala yaptığı iklim değişikliği yayınıyla başı çekiyor ve bana kalırsa medyada bu işin yeni standartlarını belirliyor. Özellikle iklim değişikliği üzerinden Fransa’nın “yeni normali”ni şehir şehir incelediği ve uzmanlar eliyle yeni hayat için çözüm önerileri sıraladığı “Adaptation” (Adaptasyon) serisi, okunmaya incelenmeye ve bize de “adapte edilmeye” değer bir içerik.

İşin özü şu: Le Monde, şoktan uyum sağlamaya hızlı geçmeyi becermiş görünen bir yayın. Şu an hemen herkes halen işin şokunu yaşama veya olanlara inanıp inanmama kısmında. Haberler halen bunun üzerine. Ama artık “öyle mi böyle mi” diye bekleyecek zaman değil.

 2. 

Herkes için için biliyor: Bu sıcak “normal” değil. Bu seller, bu yangınlar, art arda patlayan bu tayfunlar normal değil. Yani seller, yangınlar, tayfunlar normal de, görülme sıklığı, hatta artık görüldüğü coğrafya normal değil.  Nereye baksan, “yüz yılın en şiddetli, en ağır, en sert” ifadeleriyle ortaya serilen istatistikler normal değil.

Görünen o ki, bugünleri arayacağız. Çünkü bazı eşikler aşıldı (+1 derecelik ısınma); eşikler aşıldıktan sonra da yeni eşikler (önce +1,5 sonra +2 derece) aşılmasın diye zirveler düzenlendi, taahhütler verildi ama ilk aşılan eşiklerin zaten tetikleyici bir rol oynayacağını söyleyenler de var. Birleşik Krallık’taki Exeter Üniversitesi’nden, Global Systems Institute direktörü Tim Lenton’ın meslektaşlarıyla beraber, Science Dergisi’nde yayımladığı makale, mercan resifleri gibi bazı kritik alanlar için halihazırda geri dönülmez bir noktaya geldiğimize dikkat çekiyor ve 2015 tarihli Paris İklim Antlaşması’ndaki hedefler tutturulsa bile (1,5 ve 2 derece ısınmanın önlenmesi), dünyanın, hayatlarımızın yine de değişeceğini söylüyor. Kaderci bir yaklaşımla yazılmış bir makale değil bu; çünkü her şeye rağmen aşılmayan eşikler, tetiklenmemiş değişimler var ve oralarda durmayı başarırsak, geleceğimizi koruma ihtimali doğabilir. 

 3.

Yaklaşım meselesi önemli. Çünkü bu artık sadece bilim insanlarının, devletlilerin ve iklim inkarcılarının meselesi değil; bu gezegende soluk alıp veren herkesin ve her şeyin meselesi. O yüzden bu işe kaderci mi bakıyoruz, nihilist mi davranıyoruz, boşvermişliğe mi sapıyoruz, sınıfsal mı yaklaşıyoruz, bir cephe bilincine mi ulaşıyoruz; her türlü kendimizi toparlamamız gerekiyor.

Yaklaşım demişken… Sosyal medyada sık denk geldiğim iki yaklaşım var. Birincisi, “biz kimiz ki bu dengeyi bozalım” yaklaşımı. Etimiz ne budumuz ne? Yüz binlerce yıllık insan varlığı bozmadı ama biz mi bozuyoruz şimdi? Doğru etimizde budumuzda pek bir değişim yok ama anlatılan da yüz binlerce yıllık insan varlığının değil, Sanayi Devrimi’nden bu yana dünyayı tepe tepe kullanan insan varlığının hikâyesi. Olsun olsun, 250 sene. Dünyanın bazı bölgelerinde yüz senelik bir hikâye bile değil. 250 senelik bu hikâyenin son 50 senesi, “dünyaya zarar veriyoruz galiba” diyerek ve tartışarak geçti; nihayet fatura ortaya çıktı. 250 yıldır kredi kartlarına yüklenmişiz gibi düşünün, ödeme tarihi de geçmiş.  

İkincisi, “bozulmuş ama biz mi bozduk dengeyi kardeşim” yaklaşımı. “Faturayı, dengeyi bozan ödesin”cilik. Gayet tabii, kim bozduysa o ödesin. Ya da kim ne kadar bozduysa o kadar ödesin. 

Kim ne kadar bozdu peki? 

Bu satırları okuyorsanız, yani Türkiye’de veya dışarıda yaşayan, Türkçe okuyup yazan bir insansanız, hiçbir şey yapmasanız bile, plastiğinden internetine dünya ortalamasının üzerinde olduğunuzdan, evet, siz de bozdunuz ama tabii ki bu işin liderleri kadar bozmadınız. ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya, faturayı kabartanların ilk beşi. Bilimum Asya ülkesinde fabrika kuran Batılıları da eklerseniz; Çin’in, Hindistan’ın günahı bir nebze azalır belki ama neticede G20’de boy gösterenler her halükârda diğerlerinin üstünde. Evet, Türkiye de dahil.   

Ben şahsen “bozan ödesin kardeşim” cümlesini de uygun buluyorum ama ödemiyorlar. Durum bu. Faturayı esas kim ödüyor peki? Somali, Suriye, Kongo, Afganistan, Yemen, Çad, Güney Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Etiyopya… Sahra’nın güneyindeki Burkina Faso, Mali ve Nijer… Ada ülkeleri… En çok onlar ödüyor. Ayrıca susuzlukla, yangınla, kuraklıkla kavrulmaya hep aday Türkiye de ödüyor. Şu anda Avrupa’nın, Kanada’nın, ABD’nin, Avustralya’nın halkları da ödüyor. 

Ama faturanın ödendiği her yerde önce yoksullar ödüyor. 

Her adaletsizlikte olduğu gibi azdan çok, çoktan az gidiyor. Bu her şeyden önce bir eşitsizlik meselesi. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli - IPCC raporuna göre, kaynakları zenginler tüketiyor, bedelini daha çok yoksullar ödüyor. Üstelik eşitsizlik makası daha da açılıyor. Gıda ve su güvenliği tehdit altında. 2050 yılında 2.4 milyar insan su kıtlığı yaşayacak, daha milyonlarcası ise temiz suya ulaşmakta güçlük çekecek. Dünyanın her tarafında, hasta ve yaşlı birçok insan açısından tehlike daha vahim. Her yeni sıcak hava dalgası, özellikle Akdeniz havzasındaki yaşlılar için yeni bir tehdit. 

Yani konuya nasıl yaklaşıldığının; alaycı, inkârcı, abartmacı, şucu bucu olmanın hiçbir önemi yok. Tehdit altındayız. Hep beraber. 

Bu yüzden adapte olmaya bakacağız. Bir de artık kendi kesesini, çevreye zarar vererek bizim aleyhimize dolduran herkesin bizim ve çocuklarımızın geleceğini doğrudan tehdit ettiğinin farkına varacağız. 

Mesela Muğla Milas’ın Akbelen’inde orman kesilip maden açıldığında, Akbelen’de yaşamıyorsak bile bunun bizim hayatımızı etkilediğini anlayacağız, anlatacağız. Ne kadar yapabiliyorsak, o kadar.  

Çünkü Akbelen de normal değil. Çünkü artık sadece “İstanbul’a kar yağdığında Türkiye’ye kış gelir” günleri geride kaldı. Çünkü sadece çevre bilinci değil, haysiyet, akıl sağlığı, eşitlik, kardeşlik konusunda kritik eşikleri çoktan aşmış olsak bile yine de cebimizde hepsinden birazcık duruyor. Bari kalanı koruyalım. Bir yerde durabilirsek, çocuklarımızın geleceğini kurtarma ihtimali doğabilir.   

Herkes, her şey birbirine bağlı. Akbelen’in ormanı yok edilince, senden de gidiyor güzel kardeşim… Hepimizden gidiyor.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.