Akideş bu Moğla’da ne va bu?
Cahit Sıtkı “Memleket isterim gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” demiş ya galiba o şiirdeki memleket Muğla... Yeşil bitiyor mavi başlıyor, taşından toprağından tarih fışkırıyor. Peki, “Akideş bu Moğla’da ne va bu?”.
Yıl, henüz 1900 bile olmamış. Günlerden bir gün, Muğla’nın Pisi (Yeşilyurt) beldesine yakın bir köyde düğün vardır. İlerleyen saatlerde bir grup genç arkadaşlarıyla zeybek oyununa kalkar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi Ovası’ndaki arazilerinin kâhyalığını yapan muhtar İzzet Ağa, gençlere “Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya? Ne zaman âdet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak?” diyerek küfür eder. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılmaktadır. Kavga çıkar. Gençlerden biri belinden tabancasını çıkarır ve ateş eder. Muhtar kolundan yaralanır. Muhtarın adamları tarafından hırpalanmaya başlayan genç, bir şekilde kaçar. Ama kolluk kuvvetleri peşindedir, evi kuşatılır. Genç, dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada bir de zaptiye ölmez mi? Hiç yoktan bir de katil olmuştur. Artık onun için Muğla dağlarında, kızanlarla efelik yapmaktan başka seçenek kalmamıştır. O zenginlerden alıp fakirlere verirken zaptiyeler bir türlü onu yakalayamaz. “Kör Arap” lakaplı İsmail Çavuş’a haber salınır. Kör Arap, uzun süre iz sürer ve gencin kaldığı evi tespit eder. Müfreze, gencin kaldığı evi çember içine alır. Derin uykudaki genç açılan ateş sonucu vurularak öldürülür.
İşte cesaret ve gözü pekliğiyle ölümünden önce çok sevilen, ölümünden sonra da halk arasında unutulmayan bu gencin adı Kerimoğlu Eyüp Efe... Öldürüldüğünde yıl 1901, Kerimoğlu Eyüp Efe de on dokuz yaşında... Adına türküler yakılacak, “Kerimoğlu Zeybeği” oyunu ortaya çıkacak, torunu H. İlker Altınsoy “Gök Yörük (Kerimoğlu Ali)” isimli kitabı kaleme alacak, öldürüldüğü ev “Kerimoğlu Türküsü Evi” adıyla müzeye dönüştürülecek ve hatta “Muğlalıyız biz, erkeği de efedir, kadını da” diye de bir “özlü” söz de üretilecektir.
KUYRUKSUZ UÇURTMALAR
Cahit Sıtkı “Memleket isterim gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” demiş ya galiba o şiirdeki memleket Muğla... Pandemi, deprem korkusu, artan kiralar, enflasyon derken herkes bir kıyı kasabasına kaçma hayalini daha fazla kurar oldu. Epey bir insan da bu adımı attı. Taşındığı yerle bağ kurabilen ya da üretmeyi başarabilenleri bir kenara bırakarak bakıyorum da büyük bir çoğunluk yine Muğla’da tanıştığım Abdullah abinin dediği şekilde kuyruksuz uçurtma gibi... Abdullah abi, sadece tatilde beğendiği için ve hiç küçük yerde yaşama tecrübesi olmadan bu tür yerlere taşınan, birkaç ay sonra da şehre dönmek zorunda kalanları benzetmişti kuyruksuz uçurtmaya. Kendisine bir amaç bulamadan alkol içmekten başka bir şey yapmayanlar, gittiği bölgenin insanına tepeden bakıp onla hiçbir iletişim kurmayanlar, organik adı altında alakasız ürünler satanlar, çevre sorunlarıyla ilgili gözüküp ilk fırsatta kaçak ev yapanlar, sonra aynı şeyleri yapan olursa da onu şikâyet edip kanlı bıçaklı olanlar!..
MUĞLA’YA GÖÇÜP PİŞMAN OLAN BEYAZ YAKALI
Ekşi Sözlük’te “Muğla’ya göçüp pişman olan beyazyakalı” diye bir başlık var. Siz de “Ege’de bir kıyı kasabasına yerleşme” hayali kuranlardansanız her satırı okumanızı tavsiye ederim. Gerçekten daha önce kredi çekip beş yıldızlı otelde kalıp bu kararı almak üzereyseniz bir kez daha düşünün. Maalesef buralarda da kiraların, arsa ya da ev fiyatlarının İstanbul’dan aşağı kalır yanı yok. Tabii İstanbul kadar olmasa da kaotik ortam artık Muğla ilçelerine de hâkim. Hele yazın Bodrum’da arabanızla ilerlemeye çalışın, araba kullanmaya tövbe edebilirsiniz. Ben motosikletle bile kent merkezine girmek için saatlerce beklemiştim.
Hayvancılıktan, tarımdan artık kazanamayan; evini, arsasını iyi paraya “şehirli”ye satan köylünün göçüyle zaten birçok yer de köy gibi gelmiyor artık bana. Sonuçta “Gelmeyin”, “Artık yeter”, “Buralar çok kalabalık oldu” gibi ikiyüzlü bir konumda olmak da istemiyorum. Temiz havada uyanmak, yeşillikler içinde yürümek, masmavi denizde yüzmek, mutlu olmak herkesin hakkı... Ancak temelde zihniyet değişmediği sürece Muğlalılar daha çok, “Akideş bu Moğla’da ne va bu?” der durur. Şu videodaki abi gibi bir de ekler: “Moğla’da her şey beleş mi akideş bilemedim.”
MERKEZDE DENİZ YOK
Muğla’yı yazmaya karar verdiğimde “O kadar çok yeri laf uzatmadan nasıl anlatacağım?” diye endişelenirken onlarca satır oldu, ben hâlâ konuya giremedim. Hatta yardımcı olayım derken daha çok kafa da karıştırmış olabilirim. Tamam, başlıyorum: Muğla deyince herkes Fethiye, Marmaris, Köyceğiz, Datça, Ula, Milas, Ortaca, Dalaman ve onların beldelerinin hayalini kursa da Muğla’nın merkez ilçesinin adını pek kimse bilmez: Menteşe! Muğla merkezinin tıpkı komşusu Aydın gibi denizle kıyısı yok. Muğla’ya tayinini isteyip ya da üniversite tercihini buradan yana kullanıp sonra gidince şaşıranlar olduğunu duyduğum için özellikle belirtmek istedim. Menteşe (merkez), Yatağan ve Kavaklıdere dışında dokuz ilçenin denize kıyısı bulunuyor. Ancak her ilçe ciddi anlamda birbirinden kopuk ve ulaşım da öyle pek kolay değil. Merkezdeyseniz en yakın denize ulaşmak, viraja doyacağınız meşhur Sakar Geçidi’nden geçerek, yarım saat kadar sürüyor. Sonrası zaten capslere konu olan “dünyanın en güzel yol ayrımı”...
HEM EGE HEM AKDENİZ
“Muğlalı olmak soğuğa karşı dirençsiz olmayı gerektirir.” diye bir “özlü” sözleri olsa da “Yılanlı’ya yağan karın tozu gelince mutlu olan insanlar” onlar... Kışın kar değil de bolca yağmur alan Muğla’nın toplam nüfusu bir milyonu aşmış durumda... Komşuları; Aydın, Denizli, Burdur ve Antalya; batısında Ege Denizi, güneyinde Akdeniz ile çevrili... Toplam uzunluğu 1.480 kilometre ile Türkiye’nin uzun sahil şeridine sahip ili...
Dağlık yapısı ve dışarıya açılan elverişli bağlantı yollarına sahip olmaması nedeniyle uzun yıllar fazla gelişemese de özellikle üniversitenin açılması, yeni sanayi bölgesinin kurulması ve turizm faaliyetlerinin artmasıyla Türkiye’nin en ilgi çeken illerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Maalesef aynı ilginin hem maden hem imar rant çevrelerinden de olması, insanı kara kara düşündürüyor. Üstüne termik santraller mevzusu ve iki yıl önceki büyük orman yangınları da eklenince Muğla’nın geleceğindeki ciddi çevre sorunlarını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok sanırım.
BİR ZAMANLAR BURALAR TÜTÜN TARLASIYDI!
Eskiden merkezde tütüncülükle geçimini sağlayan daha çok insan varmış. Hatta Kerimoğlu Eyüp Efe de çocukken abisiyle tütüncülük yapar, içindeki ilk isyanı Tütün Rejisi’ne karşı yaşarmış. Her yerde olduğu gibi tarlalar azalmış, binalar çoğalmış Muğla’da da... Özellikle üniversitenin bulunduğu ve şehrin kışlarını hareketlendiren üniversitelilerin yaşadığı Kötekli semtine doğru şehir büyümüş durumda. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde kırk dört binin üzerinde öğrenci olduğundan söz ediliyor. Bayburt’un yarısından fazla insan eder. Hâl böyle olunca kent merkezinin en hareketli yeri Kötekli... Elbette Marmaris ya da Bodrum’la kıyaslanmasa da gece hayatı epey canlı... Üniversiteli yoğunluğu şehre aslında otostop kültürünü de yerleştirmiş. Şahsen Muğla’nın birçok yerini ben de otostopla gezdim ama Fethiye’ye gelince hiç kimsenin durmaması beni çok şaşırtmıştı. Fethiyelilerin kendilerini “Muğlalı” olarak görmediklerini duymuştum ama otostop gibi bir konuda da bu kadar farklı olacaklarını düşünmemiştim.
NE EDİVERİP DURUN GARİ
İlçelerinden ziyade merkezinde Muğla ağzıyla konuşanlara daha çok denk gelebilirsiniz. “Ne ediverip durun gari” gibi cümleleri anlamak hadi kolay da kendilerine özgü kelimelerini çözmek biraz zor açıkçası... “Akideş”, arkadaş, “zabala” sabahleyin, “bardaş kurmak” bağdaş kurmak anlayabiliyorum da “okuntu”nun davetiye, “akyüz okarı”nın belini yere dayayarak uzanma anlamında kullanıldığını asla tahmin edemezdim.
EV YAPACAKSAN TUĞLADAN KIZ ALACAKSAN MUĞLA’DAN
Böyle söylemleri sevmesem de Muğla’da bu en meşhur “Ev yapacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla’dan” gibi sözler aslında o yörenin kültürüne dair de ipuçları veriyor. Mesela bu söz de Muğla’da kız tarafı düğünde ve ev kurmada bütün masrafları karşıladığı için ortaya çıkmış. Tabii tek şartla; evi de erkek tarafı alırmış. Bir rivayete göre Muğla genelevinin girişinde koca bir tabelada yıllarca durmuş bu cümle... Bir tuğla fabrikası da bir süre slogan olarak kullanmış. Ama satışlara pek olumlu yansımamış olacak ki pek uzun sürmemiş.
MUĞLA EVLERİ
Peki, merkezde gezmek istiyoruz, nerelere gidebiliriz? Bir kere Muğla evleri; tasarımları, ahşap işçilikleri, tavan işlemeleri ve şehrin sembolü hâline gelmiş bacalarıyla Türk geleneksel mimarisinde özgün bir model oluşturuyor. İyi korunanları da var, geleneksel mimariye göre yeni yapılanlar da...
Örneğin Hacı Hamzalar ve Ali Rıza Özbek Evi, Hacıkadı Evi, en geleneksel ve meşhurları... Kent merkezinde özellikle Hisar Dağı eteklerine doğru yoğunlaşan diğer eski Muğla evlerini, Karabağlar Yaylası’nda, Yılanlı Dağı yamacındaki Düğerek Mahallesi’nde ve Milas’ta da görebilirsiniz.
Muğla’da ayrıca Rumlardan kalma, hâlen yaşları yüz ila üç yüz arasında değişen dört yüz yapı koruma altında. Eski şehrin ticaret ve zanaat merkezi Arasta mevkisindeki, 1895’te Rum Filivari Usta’nın elinden çıkan saat kulesi de Muğla’nın yadigârlarından...
Türkiye’nin Rize’den sonra en çok yağış alan ili olan Muğla’da halk arasında “Deli Memet” olarak adlandırılan poyrazla karışan yağmurun her yönden yağması, halkın ihtiyacına göre baca şekillendirmesinde etken olmuş.
Özlüce köyü Kaklıca Tepesi yakınlarında, 1993 yılında çobanlar tarafından fosiller bulunmuş. Yapılan incelemelerde fosillerin dokuz milyon yıl öncesine ait olduğunun anlaşılması üzerine kazı çalışmaları başlatılmış. Böylece birçok hayvan ve bitki fosili çıkarılmış. İşte bu fosiller, 1994 yılında, Muğla Adliyesi’nin arkasında eski cezaevi binasındaki Muğla Müzesi’nde sergilenmeye başlamış.
ALTERNATİF KAÇIŞLAR
Muğla’nın yayları da sıcak günlerde denize alternatif bir kaçış olabilir. Karabağlar Yaylası, şehir merkezine üç kilometre uzaklıkta; soğuk kaynak suyu, ulu çınarları, bol meyve ağaçlarıyla epey tercih ediliyor. Gökçukur Yaylası 1.700 rakımlı ve tümüyle orman kaplı... Menteşe’ye beş, Kavaklıdere’ye on beş kilometre uzaklıktaki Yerküpü Yaylası de bölgenin en popüler yaylalarından...
Bir diğer alternatif olarak da merkezden Asar (Hisar) Dağı’na yürüyüş yapabilirsiniz. Muğla’da ayrıca Mabolla Antik Kenti’ni, 1867 Osmanlı İdari taksimatında mutasarrıflık olan Menteşe Livasının hükümet konağı olarak yapılan Belediye Hizmet Binası’nı, yapım tarihi yaklaşık olarak yüzyıl öncesine dayanan Sanat Evi’nin (Müftüler Evi), kentin geçmişinde önemli bir ticaret merkezi olan Yağcılar Hanı’nı, 1400’lerde klasik Osmanlı mimarisiyle inşa edilen Kurşunlu Cami’yi, onlarca dükkânın yer aldığı Arasta ve Zahire çarşılarını görebilirsiniz.
YER GÖK ANTİK KENT
Karia bölgesinin en eski şehirlerinden Muğla, tarihî kalıntılar açısından da son derece zengin bir yer; sınırları içinde tam tamına 103 ören yeri bulunuyor. O nedenle hepsini gezebilmek benim için bir fantezi olsa da bazılarını görme şansına sahip oldum. Birçoğu hakkında sayfalarca yazsam az kalır.
Madem denize alternatif aktivitelerden bahsediyoruz, denize uzak noktadan başlayalım. Yatağan’ın Eskihisar köyündeki Stratonikeia Antik Kenti, MÖ 3. yüzyılda kurulmuş. Günümüzde Eskihisar köyü terk edilmiş, antik kentin nekropol sahası da kömür ocakları havzası altında kalarak yok olmuş durumda. Karialıların önemli kült merkezi Lagina Antik Kenti’nde Hekate Tapınağı ve Panamara kalıntıları yer alıyor.
YATAĞAN’DAN MİLAS’A
Bafa’nın bir kısmı Aydın’da kaldığı için Aydın yazısında biraz anlattığım Herakleia Antik Kenti, Kapıkırı köyünde... Kent, Antik Çağ’da Ege Denizi’nin bir uzantısı olan Latmos Körfezi’ne sahipmiş ancak Menderes Nehri’nin getirdiği alüvyonlarla dolması sonucu körfez bu günkü Bafa Gölü’ne dönüşmüş. Gerçekten etkileyici ve fantastik bir yer.
Milas’taki Labraunda Antik Kenti de Karialılar için oldukça önemli bir kült merkeziymiş. Kutsal alanda her yıl beş gün süren dinsel bayramlar kutlanıyormuş. 1960’a kadar kazılarda bulunan yazıtlar, yontu eserler ve mimari parçalar ya Bodrum Müzesi’ne götürülmüş ya da ören yerinde bırakılmış. Bazıları, İzmir Arkeoloji ve Milas müzelerinde...
Milas’ta ayrıca Mylasa’dan sonra yörenin en önemli kenti olan Euromos bulunuyor. Kent kalıntıları çok yıpranmış olmasına karşın, Asya’nın en iyi korunmuş yarım düzine tapınağından biri de Euromos’taki Zeus Tapınağı... Kıyıkışlacık köyündeki İasos, köyle iç içe bir antik kent... Milas’ta ayrıca Beçin Kalesi’ni, Uzun Yuva denilen tek sütunu, Baltalı Kapı’yı, Gümüşkesen Mezar Anıtı’nı, Boğaziçi köyündeki Bargylia’nın kalıntılarını, Çöllüoğlu Hanı’nı, Hacıaliağa Konağı’nı görebilirsiniz.
Uyku Vadisi ise hepsine alternatif bir rota olabilir sizin için. Milas’tan Bodrum’a doğru giderkenki Gökçeler köyü üzerinden vadiye ulaşılıyor. İncirliin Mağarası’na kadar uzanan yürüyüş parkurları oldukça popüler.
NASIL ANLATSAM, NERDEN BAŞLASAM
Bodrum’u merkezi dışında gezmeyi bir türlü başaramadım. Yarımada turu yapmayı çok istememe rağmen koylara inen yolların otoparklarla kesilmesi, tam bir kâbus olmuş, vazgeçmiştim.
Halikarnassos, şimdiki kalenin bulunduğu yarımada üstünde Zephyria adında küçük bir kentçiğin yerinde gelişmiş. Kentin tam merkezindeki Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu Bodrum Kalesi, 1406-1523 yılları arasında St. Jean Şövalyeleri’nin kalesi olarak inşa edilmiş. Müzede antik döneme ait pek çok eser sergileniyor. Bodrum Deniz Müzesi’nde ise Bodrum tipi tekne modelleri, dünyanın çeşitli bölgelerinden toplanan deniz kabukları bulunuyor.
Yine Bodrum’da Myndos, Telmissos, Kndye, Pedasa, Thaengela antik kentlerini; Aya Nikola Kilisesi, Aspat Kalesi ve Termera antik yerleşim kalıntılarını; antik tiyatroyu, Osmanlı Tersanesi’ni ve Zeki Müren Sanat Müzesi’ni görebilirsiniz.
ULA ULA NİYAZİ
Bodrum’dan Ula’ya Ören üzerinden giden yol, anayoldan çok daha keyifli; Ula’nın adının “Ula” olması da bana hep komik geliyor. Ula’nın en ünlü yeri Akyaka... Gökova bölgesi 1988 yılında, Türkiye’ de ilk defa “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş doğal sit alanı... Kitesurf okullarının yoğun olduğu Akyaka’daki Azmak Nehri’nde tekne turu yapmayı ihmal etmeyin. Defalarca gittiğimde “Ne gerek var?” diye düşünmüştüm ama tekneden nehrin ne kadar farklı gözüktüğünü görünce gözlerime inanamamıştım. Ören-Akyaka arasında Antik Keramos Kenti kalıntıları bulunuyor.
Kedrai Antik Kenti ya da en yaygın adıyla “Sedir Adası”nın kumsalı, çoğu ayakta kalmış arkeolojik kalıntılarla bütünleşmiş durumda. Zengin doğal dokusuyla birinci derece arkeolojik ve birinci derece doğal sit alanı... Aynı zamanda özel çevre koruma bölgesi...
Thera Antik Kenti’nin de bulunduğu Ula’daki Geyik Kanyonu ise pek bilinmeyen bir cennet. Şelalesi, içerisinde sarkıt ve dikitler bulunan mağaraları, bitki örtüsü ve yürüyüş parkuruyla son yıllarda doğaseverlerin dikkatini çekiyor.
YEŞİLDEN MAVİYE MARMARİS
Favori ilçem Marmaris’e geldi sıra... Selimiye Turgut Şelalesi, Fosforlu Mağara’sı, Kız Kumu ve koylarıyla (favorim Bördübet) yeşilin bitip denizin başladığı Marmaris’te tarihî olarak diğer ilçeler kadar gezebileceğiniz çok yer yok. Merkezinde kalesi ve müzesi bulunuyor. Kaleiçi’ndeki dar sokakları keşfetmeyi ihmal etmeyin. En etkileyici yerlerinden biri de Amos Koyu... Amos, bir tepe üstünde yer alan tiyatro, tapınak ve bazı heykel kaidelerden oluşuyor. Turgut köyünde bir Piramit Mezar var ve Hydas Antik Kenti sınırları içerisinde yer alıyor. Tekne turuna çıkacaksanız Gebekse Koyu’na uğrayanı tercih ederseniz Gebe Kilise kalıntılarını görmek, hemen yanında denize girmek hoşunuza gidebilir. Marmaris’in iç tarafında kalan, eski yağhanesi, balhanesi ve köy kahvesiyle Bayık köyüne gitmek de alternatif ve güzel birgün geçirmenizi sağlayabilir. Turgut Şelalesi de zaten buraya çok yakın.
Buradan Marmaris’in bakir alanlarına yapılan dev konutları, otelleri de protesto ettiğimi söyleyerek Datça’ya geçiyorum.
ACELEN VARSA NE İŞİN VAR DATÇA’DA?
İrili ufaklı koylarını, Eski Datça’daki evlerini, ilçenin girişinde sizi karşılayan yel değirmenlerini, zeytin ağaçlarını, bademini zaten ya görmüş ya duymuşsunuzdur. Datça’nın Akdeniz tarafındaki koyları daha meşhur olsa da Ege Denizi tarafındaki bakir koyları keşfetmek, bana daha eğlenceli gelmişti, gerçi yollar biraz zorlayıcı...
Ege ve Akdeniz'in birleştiği noktada Tekir Burnu üzerinde yer alan Knidos Antik Kenti ise tam günbatımı izlemelik yer... Strabon’un dediğine göre, “Tanrı çok sevdiği kullarını uzun ömürlü olsun diye Knidos’a (Datça) gönderirmiş”. “Acelen varsa ne işin var Datça’da?” sözüyle ünlü Datça’nın yaşlı nüfusu o yüzden yoğun olsa gerek... Bu arada Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün sosyal medyasından “Neydi? / Ne Oldu?” diye gururla paylaştığı Datça’nın Cumalı Mahallesi’ndeki Çeşmeköy Camii’nin restorasyondan sonraki hâlini görünce içimin parçalandığını da belirtmeden geçmeyeyim. Gerçekten korkunç!
KÖYCEĞİZ-ORTACA, BURALAR HARİKA
Köyceğiz, gölünün durgunluğuyla beni acayip etkilemişti. Kaunos Antik Kenti’ne gölün kenarından ve orman içinden ulaşılıyor. Antik kentten ziyade Dalyan’dan da görülebilen kayalara oyulmuş kral mezarları daha çok ilgi çekiyor.
Göldeki küçük adaya yörede Hapishane Adası deniliyor. Cenevizlilerden kalma kalenin kalıntıları da burada görülebilir. Biraz daha yol almak isterseniz Ekincik Koyu, konaklamak için iyi bir tercih olabilir.
Doğa harikası ve Caretta Carettalar ile dünyaca ünlenen Ortaca’daki İztuzu’nun tepeden görüntüsünü, kesin o tarafa gidenlerin sosyal medyasında görmüşsünüzdür. Sırf o fotoğrafı çektirmek için Ortaca’ya gir çık yapanları biliyorum. Sarıgerme Plajı, çamur banyoları, tekne turlarıyla gitgide daha çok ziyaret edilen Ortaca’da Pisilis kalıntılarını da bulunuyor.
FETHİYE’DE NE ARARSAN VAR
Ölüdeniz, Göcek, Kelebekler ve Kabak vadileriyle her zaman popüler olan Fethiye’de en ilgi çekici yer bana göre Kayaköy... Geçmişi, filolojik verilere göre MÖ 3.000’lere kadar giden Kayaköy’deki yamaca dayalı olarak izlediğimiz yapı gruplarının tamamı Osmanlı İmparatorluğu’nun geç dönemlerinde iskân eden Rumlarca yapılmış. Terk edilen kent, bende her zaman değişik duygular uyandırıyor.
Fethiye’deki adalar içinde sadece Şövalye Adası’nda yerleşim var. İsmi Rodos Şövalyeleri’nden gelen bu adada da Gemile Adası’nda da kalıntılar var.
Fethiye’de ya da Dalamanda’ysanız Pınara, Kadyana, Tlos, Sidyma, Hıppokome, Oinoanda (Oenoanda) ve Letoon antik kentlerini, Telmessos Tiyatrosu’nu, Amintas Kaya Mezarları’nı, Fethiye Arkeoloji Müzesi’ni görmek isteyebilirsiniz.
Fethiye konusunu yamaç paraşütü deneyimimle kapatacağım. Yüksekten korkan biri olarak hâlâ nasıl cesaret ettim inanamıyorum (Şahin Şahin faktörü olsa gerek) ama tüm bu güzellikleri tepeden görmek heyecanlı olduğu kadar da etkileyici bir deneyimdi.
Gezdiniz gezdiniz, sıcaklardan da iyice bunaldınız, o zaman rotayı Saklıkent Kanyonu’na çevirip yazıyı sonlandırıyorum. Saklıkent’e Fethiye-Antalya karayolundan Kemer ilçesi yönünde ayrılarak ulaşılıyor. Sapaktan on üç kilometre sonra Tlos’a, yirmi bir kilometre sonra da Saklıkent’e ulaşılıyor. Güneş ışınlarının giremeyeceği kadar dar ve yüksek kanyonun buz gibi sularında yürümek sizi serinletecektir.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI