AKP’den Antakya’da mezhep savaşı imalı kampanya: Laiklik şart
Laiklik, eşitlik ve özgürlüğü içkin olduğundan demokrasinin kilit taşı; demokrasiyi sürdürülebilir kılmamız için de laiklik, özgürlükçü yorumla uygulanmalı. Siyasi tarihimizin katı laiklik politikası ve akabinde içinde bulunduğumuz laiklik karşıtı politikalardan sonra ikinci yüzyılımızda siyasal ve toplumsal sentezimizi oluşturma şansımız demektir. Her toplumsal kesime baharlar işte ancak böyle gelir.
İktidara yürürken vesayet mekanizmalarıyla savaşan Erdoğan’ın AKP’si, yönetimi ele geçirince yeni vesayet odakları ihdas etti. Bu yeni vesayet odakları salt seçilmişleri ve hükümetleri hedef almakla yetinmedi üstelik. 20 yılı aşkın iktidarı süresince başlarda demokrasi, insan hakları söylemleriyle ulaştığı seçmen desteğini, seçmene ve genel anlamıyla halka yönelen bir sopaya dönüştürdü. Çeşitlendirdiği vesayet sopalarından birisi iletişim teknolojileri başkanlığı aracılığıyla ahlaki vesayet idi. İktidarının ilk yarısının sonlarına doğru “güvenli internet” iddiasıyla kuruldu ahlaki vesayet. Güya çocuk pornografisiyle mücadele edilecek, çocuklar internetin zararlarından korunacaktı. Tabanını ve yasayı çıkaracak TBMM üyelerini böyle ikna etti. 2010 tarihli bu yasaya itiraz edince “bunları ayık kafayla mı söylüyorsun” hakaretlerine maruz kalmıştım örneğin, öyle gönülden ikna olmuşlardı. Oysa kurulan yeni bir vesayet odağıydı.
Vesayet dediğimiz, bürokratik kurumlara verilen hukuk dışına çıkma yetkisiydi. Güvenli internet adı altında çıkarılan yasa ise hukuki sorunları yargı erkinin yetki alanından çıkarıp merkezi bürokrasiye aktarıyordu o hukuki yetkiyi. Düpedüz vesayetti ve ahlakçılık genel geçer yaklaşımıyla hazırlanmıştı. Vesayetle savaştığını iddia eden AKP’nin sisteme eklediği vesayet odaklarının ilkini temellendiren ahlakçılık oldu böylece. Sonrası peşi sıra geldi. Erdoğan iktidarının ahlakilikle değil ahlakçılıkla yürütülen ikinci on yılında, siyasi söylemin giderek dinileşmesi, zamanla dini baskılara yol verdi. “Şahsım rejimi” kurulduktan sonra ise tek kişilik kararlar, kararnamelerle din, yeni vesayet odağı oldu. Diyanetin propaganda aygıtına dönüştürülmesi, yeni moda vesayet odağı dinin kurumsal yürütücülüğünü üstlenmesinden. Ez cümle daha önce defalarca yazdığım gibi Erdoğan vesayeti kaldırmadı vesayete çöktü. Üstüne yenilerini ekledi. Darbeler döneminin vesayet odakları olan askeriye ve yargının yanına 12 Eylül ile YÖK eklenmişti. Erdoğan bunlara ilaveten merkezi bürokrasiden iletişim teknolojileri bürokratlarını ekledi. Sistem değişikliğinden sonra da Diyanet’i. AKP iktidarına sırtını yaslayan din kisveli hadsizler de bu sayede köpeksiz köyde değneksiz gezerek her türlü dini söylemi iktidarın emrinde hallaç pamuğu gibi savuruyor.
Şenocak’ı, Cübbeli’si, İsmailağa’sı, Menzil’i, saymakla tükenmez dernek ve vakıfları gibi şöhretlerin yanı sıra emekli din öğretmeni de furyadan nasiplenip şöhrete soyunmuş. AKP, vizyon kaybını cümle aleme ispat eden “akılsız dost” kıtlığı çekmiyor, elhamdülillah. Yağcılığın menzili olmaz kabilinden atıp tutmalarla güya Antakya’yı “ak”lama hedefini işaret ediyor emekli öğretmen. Cehaletin bu derecesi tahsil ile mümkün sözünü doğrulamış. Savaş çığırtkanlığı yaptığının bile farkında mı değil dini mi hiç bilmiyor, yoksa dini cihatçı yorumlardan ibaret mi sanıyor, anlamak zor. Anlaşılan tek şey mezhep savaşları çağrısı yaptığı. İktidarın Antakya’yı İslamize etmek için deprem yıkımını fırsata çevireceğini söylüyor. IŞİD, Taliban kafası muhteremin dinden anladığı. Öğretmenlik mesleğini icra ederken yetiştirdiği öğrenciler üzerinde umarım bu kafayla fazla etki yapamamış olsun.
Tarih dersinden de din dersinden de çakan eski öğretmenin bildiği tek şey partizanlık ama onu da yanlış biliyor, yanlış yapıyor. Avrupa’nın mezhep savaşlarını öneriyor, Antakya’yı “Müslümanlaştırmak” istiyor. Depremi ceza olarak gösterip bu cezadan rahmet çıkarmak görevini AKP’ye yükleyerek insanları AKP’ye oy vermeye çağıran cahil kurnazlığı, seçim kampanyasında sergileniyor üstelik. AKP ve RTÜK Kızılcık Şerbeti dizisinin yayınını son anda sergilediği ayak oyunu performansıyla kesip yerine İslamofobi belgeseli koyduracağına bu cahilleri sustursun becerebilirse. İslamofobinin dayanağı böylesi cehalet örnekleri ve bunların sözleriyle terörü cihat olarak isimlendiren aymazlar. AKP kendi içinde çok parçalı dokusuyla bir koalisyon partisi diyoruz ya giderek aşırı dincilerin egemenliğine giriyor. Şimdi bir de YRP ve HüdaPar ittifakı, parti içindeki aşırılıkçıları güçlendirmiş anlaşılan. Erdoğan’ın seçim sloganı yaptığı “doğru adımlar” bunlar demek ki.
Bir seçim daha kazanabilmek için iktidar din ve mezhep savaşları çağrısı yapanlara seçim kampanyasında, aday tanıtım toplantısında söz hakkı tanıyorsa bundan muhalefetin çıkaracağı ders laiklik ilkesine dört elle sarıldığını göstermek olmalı. Sorumluluğun büyüğü muhalefetteki dindar partilere, politikacılara düşüyor. Entelektüel dindarlara da aynı şekilde laiklik ilkesinin gerekliliğini bir kere daha göstermiş olmalı eski öğretmenin sözleri. “Laiklik yerine sekülerleşme” diyerek “yok efendim inanç özgürlüğü yeter” diyerek, everek-üverek, yan çizmekten vazgeçmeli aklı başında dindarlar. Dindarları laiklik ilkesine sarılmayı ikna etmenin yolu da seküler kesimi “özgürlükçü laiklik” söylemine, uygulamasına razı etmekten geçiyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında dindar-seküler ayrışmasını geride bırakıp kendi sentezimize ulaşmanın yolu karşılıklı ikna-rıza mekanizmasının işletilmesine bağlı. Ve görüldüğü üzere zaman kalmadı. 14 Mayıs'a giderken muhalefet partilerinden başlamak üzere toplumda daha çok dindar laiklik söylemi kurmalı daha çok seküler özgürlükçü laiklik uygulamasına değinmeli. Aksi takdirde din siyaset içiçeliği nedeniyle bakın cihatçılar aportta bekliyor.
Elbette “tek bir AKP gönüllüsünün hadsiz cahilliği tümüyle iktidarı ve Cumhur ittifakını bağlamaz” denileceğini biliyorum. Ancak orada, o konuşma sırasında AKP vekillerinden Hüseyin Yayman da bulunuyordu. Habere yansıyan tek tepkisi konuşmayı alkışlamamaktan ibaret. Eğer o hadsizi kürsüden indirip, mikrofonu kapıp sustursaydı, deprem sonrası iki aydır bulduğu her fırsatta Hatay ve Antakya için yaptığı her konuşmanın özeti diyebileceğimiz “dokusu bozulmayacak” vaadine inanabilirdik. Ancak AKP içinde Hanefilikten Selefilik çıkaran dinbazların etkisi giderek artı. Selefilik de Yeni Selefilik halini aldıkça ve cihatçı aşırılıkçılar da söz sahibi olduğunda itiraz eden tek AKP’li çıkmıyorsa ılımlıların gücü kalmamış demektir. Artık AKP yöneticilerinin cihatçıları mı kandırdığı yoksa ılımlı dindarları mı kandırdığı sorusu önemsiz. Teşkilatı tarafından en çok güvenilen özelliği seçim sözünü tutmamak olan bir politikacının farklı kesimlere verdiği birbirine zıt vaatlerden hangisini tutmayacağına dair papatya falı açıp beklemek ülkenin kaderiyle kumar oynamak olur. KADEM bile dayanamayıp Özlem Zengin’e destek için sosyal medya hesabından kadın vekil ve demokrasi ilişkisini hatırlatmak zorunda kaldıysa iktidar partisi içinde işler hayli vahim boyuta tırmanmış demektir. Şu son olaylar kritik öneme sahip 14 Mayıs seçimlerini dönemeç olarak isimlendirmenin bile yetersiz kaldığı bir yol ayrımında olduğumuzu gösteriyor. Eşit temsilin gerekliliğini çok yazıp söyledik ama partiler uygulamadı. Şimdi laiklik ilkesinin vurgulanmasını ve bunun özellikle siyasetin dindar kanadına düştüğünü yazıyı bitirirken bir kere daha hatırlatayım: Laiklik, eşitlik ve özgürlüğü içkin olduğundan demokrasinin kilit taşı; demokrasiyi sürdürülebilir kılmamız için de laiklik, özgürlükçü yorumla uygulanmalı. Siyasi tarihimizin katı laiklik politikası ve akabinde içinde bulunduğumuz laiklik karşıtı politikalardan sonra ikinci yüzyılımızda siyasal ve toplumsal sentezimizi oluşturma şansımız demektir. Her toplumsal kesime baharlar işte ancak böyle gelir.