YAZARLAR

AKP'nin 20 yıllık hikayesi-4

Takvim yaprakları 17 Aralık 2013’ü gösterdiği sabah erken saatlerde savcıların kontrolünde polis rüşvet operasyonu yaptı. Operasyon yapılan iş adamlarının tamamı iktidara yakındı ve bazı iktidar üyeleri ile yakın ilişkiler kurmuşlardı...

Devletlerin hakimiyetlerini içte ya da dışta kurabilmeleri için polis, yargı ve askere ihtiyaçları vardır. Demokratik devletlerde bunların görevleri yasalarla belirtilir ve bu yasal alanın dışına çıkılmasına izin verilmez. Yani işler yazılı metinler ve onları bağımsız yorumlayacak düzgün bürokratlarla yürütülür. Bu bürokratlar tercih edilirken meseleye hakimiyeti ve görevi yerine getirip getirmeyeceği gibi kriterler göz önünde bulundurulur. Bu nedenle eğitim düzeyi düşük ve konuyla o güne kadar ilgisi olmamış bakanların altına, Türk bürokrasisinde, en az 12 yıl devlet deneyimi ve mesleki yeterliliği olan üst düzey bürokratlar getirilirdi. Tabii işi doğru düzgün yapmak istiyorsanız. Yoksa, hukuksuz da olsa sizin istediklerinizi yapacak bürokrat arıyorsanız o zaman devreye başka kriterler giriyor. Cemaat mensubiyeti bir dönem böyleydi. AKP’nin bürokraside atayacak kadrosu yoktu. Cemaatin ise iyi eğitim almış ve bürokraside yol kat etmiş bir kadrosu mevcuttu. Yani kolayca buluşmuşlardı.

Takvim yaprakları 17 Aralık 2013’ü gösterdiği sabah erken saatlerde savcıların kontrolünde polis rüşvet operasyonu yaptı. Operasyon yapılan iş adamlarının tamamı iktidara yakındı ve bazı iktidar üyeleri ile yakın ilişkiler kurmuşlardı. Operasyonun hedefinde, çocukları üzerinden 4 bakan da vardı. Operasyon sabahı yasadışı olarak elde edilen -aralarında Başbakan Erdoğan ve bakanların da bulunduğu- telefon konuşma kayıtları sızdırıldı. Paraları sıfırlandırma meselesi tarihin sayfalarında -hem de sesli olarak- yer aldı. Operasyonun merkezinde İran asıllı iş insanı Rıza Sarraf vardı. Bu operasyonun şoku atlatılmadan, 25 Aralık tarihinde içinde Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan’ın da adının geçtiği 2. bir operasyon ile siyaset sahnesi güne uyandı. Durumun ciddiyetini anlayan hükümet, şoku atlattıktan sonra hemen karşı hamleye girişti.

Meseleyi “cemaat hükümete darbe yapıyor” diye açıklamaya karar verdi ve bunu da cemaate yönelik bürokrasideki görevden almalar ve dershanelerin kapatılmasına tepki olarak açıklamaya çalıştılar. Başarılı da oldular. Cemaat için kurulan 'paralel devlet' tanımlaması da bu günlerin ürünüdür. Çok sayıda gözaltı ve tutuklamanın ardından hükümet gücünü yokladıktan sonra harekete geçti. İlk olarak operasyonu yapan savcı Celal Kara’nın görev yerini değiştirdi. Operasyonda adı geçen içişleri Bakanı Muammer Güler’in yerine Efkan Ala atandı. Şüpheli sıfatı ile Bilal Erdoğan ifade vermeye çağrıldı, Emniyet Müdürü Selami Altınok bu çağrıyı işleme almadı. Başbakanın evinin çevresine özel tim yerleştirdi. Başbakan gittiği her yere oğlu Bilal Erdoğan’ı da götürdü ve koruma önlemleri arttırıldı. Evlerden çıkan paralar ve para sayma makineleri günlerce konuşuldu. Bu paraların cemaat mensuplarınca konulduğu bile ileri sürüldü. Ama mahkeme sonunda paralar sahiplerine iade edildi. 14 Şubat 2014 tarihinde operasyon sonucu tutuklananlar serbest bırakıldı, Erdoğan bu tahliyeleri "adalet yerini buldu" diye değerlendirdi. Oysaki MİT, Rıza Sarraf merkezli iddiaların tamamını aylar önce raporlar halinde Başbakanlığa bildirmişti. Yani devletin olup bitenden haberi varmış. Ayrıca Sarraf çıktıktan sonra iktidarın kanallarından birisinde, Türk bayrakları eşliğinde tek başına cari açığı nasıl kapattığı anlatmıştı. Kahraman olarak o gün sunulan Sarraf ABD’de hâkim karşısına çıkınca Türkiye ABD’ye 2 kez “vatandaşını iade etmesi” için nota verdi. İtiraflarda bulunduğu öğrenilince de bu vatandaş bir anda unutuldu.

Operasyonun emniyet ayağını ortadan kaldıran Selami Altınok şu anda AKP Milletvekili. Operasyonu yapan yargı ve polis mensuplarının, Erdoğan tarafından, Gülen cemaatinin oluşturduğu paralel devlet yapılanması örgütü üyesi oldukları açıklandı. Ama 4 bakan istifa etti ve bakanlar hakkında iddiaların soruşturulması için TBMM’de komisyon kurulmasına da karar verildi. Bakanlar, Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Erdoğan Bayraktar için kurulan komisyonda -beklenildiği gibi- sayısal çoğunluk AKP’de olduğu için Yüce Divan’a sevk kararı çıkmadı. Bu arada sadece Bayraktar kıl payı bir oy ile soruşturmaya dahil oldu ve hep kendisini diğer 3 bakandan ayrı tutan ve hatta onları suçlayan açıklamalarda bulundu. TBMM’de kurulan soruşturma komisyonu 7 ay çalıştı. O süre içinde Erdoğan Cumhurbaşkanı, Davutoğlu başbakan olmuştu. Yüce Divan oylaması öncesinde Davutoğlu eski bakanların yargı karşısına çıkması gerektiği savunuyordu ve Erdoğan ile ilk ciddi krizi yaşıyorlardı. Erdoğan milletvekillerini topluyor ve yargıya gerek olmaksızın bunu kendi içlerinde halledeceklerini söyleyerek onları ikna etmeye çalışıyordu. Tüm bunlar olurken AKP grubu da fire veriyordu. İhraç talebiyle disipline verilen Ertuğrul Günay, Erdal Kalkan ve Haluk Özdalga istifa ettiler. Daha önce ayrılan Hakan Şükür, İdris Bal, Hasan Hami Yıldırım ve İdris Naim Şahin ile parti grubu fire vermeye başlamıştı. Bu operasyonların ardından iktidar yargıda boş bulunan alanları, AB’nin de “yargı bağımsızlığı bitiyor” tepkisine karşın doldurdu. Operasyonu yapanlar, bürokratlar “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmakla” suçlandı. Bu dönemin simge fotoğraflarından birisi de Devlet Bahçeli’nin pilleri çıkarıldığı için 17:25’te duran saatidir. MHP tüm oylamalarda eski bakanların Yüce Divan’a gitmesi için oy kullandı.

Bu arada önce kahramanlık öyküsüyle, daha sonra da mahcubiyetle anlatılan ve Türkiye’nin başını yıllar sürecek bir belaya sokan olay, Rus savaş uçağının düşürülmesi yaşandı. NATO üyesi bir ülke tarafından bir Rus savaş uçağının düşürülmesi dünyayı ayağa kaldırmaya yetti. Rusya ile gerginlik arttı; Rusya ekonomik ambargo uyguladı, Türk firmalara iş, işçilere vize vermedi, turist göndermedi, Türkiye’de ihracatı durdurdu. Rusya ile ilişkilerin düzelmesi için NATO ve ABD ile ilişkileri bozmak pahasına 2,5 milyar dolarlık S-400 füze alımı ve nükleer santralde ekonomik ödünler verildi. Erdoğan ve Davutoğlu’nun politik olarak üstlenmekte yarıştıkları uçak düşürme ve S-400 alımı sonrası Türkiye F-35 programından çıkarıldı, pek çok ekonomik yaptırıma muhatap oldu. Milyarlarca dolar kaybın yanında, Türkiye’nin bir ittifak olarak NATO’daki ve buna bağlı olarak batıdaki yeri tartışmaya açıldı. Erdoğan bu tartışmalardan da kısmen muhafazakâr tabanının hoşuna gidecek öykü çıkarmaya çalışmayı da ihmal etmedi. Şangay İşbirliği Teşkilatı’na dahil olmanın bile tartışıldığı o döneme, Rusya’dan gelen kesin ve olumsuz açıklamalarla son verildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Rus uçağını düşüren pilotlar da tutuklandı ve o meselenin faturası da bir anda FETÖ’ye çıkarılmaya çalışıldı.

AKP’nin politik niteliğinin anlaşılması için en önemli verilerden birisi çözüm sürecidir. Yıllardır muhtelif yapıların iktidarlarını mutlaklaştırmak için kullandıkları Kürt meselesini AKP de “çözüm” diyerek de “terörle mücadele” diyerek de kullanmış ve bunda da başarılı olmuştur. Erdoğan meseleye bakışını ilk olarak 2005 yılında yaptığı Diyarbakır ziyaretinde, devlet adına yapılanlara getirdiği özeleştiri ile vermiş ve bir paradigma değişikliği beklentisi yaratmıştı. Ardından Cumhurbaşkanı Gül bilimsel bir çerçevede ve devlet projesi olarak meseleye el atmış, hatta o dönem kullandığı Güroymak’ın eski adı Norşin ile de bunun sinyalini vermişti. 2009'da başlatılan “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ve Demokratik Açılım”dı bu. Ama ardından PKK’nın şiddetinin dozunu arttırması ile projeye son verilmişti. Ardından Erdoğan devreye girdi, süreci MİT ile beraber Beşir Atalay koordinatörlüğünde tekrar başlattı. Süreç PKK ve onun yöneticileriyle görüşmeleri de içerdiği için, bu görüşmeleri yapanlara yasal koruma da getirildi. 2014 yılında “Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine” ilişkin kanun çıkarıldı. Burada PKK “kurum” olarak ima edilirken, PKK lideri Öcalan tarafından da onaylanan bu metin ile yaşananların da “terör” olduğu kayıt altına alınıyordu. Alışıldığı gibi süreç olumlu giderken AKP ve Erdoğan tarafından sahiplenildi, olumsuz bir noktaya gelince 'kendilerinin dışındaki gelişmeler' olarak nitelendirildi. Bunların en somutu Dolmabahçe Sarayı'nda açıklanan metindir. Erdoğan metnin içeriğine karşı olduğunu açıklamasına karşın, sadece metne değil, oradaki oturma düzenine bile karıştığı bizzat oradaki aktörler tarafından açıklandı. Bölgedeki meselelerin hemen hemen tamamı gibi süreç, Ceylanpınar’da 2 polisin şehit edilmesi ile sonlandı. Çözüm süreci yerini, Erdoğan’ın yeni politik hattı uyarınca terörle mücadele ve güvenlikçi, hatta ve bunu simgeleyen yeni siyasi yapı ve kişilere bıraktı.

Devam edecek...


Sedat Bozkurt Kimdir?

Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu gazetecilik bölümü mezunu. Mesleğe Günaydın Gazetesi’nde başladı. 34 yıllık gazetecilik serüveninde Anka Haber Ajansı, Yeni Yüzyıl, TV 8, Yeni Bin Yıl, ATV, Birgün Gazetesi ve Fox Tv’de, muhabirlik, yazarlık, haber müdürlüğü ve temsilcilik görevlerinde bulundu. Bir dönem Bilkent Üniversitesi’nde genel gazetecilik, 7 yıl da Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “medya ve toplumsal temsil ile yurttaş gazeteciliği” derslerini verdi. Mesleki alanda pek çok ödül aldı. Meslek örgütlerinde çeşitli yöneticilik görevleri üstlendi. ÇGD, TGS, PMD ve Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Yayınlanmış çok sayıda politik makalesi ile birkaç öyküsü bulunmaktadır. Deneyimli bir Ankara gazetecisidir.