AKP'nin 20 yıllık hikayesi-6
Erdoğan’ın mesajını okurken ayağa kalktı, o ayağa kalkınca herkes ayağa kalktı ve bir ilk olarak mesaj ayakta dinlendi...
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sorunlu olmuştur. İlk 3 cumhurbaşkanı ile Erdoğan bu genel değerlendirmenin dışındadır. Erdoğan çok ciddi bir saha temizliği sonrasında o koltuğa oturdu. Hamlelerinden ve aldığı kararlardan, tek başına başkanlık sistemini getirerek ülkeyi yönetmeyi yola çıkarken hedeflediği kolaylıkla anlaşılıyor. Örneğin, başbakanlık binası olarak temeli atılan saray, tam da kafasına uygun olan başkanlık binasıydı ve seçilir seçilmez orayı başbakanlık değil kendisine saray yaptı. Başkanlık sistemini ilk Turgut Özal dillendirdi. Taraftar bulamadı. Parti kurup bunu savunmaya karar verdi, ömrü izin vermedi. Süleyman Demirel de yarı başkanlık sistemini dilendirdi. Çok ısrarcı olmadı. Bu iki siyasetçi de cumhurbaşkanı olunca ilk olarak partilerini kaybettiler. Sıkıntı da buydu. Erdoğan bu iki pratiği çok iyi incelemişti ve dersini iyi çalışmıştı. Partisi de uzaktan yönetmeye olanak sağlayacak bir itaat kültürü ile kurgulanmıştı. Ama bu yetmedi.
Davutoğlu istemediği isimlerden oluşan bakanlar kuruluna başbakanlık, istemediği isimlerden oluşan parti yönetimine de genel başkanlık yapıyordu ve gergindi. 17/25 Aralık meselesi nedeniyle Erdoğan ile güven sorunu yaşarken Davutoğlu, gündeme “kamuda şeffaflık paketi” adında bir düzenleme getirdi. Kendisine danışılmadan bu düzenlemenin getirilmesine Erdoğan çok kızdı ve kapalı toplantılarda Davutoğlu’na “Bu düzenleme olursa il, ilçe başkanı bulamazsınız” dedi. Erdoğan’ın tepkisi üzerine paket geri çekildi. Erdoğan bu dönem, olağanüstü durumlarda anayasal yetkisini kullanarak toplaması gereken bakanlar kurulunu sarayda toplayarak başkanlık yaptı, olağanüstü bir durum da yoktu. 2015 yılının Ocak ayında gerçekleşen ilk toplantıdan yansıyan karede Davutoğlu’nun yüzündeki kızgınlık hemen anlaşılıyordu. Ve bu toplantılar daha sonra da devam etti. Bu toplantılar, Davutoğlu karşıtları tarafından, Davutoğlu’na “patronun kim olduğunu” hatırlatma toplantıları olduğu yorumu yapıldı. Davutoğlu-Erdoğan arasında en büyük sıkıntılardan birisini de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın istifa ederek milletvekilliği başvurusunda bulunması oluşturdu. Fidan bu kararı Davutoğlu ile görüşerek almıştı ve Erdoğan kendisine danışılmamasına çok kızmıştı. Fidan’ın adaylığını doğru bulmadığını söyledi. Bu açıklama sonrası Fidan adaylık başvurusunu ve istifasını geri aldı.
İkili arasında gerginlik artınca ve Davutoğlu teşkilatlarda yavaş yavaş kabul görmeye başlayınca sert bir hamle ile karşılaştı. Son olarak 15 il başkanı ve 65 ilçe başkanını Erdoğan’a sormadan değiştirmesi kriz yarattı, partinin yetkili organı MKYK teşkilatlara il, ilçe başkanı atama yetkisini genel başkanın elinden aldı. Bu ciddi bir darbeydi. Ardından ünlü “Pelikan Bildirisi” geldi. Bildiride Erdoğan ile Davutoğlu arasında yaşanan ve somut olan 27 gerilim noktasına işaret ediliyordu. İçeriğine bakılınca, Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapılmamış olması imkânsız hale geliyordu. Bir genel başkanı koltuğundan etmesi nedeniyle ilk olan bildiri Erdoğan’ın damadının kontrolünde olan bir kaynaktan çıkmış ve o grubun medyasında da büyük yer bulmuştu. Bu hamleye karşı sert çıkan Davutoğlu yalnız bırakıldığını kısa sürede anladı. Tartışmalar sürünce Davutoğlu saraya giderek Erdoğan ile 1 saat 40 dakika görüştü. Ertesi gün, seçimlerin üzerinden henüz 6 ay geçtiğini hatırlattıktan sonra istifa kararını zaruriyet neticesinde aldığını bildirdi ve 22 Mayıs 2016’da olağanüstü kongre toplanacağını ve aday olmayacağını açıkladı.
Davutoğlu kongre salonuna girdiğinde dakikalarca ayakta alkışlandı. Genel başkan adayı Binali Yıldırım da kongre salonuna girince dakikalarca ayakta alkışlandı. Divan Başkanlığına, Davutoğlu’nu istifaya zorlayan ekipten Bekir Bozdağ getirildi. Erdoğan’ın mesajını okurken ayağa kalktı, o ayağa kalkınca herkes ayağa kalktı ve bir ilk olarak mesaj ayakta dinlendi. Bu tablo pek çok yoruma da malzeme oldu. Kongre sonunda Binali Yıldırım genel başkan oldu. Erdoğan’ın istediği “güçlü genel başkan zayıf başbakan” modeli uygulamaya geçildi. Yıldırım son başbakan olarak tarihe geçmek istiyordu ve bunun için çaba harcadı.
Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra TBMM Başkanı seçildi. İstifa edip İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu. Daha önce de İzmir’de aday olmuş ve kaybetmişti. O nedenle İstanbul adayı olmak istemiyordu. Ama Erdoğan’a direnemedi. İstanbul adaylığı sürecinde de Berat Albayrak ve Süleyman Soylu ekipleriyle hep gerginlik yaşadı. Bu gerginliklerin birinde Albayrak, Yıldırım’ın bürokraside tüm kadrolarını görevden aldı. İstanbul seçimlerinin tekrarlanmasına karşı çıktı ama Albayrak ekibini aşamadı. Daha sonra tek başına Cumhurbaşkanı yardımcısı olmayı bekledi ama Erdoğan atamadı. Bunun üzerine kırgınlığı belli ederek uzun süre ortalıkta gözükmedi. Erdoğan gönlünü almak için AKP Genel Başkanvekilliği kontenjanını son kongrede 2’ye çıkarak Yıldırım’ı o göreve atadı. Binali Yıldırım çocuklarının işi ve var olduğu söylenen milyarlarca dolarlık servetiyle hep tartışma konusu oldu.
Bilindiğinin aksine Binali Yıldırım’ı ilk bakan yapan Abdullah Gül’dü. Ama o hep Erdoğan’ın ekibinde yer aldı. Efkan Ala’dan boşalan İçişleri Bakanlığına Soylu’nun gelmesini istemedi ama engelleyemedi de. Çünkü AKP çizgisi güvenlikçi politikalarla MHP ile yakınlaşmaya başlamıştı. Berat Albayrak da Yıldırım kabinesinde Enerji Bakanı olarak yer aldı. Ama Yıldırım bundan da hiç hoşlanmadı. 17/25 Aralık’ta direnilmesi ve karşı atak yapılmasını ilk dile getiren isim de Yıldırım’dı.
15 Temmuz darbe girişi sırasında İstanbul’daydı ve Ankara'ya geçmesi söylenmişti. Ankara güvenli değildi ve yolda Ilgaz dağına gidilmesini Yıldırım’a rağmen korumaları karar vermişti. O gece konvoyundaki araç taranmıştı. Darbe girişimi atlatıldıktan sonra gece boyunca arayıp ulaşamadığı MİT Müsteşarına çok kızmıştı. O gecenin kendisi için ciddi riskler barındırdığını anlayınca MİT Müsteşarının görevden alınması için yurtdışı gezisindeyken kararname hazırlattı. Uçağı havaalanına indiğinde onu bir sürpriz bekliyordu, MİT Müsteşarı bir kararname ile Başbakanlık’tan alınıp Cumhurbaşkanına bağlanmıştı. Hakan Fidan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Ahmet Davutoğlu ile çok yakındılar. Her üçünün hem siyasette hem de bürokraside önünü Abdullah Gül açmıştı. Fidan, Erdoğan için de çok önemliydi.
Araştırılması, konuşulması istenmeyen ve “Allah’ın lütfu” haline dönüşen 15 Temmuz darbe girişimi Erdoğan’ın hayallerini yıllardır süsleyen sisteme geçmek için de çok iyi bir zemin oluşturdu. MHP lideri Bahçeli ilginç bir biçimde, bugüne kadarki bütün politik ve hukuki gerekçeleri sil baştan yaptıracak bir gerekçeyle adına cumhurbaşkanlığı sistemi denilen sisteme geçilmesini önerdi. Bahçeli’nin gerekçesi, “fiilî durumu anayasal sınırlara” çekmek değil “anayasayı fiilî duruma uygun hale” getirmekti. Yani ortada bir anayasa ihlali vardı. MHP ile AKP ortak bir Türk tipi başkanlık sistemi oluşturdu ve bu sistem 16 Nisan 2017 tarihinde referanduma götürüldü. Oyların sayımı sırasında AKP’li YSK üyesinin talebi üzerine, yasaya aykırı olmasına karşın mühürsüz oy zarfları da geçerli kabul edildi ve referandumdaki ‘evet’ oyları çok az bir farkla “hayır” oylarını geçti. Referandum sonuçlarına gölge düşüren bu tartışmaların önünü kesmek için Erdoğan, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi. YSK kararları hukuki bir denetime tâbi olmadığı için tartışma devam etti ama mesele bitti. AB raporlarında OHAL şartlarında yapıldığı için adil olmadığı vurgulanan referandum sonrasında Erdoğan bu yetkilere sahip olmak için ancak bir yıl bekleyebildi.
Devam edecek...